19.07.2007

Dilaver DEMİRAĞ - Küresel Isınma ve İklim (3)

Ancak tüm bu karşı itirazları önemli ölçüde geçersiz kılan atmosferde biriken karbon miktarının olağanüstü artış göstermesi. Bu konuya döneceğiz. Biz buzul periyotlarına ilişkin anlattıklarımıza devam edelim.

İklim bilimcilerin sorduğu temel soru şu. Bu ısınma ve soğuma periyodunun nedeni ne. Bu konuda verilmiş net bir yanıt yok. Henüz hipotez olma sürecinde bir takım tezler var. Bunlardan bir tanesi ayın yeryüzüne yaklaşması (ayın yaklaşması) ve bunun iklim ölçeğinde bir medcezire yol açması. Periyodik ısınma ve soğumalara ya da temel buzul çağlarına neyin yol açtığı ay kuramı gibi iddialara rağmen (çünkü iklim elemanlarının tümünü birden etkileyebilmesi için ayın kütlesel çekiminin daha büyük olması gerekir) hala net yanıtlara kavuşmuş değil.
Ancak ana buz çağları ile ilgili daha çok teorem düzeyinde tezler mevcut. Ki bunların her biri iklim değişiminin doğal nedenleri ile ilgili olarak öne sürülüyor.

Bir tanesi kıta kayma hareketleri. Bu tür etkenler okyanus akıntılarını etkilediğinden ve aynı zamanda rüzgarları da etkiliyor oluşundan dolayı, iklim dengesizliklerine yol açabilir. Bir diğeri yanardağ patlamalarıdır. Yanardağ patlamalarının atmosfere saldığı aşırı toz güneşin geçirgenliğini ve yer yüzüne güneş ışınlarının gelmesini etkilediği için soğumaya yol açtığı bilinmekte. Diğer bir başka etken güneş lekeleri hipotezidir. Güneşteki lekelerin manyetik alan değişimi ile yeryüzüne daha çok ışınım saldığı bir vaka. Bu durum doğal olarak atmosferden daha çok ışınımın dünyaya düşmesi demek. Ancak daha önce de dediğimiz gibi bunların hiç biri atmosferdeki karbon artışına (Yanardağ tezi dışında) neyin yol açtığını açıklayamıyor.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bilim insanlarına göre olağan şartlarda bizim soğuma periyodu içine girmemiz gerekiyordu. Ancak tam tersi söz konusu. 19. yüzyıldan başlayarak 1940’a dek kuzey yarım kürede belirgin bir ısınma gözlenmenmiş. Ancak 1940’tan 1960’a dek çok hafif bir soğuma (0.25 santigrat) yaşanmıştır. Bu dönemde Alaska ve İskandinavya’daki buzulların geri çekilmesi durdu. Hatta İsviçre Alplerini bir kayak merkezi yapacak biçimde buralarda buzullaşmayı çoğalttı. Ancak 1970’lerde bu eğilim durdu ve yeniden ısınma başladı. 1976’da iklim bilimci Dr. Wallace S. Brrocker “yirmi otuz yıl sürecek, hızlı bir ısınma döneminin başında olabiliriz. Eğer doğal soğuma eğilimi sona erdiyse, küresel sıcaklık büyük bir artış gösterecektir. Bu ısınma 2000 yılında dünyanın ortalama sıcaklığını son bin yılın en üst düzeyine çıkaracaktır”1 gerçekten de Brrocker den sonra 1997’de son 1200 yılın sıcaklık rekoru kırıldı. Onu izleyen 1998 de ise 97’den bile sıcak bir yıl oldu. Bu yıl yaşadığımız sıcak kış nedeniyle 2007’nin yeni bir sıcaklık rekoru kırması ve 2007 yazının görülmüş en sıcak yaz olması bekleniyor. Tüm bu olgulardan yola çıkan BM bir sentez teorem oluşturdu.
İklim değişimini etkileyen doğal olaylar kadar insan faktörü de söz konusudur. Eğer iklim değişimi doğal etkinliklerin bir sonucu olarak yaşanıyorsa da, kesin olan bir tek şey var insan faaliyetlerinin bu süreci hızlandırdığı. Dolayısıyla iklim değişimindeki insan faktörünü devre dışı kılmaya çalışan kişi ve kuruluşlar ister istemez dünyanın yaşayacağı iklim felaketinde en az doğal etkenler, karbon salınımları kadar etki sahibi olacaklardır. Tüm bu tartışmalar bir yana son belirttiğimiz gibi BM Raporu Küresel Isınma denen olgunun ve bun da insan etkisinin çok büyük olduğunu net bir biçimde ortaya koydu.
KÜRESEL ISINMANIN SONUÇLARI VE SU KAYNAKLARINA ETKİSİ
Buzul döneminin kısmen sona erip, iklimin ılımlaşması bugünkü uygarlığımızın temellerini aşan ilk uygarlıkların doğmasına yol açmıştır. Bugünlerde medyatik bir ilgi konusu halini alan ve en çok konuşulan konular arasında yer alan küresel iklim değişimi eğer önlem almakta daha fazla geç kalırsak uygarlığın sonu olacak. Yayınlanan raporlar elde edilen verilerin çokluğunun da etkisi ile konusunda giderek daha karamsar ifadelere yer veriyor. Her yıl fosil yakıtlarının yanması sonucu atmosfere 6 milyon ton karbon salınıyor. İşin kötüsü karbonu dengeleyecek unsurlardan biri olan Ormanlar da yok oluyor. Dahası kereste ticareti için, hayvancılık için ayrılan orman alanları ve kesilen ağaçlar nedeniyle atmosfere bu 6 milyon ton karbona ek olarak, artı 1.3 milyon ton olduğu tahmin edilen bir karbon salınımı gerçekleştiriyor. Bütün bunların sonucu olarak nehirler de kuruyor. Dünyanın önemli nehirlerinden biri sayılan Colorado nehri denize dökülemeden kuruyor. Çin’deki ünlü Sarı Irmakta yılın bir bölümünde denize ulaşamadan kuruyup kalıyor. Her iki nehir de Tarihteki uygarlık havzaları için de yer alıyor. Tüm bunlar iklim değişimi ile ilgili karamsar senaryoları senaryodan gerçeğe dönüşme gibi algılamamıza yol açıyor. İklim değişimi ile ilgili ilk rapor 2001 ılında BM gözetiminde kurulan İPCC (Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli) 200 civarında uzmanın katılımı ile Cenevre’de yayınladı.
O günden bu yana iklim değişiminin yol açacağı olumsuz sonuçlar konusunda öne sürülen görüşler değişmedi. Öncelikle sanıldığı gibi ısınma dünya yüzeyinde her yerde aynı oranda yaşanmayacak, sıcaklık artışının özellikle yüksek enlemlerde ve kutup bölgelerinde daha şiddetli bir biçimde hissedilmesi bekleniyor. Yani şu anda en soğuk bölge olan Grönland, Kuzey ve Güney Kutbu Antarktika gibi buzul kıtalar ile Everest, Alpler vb. dağ buzullarının olduğu bölgeler, ısınmanın etkisini daha şiddetli bir biçimde hissedecek ve etkileri de en çok bu bölgeleri vuracak. Bu bölgelerde beklenen sıcaklık artışı şimdikinin iki katı olacak yani bu bölgelerde dünya sıcaklık ortalaması 7 santigrad dereceye kadar hissedilecek. Bunun sonucu olarak Kuzeybuz denizi Antarktika vb. buzulların erimesi hızlanacak. Uzun süreçte bu bölgelerin geçmişte oldu gibi yine Ormanlarla kaplı bir yer olacağı tahmin ediliyor. Bu yükselmenin en önemli neticesi deniz seviyesinin yükselmesi olacak, bu konuda da model farklılığı nedeniyle yaşanacak yükselme düzeyine ilişkin farklı öngörüler söz konusu. (Minimum 14 cm, maksimum 80 cm) ancak BM uzmanlarınca yapılan hesaplara bakarak 2050 yılında deniz seviyesinin 3 cm. kadar yükselmesi öngörülüyor. Sıcaklık artışı 3-4 derece yükselir ise 2100 yılında biraz iyimser, biraz kötümser bir tahminle yükseliş 66 cm. bulacak. Bu kıyı bölgelerinin büyük ölçüde su altında kalması demek. Söz konusu tahminin gerçekleşmesi halinde ABD’nin (ki dünyada en geniş topraklara sahip bir ülke) toprak kaybı 23 bin kilometre kare olacak. Bangladeş gibi topraklarının büyükçe bir bölümü alçak delta olan bir ülkenin toprak kaybı tüm karalarının yüzde 10’ununu bulacak. Bundan dolayı iklim değişimine karşı en duyarlı ülkeler ada ya da kıyı ülkeleri. Kıyı bölgelerini su basmasının yol açacağı bir başka önemli sorunsa bu tür bölgelerdeki tatlı su kaynaklarının denizle birleşmesi olacak. Zaten küresel ısınmanın yaratacağı problemlerden en başlıcasının su kaynaklarının azalması olacağı yönünde bir beklenti söz konusu. Tabii su seviyesindeki yükselmeye ilişkin kötümser tahminler de söz konusu. Bu tahminlerde Batı Antarktika buz levhası ve Grönlardın erimesi halinde deniz seviyesindeki yükselmenin 6 metreyi bulması bekleniyor. Küresel ısınmanın yol açacağı temel sorunlardan biri de böcek nüfusundaki artış nedeni ile yaşanabilecek salgın hastalıklar. Böcek yumurtalarının ölmesine yol açan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Bunun basit ve somut örneği sıtma taşıyan sivrisinekler. Sivrisinekler olağan iklim şartlarında, hava sıcaklığı 17 derece altına düştüğü anda en fazla 1 ya da 2 gün daha yaşıyor ve sonrasında ölüyor. Yaşama şartları bu sıcaklığa bağlı olduğundan hava sıcaklıkları bu ısının altında olduğu bölgelerde yaşaması mümkün olamıyor. Sonuçta bu durum sıtma sivrisineklerini insan nüfusunun dağıldığı yerlerin yüzde 58’inde yaşamalarına engel teşkil ediyor. Ancak 5 derecelik bir değişim olunca sivrisineklerin yaşadığı alan bir anda dünya nüfusunun yüzde 60’ını kapsayan bir bölgeyi kapsayacak. Bundan dolayı da her yıl fazladan 1 milyon insanın sıtmadan öleceği tahmin ediliyor.
Küresel ısınmanın taşıyıcı bant olarak tanımlanan okyanus akıntılarını vurması da beklenen sonuçlardan biri. Bunun nispeten bu oluşumlar sayesinde ılıman bir iklim özelliği gösteren Kuzey Avrupa’da şiddetli bir soğumaya neden olması bekleniyor. Akıntıların durmasının nedeni kutupların erimesi neticesi denizlerin hem soğuması, hem de tuzluluğun azalması. Bu okyanus akıntılarının durmasına neden olacak.
Kısacası iklim değişimi yaşamın her alanında felaketlere yol açacak, iklim kuşaklarının kayması, yağışların değişmesi yüzünden belli bölgeler tarım için elverişsiz olacak. Bu durum da büyük göç dalgalarına neden olduğundan şiddetli çatışmalar, savaşlar ve toplumsal yaşamda şiddetin artması anlamına geliyor.
Ancak buraya kadar anlattıklarımız zaten nüfus baskısı ve kirlenme nedeniyle ulaşılabilir tatlı su kaynaklarının da sıkıntı yaşayan dünyanın su konusunda yaşayacakların kapsamıyordu. Küresel ısınmanın asıl yakıcı sonuçları su üzerinde olacak gibi görünüyor. Artan buharlaşma nedeniyle hem aşırı yağış, hem kuraklık bekleniyor. Buharlaşma yüzünden göl ve Irmak sularında yüzde yirmiye varan bir kayıp bekleniyor. Diğer yandan artan kış sıcaklıklarının özellikle Akdeniz’de kuraklığa yol açması da bir başka beklenen sonuç, hatta açıklanan son raporlarda 2010 yılına kadar kış mevsiminin tamamen ortadan kalkması ve kar yağışının tarihe karışmasından söz ediliyor. Bu durum çok doğal olarak daha sıcak ve daha kurak yazlar, tarımsal gıda üretiminde belli bölgelerde su yokluğundan kaynaklanan büyüklüğün kayıplarına, mevsimsel kayma hatta ara mevsim denen şeyin giderek ortadan kalkması neticesinde pek çok ürünün büyüyememesine, bazı ürünlerin kurumasına neden olacağı açık.
Yani dünyanın belli kısımları küresel ısınma nedeni ile aç kalma riski ile karşı karşıya olacak. Isınma nedeniyle belli bölgeler kuraklık çekerken (öncelikle Akdeniz) belli bölgelerde aşırı yağışlardan sellerden çok büyük zarar görecek. (bu kış bu durumu yaşadık Türkiye’nin batı bölgeleri kurak ve neredeyse yağışsız bir kış geçirirken, su zengini doğu yağış çokluğundan muzdaripti.) Artan sıcaklığın daha çok buharlaşma ve buna bağlı bulut oluşumunu hızlandıracağı beklenen bir durum. İklim sıcaklarındaki kayma nedeniyle kuzey yarım kürenin iç kısımları kuraklık çekerken, güney yarın kürenin aşırı yağışlara, sellere, taşkınlara maruz kalması beklenen bir etki. Su konusunda yaşanan paradoks doğal olarak tarıma da yansıyacak. Karbon artışı bitkiler için besin kaynağı anlamına geldiğinden belli bölgelerde, belli ürünlerde %10 ile 25’lik bir artış bekleniyor. Buna karşılık kuzey yarımkürenin büyük bir bölümü tarım açısından sıkıntı çekecek.1
Stres belirtileri de şimdiden baş gösteriyor. Suyun hallerini ele aldığımız ve temel bilgileri verdiğimiz ilk bölüm de suyun giderek kıtlaşan bir madde halini aldığını, zaten eşitsiz olarak dağılmış durumdaki su kaynaklarında yaşanan azalma nedeniyle bir baskı oluştuğunu belirtmiştik. Her yıl dünya su kaynaklarına dönük talepleri olan 80 milyon yeni insan dünya nüfusuna ekleniyor. Buna karşılık su kaynakları her geçen gün azalıyor. Daha şimdiden yoksul ya da göreli yoksul orta gelir düzeyine yakın olan ülkelerde bir çok insan içme, yıkanma ve gıda üretimi gibi çok temel gereksinimlerini karşılayabilecek yeterli su miktarından yoksun bir halde. Devam eden nüfus artışına ek olarak suyun bazı ülkelerce aşırı tüketildiği de bir gerçek. Nitekim ABD’li ünlü çevre kuruluşu World Watch İnstute (Dünya İzleme Enstitüsü) uzmanlarından Sandra Postel, Çin, Hindistan, Suudi Arabistan, Kuzey Afrika ve ABD’nin su kaynaklarından yılda 160 milyon metreküp ya da 160 milyon ton suyu fazladan pompaladığını yaptığı hesaplar ile ortaya çıkıyor. Postel bir ton su ile 1 ton tahıl üretildiğinden yola çıkarak bu miktarla 160 milyon ton tahıl üretilebileceğini söylüyor. 2
Dünyanın belli bölgelerinin kıtlık nedeni ile açlık çektiğini, bir çok Afrika ülkesinde insanların yıllık 8 litre su ile yaşamak zorunda kaldıklarını aklımıza getirirsek bu su dünya yoksullarından ve gelecek kuşakların hakkından çalınmış oluyor. Söz konusu 160 milyon ton tahıl ile 480 milyon insanın beslenebileceğini düşünürsek, söylediklerimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Dünyadaki su kaynaklarından elde edilen içilebilir ve kullanılabilir suyun-ki bunun için ciddi finansal harcamalar ile ciddi yatırımlar yapıldığını akılda tutalım-yüzde yetmişi tarımsal üretim için sulamada, yüzde yirmisinin de endüstride ve yüzde onunun da evlerde kullanılmakta olduğu biliniyor. Bu üç sektör arasında su talebi için önemli bir rekabet yaşanmakta ve bu rekabet endüstrinin sağladığı ekonomik refah nedeniyle gittikçe endüstriye kayıyor. Bu da gıda üretimindeki su talebini düşürmekte.
Mevcut iklim modelleri, yüksek ve orta enlemlerde ve çoğu ekvator bölgesinde yıllık yağışların küresel ısınma nedeni ile artacağını öngörüyor. Buna karşılık sub tropikal ya da alt tropikal dediğimiz ve doğu Akdeniz havzasını da içine alan bölümden yağış oranlarının yüzde 10’lara varan düzeylerde düşeceğini ortaya koyuyor. IPCC’nin bir üyesi olan Zekai Şen tarafından yapılan bir çalışmada (ki bu çalışma İPCC’nin bu konuda yaptığı çalışmaların bir aktarımıdır) küresel ısınmanın sonucu olarak mevsimsel ve yıllık yağış toplamlarının nisbi değişkenliğinin de bir artış gösterdiğini belirtmekte. Kısacası yağış düzeninde iniş ve çıkışlar anlamına gelen bir düzensizleşme yaşandığı gözlemlenmekte. Ancak sağanak yağışların sıklığında bir artış olacağı yönünde bir işaretin de olduğu aynı raporda belirtilmekte. Yine toprağın nem tutma kapasitesinde düşme olabilir denmekte. Söz konusu raporda yer altı sularında iklim değişiminin etkisinin oldukça fazla olması beklenmekte. “Mevsimsel dere akışları tarafından beslenip, doğrudan buharlaşma tarafından azaltılmaktadır.”3
Öte yandan sağanak biçiminde yağan ve taşkınlara neden olan yağışlar yüzeysel su kaynaklarında yaşanan kuraklığı sona erdirmeyebilir. Dolayısıyla küresel ısınma sonucu kuraklık yaşanıp yaşanmayacağını asıl belirleyen etken kış yağışları olacaktır. Bu yağışlarda muhtemel bir (bu yıl batı bölgelerde olduğu gibi) azalma kuraklıklara yol açacaktır.
Sonuç olarak küresel ısınma sonucu yaşanması muhtemel gözüken su sorunlarında asıl belirleyici olan insanların suyu nasıl yönettiği ve talebi nasıl dengelediği olacaktır. Eğer şu an olduğu gibi aşırı su çekimi devam ederse iklimden kaynaklanan düşüşler beklenenden çok az olsa bile yine de ciddi su sıkıntılarına yol açacaktır. Dolayısıyla bu noktada asıl belirleyici faktör talep olacaktır. Eğer talep azaltılmaz ve mevcut su kaynakları verimli bir biçimde kullanılamaz ise büyük çaplı su sıkıntılarının yaşanması kaçınılmaz olacaktır
:::: BİTTİ ::::

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...