30.06.2006

Virüslü kenelerin nedeni göçmen kuşlar mı?


Tarım Bakanlığı kaynakları, Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA) denilen hastalığın virüsünün de, kuş gribinde olduğu gibi göçmen kuşlar aracılığıyla Türkiye'ye geldiği görüşünde.

Konu ile ilgili önceki global disaster haberleri :
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi
Kene Artışı Engellenemiyor

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkililerinden alınan bilgiye göre, üzerlerine yapışan keneler nedeniyle KKKA virüsünü gittikleri ülkeye taşıyan göçmen kuşlar, solunum yolu ve dışkıları ile virüsü bölgeye bırakıyorlar, buralardan da virüs önce evcil hayvanlara ardından insanlara geçiyor.
Uzun mesafe kateden kuşlar çok yorgun ve stresli olduklarından virüs saçımının arttığını belirten yetkililer, söz konusu kuşların acıktıkları zaman yerleşim yerlerine yakın mesafelere yöneldikleri ve bu nedenle de evcil hayvanlarla temaslarının kolaylaştığını belirttiler.
Yetkililer, kuzey yarımküredeki tüm ülkelerde görülen söz konusu virüsün Türkiye'ye gelme tarihinin tam olarak bilinmediğini, fakat 2000 yılından itibaren virüsün aktif olduğunun bilindiğini söylediler.
Türkiye'de yılda ortalama 250-300 kişinin KKKA hastalığına yakalandığını ifade eden yetkililer, bunun yüzde 8'inin ölümle sonuçlandığını kaydettiler.
Yetkililer, sıcaklarla birlikte aktif hale gelen KKKA'nın Temmuz ayından itibaren daha da artabileceğini, hayvan hareketleriyle virüsün tüm Türkiye'ye yayılabileceğine dikkati çektiler.

81 İLE TALİMAT GÖNDERİLDİ
Bu arada Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 81 ile gönderdiği talimatta söz konusu virüs hakkında kırsal kesimde yaşayanların bilgilendirilmesi ve üreticilere evcil hayvanların ilaçlanma yöntemlerinin öğretilmesini istedi.
Keneyle mücadele için genel ilaçlamanın doğal dengeyi bozabileceğini belirten yetkililer, asalak olan kenelerin ancak başka bir canlı üzerinde yaşayabileceğini, bu nedenle ilaçlamanın hayvanlara tek tek ilaçlı banyo şeklinde yapılmasının daha doğru olduğunu kaydettiler.
Yetkililer, mücadele çerçevesinde riskli bölgelerdeki hayvanların Nisan-Ekim döneminde en az 3 defa ilaçlanması gerektiğini vurguladılar.
Kenelerle mücadele için yaban hayatıyla ilgili çalışma da yapılması gerektiğini belirten yetkililer, zorluğuna karşın Çevre ve Orman Bakanlığı'nın harekete geçerek yaban hayvanlarına tek tek ilaçlı banyo yaptırılması gerektiğini de ifade ediyor.
Yetkililer, söz konusu virüsün hayvan etinden insana geçmediğini, bu hastalığın tam olarak yok olabilmesi için de 8-10 yıl ilaçlama yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
Keneyle mücadelenin uzun ve pahalı bir mücadele olduğuna işaret eden yetkililer, Tarım Bakanlığı bütçesine 2006 yılında hayvan hastalıklarıyla mücadele için ayrılan 20 milyon YTL'nin mücadele için yeterli olmadığını da kaydettiler. Yetkililer söz konusu mücadele için Türkiye genelinde yapılacak tek bir ilaçlamanın maliyetinin 18 milyon YTL'yi bulacağına işaret ediyorlar.

KKKA HASTALIĞI NEDİR?
Türkiye'de halk arasında kene; sakırga, yavsı, kerni gibi isimlerle de biliniyor. Keneler zorunlu kan emici artropodlar olarak dünyanın her bölgesinde yaşıyorlar. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 850 kene türü olduğu biliniyor.
KKKA virüsü ise Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus soyundan geliyor. Virüs 56 derece ve 30 dakikada inaktive oluyor. 40 derecede 10 gün yaşayabiliyor. Ultravviyole ışınlarıyla da hızla inaktive oluyor.
KKKA ilk kez 1944-1945 yıllarında yaz aylarında Batı Kırım steplerinde çoğunlukla ürün toplamaya yardım eden Sovyet askerleri arasında görüldü. Hastalığa Kırım hemorajik ateşi adı verildi. 1956'da Zaire'de ateşli bir hastadan Kongo virüsü tespit edildi. 1969'da ise Kongo virüsü ile Kırım hemorajik ateşi virüslerinin aynı virüs olduğu belirlendi ve hastalık KKKA ile yeniden adlandırıldı.
Doğu Avrupa ve Asya'daki Kırım-Kongo hemorajik ateş salgınlarının genellikle insanlar tarafından oluşturan çevresel şartlara bağlı olarak geliştiği düşünülüyor. Kırım'daki ilk salgının, 2. Dünya Savaşı yıllarında kene ile enfekte olmuş bölgelerin tarıma açılması nedeniyle oluştuğu sanılıyor. Daha sonra eski Sovyetler Birliği ve Bulgaristan'da olan salgınlarda ise ziraatçılık ve hayvancılıktaki değişmelerin rol oynadığı belirtiliyor.


DÜNYADA NERELERDE GÖRÜLDÜ?

KKKA, Nairovirüslerin neden olduğu ateş, cilt içi ve diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden kene kaynaklı bir enfeksiyon. Son yıllarda tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu enfeksiyonların ölüm oranı hala yüksek (ölüm oranı ülkeye göre yüzde 8 ile 80 arasında değişiyor).
KKKA Afrika, Batı ASya ile Kuzey ve Doğu Avrupa'da görüldü. KKKA virüsünün Bulgaristan, Makedonyada, Pakistan, Irak, Afganistan, İran, Kosova, Kazakistan, Sahra altı Afrika ülkeleri, eski Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Yunanistan, Arap yarımadası, Dubai, Kuveyt, Çin ve Moritanya'da salgınlar yaptı. Hastalık Türkiye'de 2002'de Tokat, Çorum ve Sivas çevresinde görüldü, daha sonra 22 ile yayıldı.
Virüs, sığır, koyun, keçi, yabani tavşan ve tilki gibi hayvanlarda tespit edildi. Virüs, sığır ve koyun gibi Hyalomma keneleri için konak olan hayvanlarda belirtisiz enfeksiyon ve bir hafta kadar süren geçici viremi (kanda virüsün bulunması) oluşturmasına rağmen, insanlarda hastalığa neden oluyor. Küçük memeli hayvanlarda da viremi ve hafif enfeksiyon oluşup keneler için kaynak oluşturabiliyor.
Bir bölgede, kenelerin ve keneler kan emdiğinde bulaşmayı sağlayacak kanında virüs bulunan hayvanların bol olması salgın için önemli bir faktör olduğu belirtiliyor.
Hyalomma soyuna ait keneler en etkin ve yaygın olmakla birlikte, 30 kene türünün KKKA virusunu bulaştırabileceği bildiriliyor.


İNSANLARA NASIL BULAŞIYOR?

İnsanlara, ''enfekte kenelerin yapışması/kan emmesi sırasında salgıladıkları tükürük salgısı ile, enfekte kenelerin çıplak elle ezilmesi halinde temasla, viremik hayvanların kesilmesi sırasında hayvana ait kan ve dokularla temasla, viremik hastalarla (kan ve diğer vücut sıvıları) temasla'' bulaşabiliyor.
Hastalık için çiftlik çalışanları, çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, et ve et ürünleri market işçileri gibi tarım çalışanları ve hayvancılık ile uğraşanlar, veterinerler, hasta hayvan ile teması olan ve akut hastalarla temas olasılığı bulunan salgın bölgelerde görev yapan sağlık personeli, askerler, kamp yapanların risk altında olduğu belirtiliyor.

KKKA'DA BELİRTİLER NELER?
İnsanlarda hastalık, ateş, üşüme-titreme, yaygın kas ağrıları, bulantı-kusma, ishal, yüzde kızarıklık, karaciğerde büyüme ve kanama ile kendini gösteriyor.
Genelde ölümler hastalığın 6 ile 14. günleri arasında oluyor. Hastalar sıklıkla yoğun kanama ve kalp durmasından kaybediliyor.
Tarım Bakanlığı'nın söz konusu hastalığa vatandaşlara şu uyarılarda bulunuyor:
''-Kene bulunan hayvanlarla temastan kaçınmalı.
-Hayvan kanı, dokusu veya hayvana ait diğer vücut sıvıları ile temas sırasında da gerekli korunma önlemleri alınmalı.
-Mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınılması gerekiyor.
-Çalı, çırpı ve gür ot bulunan yerlerden uzak durulmalı, bu gibi yerlere çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemeli.
-Özelikle kırsal alanlarda dolaşılırken çizme giyilmeli veya pantolon paçaları çorap içine alınmalı.
-Hayvan barınakları kenelerin yaşamasına imkan vermeyecek şekilde yapılmalı, çatlaklar ve yarıklar tamir edilerek badana yapılmalı.
-Kenenin ısırdığı kişinin iki hafta süreyle ateş ve diğer belirtiler yönünden takip edilmesi gerekiyor.

29.06.2006

'Tropik genleşme Dünya’yı çölleştirir'

Tropik Genleşme
Son 25 yılda tropik bölgenin 2 derece kutuplara doğru büyüdüğünü düşünülüyor. Bu, yeryüzünde tropik bölgenin 200 kilometre genişlediği anlamına geliyor.
Uzmanlar, ekvator sıcaklıklarının kutuplara doğru ilerlediğini, bu sürecin yeryüzündeki tropik kuşağı genişleterek yüzyıl sonunda çölleşmeye yol açacağını öngörüyor.
Ntvmsnbc
LONDRA - Araştırmayı yürüten University of Washington profesörü John Wallace, küresel rüzgar yapısının bu yüzyılda kutuplara doğru 2-3 derece daha kaymasının Sahra gibi çöl iklimini birkaç yüz kilometre kuzeye çıkaracağını ve bunun Avrupa’da çöllemeye neden olacağını belirtiyor. Araştırmayı yapan bilim insanları, 1975-2000 arası atmosferdeki oksijen moleküllerinin saldığı mikrodalga radyasyonundan ısı analizler yaptı.
Araştırmada atmosferin troposfer tabakasının her iki yarımkürede 30’uncu enlem civarının son 25 yılda yaklaşık 1.5 Fahrenheit ısındığı ortaya çıktı. Troposfer, yaryüzünden 12 km yüksekliğe kadar ve hava olaylarının birçoğunun gerçekleştiği alan. Atmosferdeki ısınma, troposferin genişlemesi ve kutuplara doğru büyümesine yol açıyor.

TROPİK ALANLAR 200 KM GENİŞLEDİDünya’da 23.5 derece enlemdeki Oğlak ve Yengeç dönenceleri arasında kalan alan teorik olarak tropik bölge sayılıyor. Tropik bölgelere daha çok Güneş ışını düşüyor, daha zengin bir bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliğine sahip oluyor. Araştırma son 25 yılda tropik bölgenin 2 derece kutuplara doğru büyüdüğünü savunuyor. Bu süreç, yeryüzünde tropik bölgenin 200 kilometre genişlediği anlamına geliyor.

AKDENİZ DE ETKİLENECEK
İklimbilimciler tropik bölgenin genişlemesini insanların yaşadığı enlemlerde çölleşmeye neden olabileceğini ve bunun da küresel bir çevre sorunu olduğuna dikkat çekiyor. Araştırmacılar, tropik genişlemenin ayrıca ABD’nin güneyi ve Akdeniz Havzası’nda subtropikal etkiyi artırarak kuraklığı tetikleyeceğini tahmin ediyor.

Bilim insanları tropik genişlemenin doğal koşullardan mı yoksa küresel ısınmadan mı kaynaklandığını tam olarak açıklayamıyor. Ozon tabakasında biriken kirletici gazların ısıyı saklamış olabileceği belirtiliyor. Araştırma Science dergisinde yayımlandı.

TROPİK ORMANLAR TEHLİKEDE
Öte yandan, Uluslararası Tropikal Ormanlar Örgütü’nün yayımladığı rapor, her yıl yaklaşık 14 milyon hektar tropikal ormanın kaybolduğu savunuyor. Örgüt başkanı Manoel Sobral Filho, tropikal ormanların yarısının 50 yılda kaybolma tehlikesi yaşadığını ifade etti. Filho, orman alanlarının yakılmasının, biyolojik çeşitlilik için tehlike oluşturduğunu ayrıca atmosfere yayılan karbondioksit gazının yüzde 20’sinin de ormanların yakılması sonucunda oluştuğunu söyledi.

Raporda, orman kaybının özellikle Endonezya, Fildişi Sahili, Liberya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Filipinler ve Nijerya’da endişe verici olduğu uyarısında bulunuyor.

Kaynak: LIVESCIENCE.com

'Kutuptaki CO2 atmosfere karışacak'

Uzmanlar, küresel ısınmanın Kuzey Kutbu’ndaki buzları eritmesiyle,yüzbinlerce yıldır toprak altında yatan karbondioksidin atmosfere karışacağı uyarısını yaptı.
NEW YORK - Kuzey Kutbu’na yakın bölgelerde donmuş topraklar yüksek düzeyde karbon ve hayvan kemikleri barındırıyor. Rus Bilimler Akademisi’nden Sergey Zimov, Sibirya’da ‘yedoma’ adı verilen donmuş toprakların altında 500 gigaton karbonun yattığını belirtiyor. Rus uzmanın uyarısı şöyle; küresel ısınmayla eriyen bu topraklar binyıllardır sakladıkları karbonu atmosfere karbondioksit veya metan olarak salacak. Bir gigaton 1 milyar tona eşit.

'Canlı Türlerinin Dörtte Biri 2050'de Yokolacak'


Bilim insanları yeryüzündeki iklimsel değişimler nedeniyle mevcut canlı türlerinin dörtte birinin 2050 yılında soyunun tükenmiş olacağı uyarısında bulunuyor.
Ntvmsnbc
TORONTO - Kanada’nın önde gelen üniversitesi University of Toronto’da yapılan araştırmada dile getirilen en vahim senaryoya göre, karbon dioksid düzeyleri bugünkünün iki katına çıkıyor. Bu yeryüzünden 56 bin bitki türünün ve 3 bin 700 hayvan çeşidinin yok olması demek.
İklim değişikliği ve diğer etkenlerin gelecekte alacağı seyri, bilgisayar simülasyonlarında değerlendiren uzmanlar, 25 tehlike bölgesi belirledi. Biyo-çeşitliliğin en büyük tehlike altında olduğu ‘sıcak bölgeler’ yeryüzündeki bitkilerin yüzde 44’ü ve omurgalı hayvanların da yüzde 35’ini barındırıyor. Söz konusu tehlike altındaki bölgeler, Dünya yüzölçümünün yüzde 1.4’üne denk düşüyor.

Canlı türlerinin tehlike altında olduğu sıcak bölgeler arasında Karayipler, Antiller, Güney Afrika, Güneydoğu Avustralya, Brezilya’daki Amazonlar, Paraguay ve Arjantin’in ormanları.

KÜRESEL ISINMA GÖRÜLMÜŞ EN BÜYÜK TEHLİKE
Araştırmayı yürüten University of Toronto biyoloji ve ekoloji uzmanı Dr. Jay Malcolm, küresel ısınmanın Dünya’daki biyo-çeşitliliğe en büyük tehdit olduğunun altını çiziyor. Dr. Malcolm, “Araştırma, küresel ısınmanın Dünya’ya nasıl bir felaket getireceğini ortaya koyuyor ve felaket 50 yıl içinde gerçekleşebilir” diye konuştu.

Bilim insanları, 50 yıl sonraki felaketin önlenmesi için, insanoğlunun bugünden harekete geçerek karbon dioksid üretimini durdurmasının şart olduğunu vurguluyor.

Not: Araştırmayı konu alan makale Conservation Biology bilim dergisinde yayımlanmıştır.

28.06.2006

Şap Hastalığı Tehlikesi,Salgın Büyüyor


11 il de [Erzurum , Burdur, Kütahya, Konya, Denizli, Kars, Ağrı, Eskişehir, Çorum, Uşak, Adana] Hayvan Pazarları 2. bir emre kadar kapatıldı.

Kaynak : İzmir Veteriner Hekimleri Odası
Zaman Gazetesi


Şap Hastalığı ile ilgili bilgi için : Şap Enstitüsü

Isparta'nın komşu illeri Konya, Afyonkarahisar, Denizli ve Burdur'da görülen şap hastalığı nedeniyle Isparta'nın teyakkuzda olduğu belirtildi. Tarım İl Müdürü Mücahit Yeşil, şap hastalığı konusunda Isparta'nın karantina altında olmadığını belirtti.

Komşu iller Afyonkarahisar, Konya, Denizli ve Burdur illerinde şap hastalığının görünmesi nedeniyle bu illerde hayvan hareketlerinin durdurulduğunu kaydeden Tarım İl Müdürü Yeşil, Isparta'da yalnızca teyakkuzda olunduğunu ifade etti. Yeşil, "Haziran başından itibaren komşu illerimizden Afyonkarahisar, Konya, Denizli ve Burdur illerinde şap hastalığı çıkması nedeniyle, bu illerdeki tüm hayvan pazarları kapatılarak, hayvan hareketleri durdurulmuştur . Bu durum, ilimizde aşılamanın tamamlanmış olmasına rağmen genç sığırlar ile ilk defa aşılanan hayvanlarda, geçen zaman içerisinde bağışıklık azalabileceğinden ilimiz için önemli riskler taşımaktadır. Nitekim Isparta ili Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Komisyonu toplanarak alınması gereken tedbirler görüşülerek ilave tedbirler alınmıştır" diye konuştu.

Tedbirler çerçevesinde hassas bölgelerde ikinci destek aşılamaları başlatıldığını kaydeden Yeşil, hayvan pazarlarının ve hayvan nakleden araçların daha etkin bir şeklide denetlenmesi amacıyla, polis, jandarma ve zabıta ekiplerinin uyarıldığını belirtti. Yeşil, "Ayrıca il müdürlüğümüz ve tüm ilçe müdürlüklerimizce, hastalık ihbarları hassasiyetle değerlendirilmektedir. Yoğun saha taramaları yapılarak gerekli tedbirler alınabilecektir. Hastalıkla mücadelede başarılı olabilmek için aşılama kampanyalarına etkin bir şekilde katılan yetiştiricilerimizin, hastalığın köylerine ve hayvanlarına bulaşmaması için hastalığı taşıyabileceğinden şüpheli şahısları ahırlarına almamaları, sürüleri dışarıdan gelecek hayvanların mutlaka aşılanmış olmalarına dikkat etmeleri, hayvan alımlarında mutlaka Veteriner Sağlık Raporu aramaları ve aşılama kayıtlarına dikkat etmeleri gerekmektedir" ifadelerini kullandı.
Bigglook
Arjantin ilk kez Salı günü ülkede bir çiftlikte şap hastalığına rastlandığını bildirmişti. Batı Afrika ülkesi Fas da şap hastalığına rastlanan ülkelerden canlı hayvan ve et ithalini yasakladığını açıkladı. Slovakya da İngiltere ve Fransa'dan canlı hayvan ve et ithal etmeyeceğini bildirdi. Alman polisi de Çek Cumhuriyeti ile sınır oluşturan Waidhaus-Rozvadov sınır kapısını, şap hastalığına karşı yapılan ilaçlamanın aşırı keskin kokusu nedeniyle geçici olarak kapattı. Norveçli hayvan üreticileri de yakında ülkenin kuzeyinde film çevirecek ve aralarında Gerard Depardieu'nün de bulunduğu İngiliz ve Fransız sinema oyuncularının, şap hastalığına karşı ''ilaçlanmasını'' istedi.

Petrol devlerinin masalları

Stop Oil Industry!
BİRGÜN GAZETESİ
The Guardian, Londra 13 Haziran 2006
Petrolü aştığını" iddia eden bir şirket olarak BP, Alaska'daki tundraya büyük miktarda petrol dökmeyi başardı. Haber basına sızdırıldıktan sonra BP, 1,2 milyon litre ham petrolün,dünyanın en hassas doğal ortamlarından birine sızmasına izin verdiği için cezai yaptırımla karşı karşıya olduğunu yatırımcılara geçen hafta itiraf etti. Olay o kadar ciddi ki, BP çalışanlarından bazıları hapis cezası alabileceği söyleniyor.

Bunu yapan, şirket vahşetinin şahikası olan Exxon olsaydı, bu haber kimseyi şaşırtmaya-caktı. Fakat, tıpkı Shell gibi, BP'nin imaj değiştirme çalışmaları o kadar etkili oldu ki, BP'nin çevreci bir grup olduğunu sanmak işten bile değil. Bu şirketler, petrolden elde ettikleri büyük kazançları, artık petrolden tamamen vazgeçtikleri izlenimini vermek için kullanıyorlar.

Shell'in reklam fotoğraflarında, gömleklerinin yakası açık ve dişleri bembeyaz teknoloji uzmanları görünüyor. Bu uzmanlar, rüzgâr gücü, hidrojen, bioyakıtlar ve doğal gazlarla yaptıkları cesur deneyleri anlatıyor. BP'nin logosu (Yeşil Parti'nin logosuna benzeyen yeşil ve sarı bir ayçiçeği) ve reklamları aynı öyküyü anlatıyor. O zaman BP'nin ham petrol ile Alaska'da ne işi vardı? BP benzin istasyonlarının saf havuç suyu satıyor olması gerekmez mi?

İki üç yıldır çevreciler (ben de dahil), dünya çapında petrol üretiminin yakında en yüksek noktasına ulaşıp ardından düşüşe geçebileceğini anlatıyor. Biz bu olasılıktan yola çıkarak, petrole olan bağımlılığımızın aynı düzeyde devam edemeyeceğini ve petrolden vazgeçmenin yollarını bulmamız gerektiğini savunuyoruz. Petrol şirketleri bu iddiamızı alıp, amacımızın tam tersine kullanıyor: Eğer petrol kaynakları azalıyorsa, o zaman bu şirketlerin yeni yerlerde petrol aramasına izin verilmeli.

ALTERNATİF TEKNOLOJİLER

Ne olursa olsun, bu şirketlerin kaybetmesi mümkün değil. Petrol aramalarına ve üretimine yatırım yaparlarsa, azalmakta olan değerli bir kaynak üzerinde kârlı bir kontrol kazanmış olacaklar. Yatırım yapmazlarsa, petrol fiyatları yükselecek ve kazançları bu yatırımı yapmaları durumunda elde edeceklerinden bile daha fazla olacak. İki durumda da o kadar çok para kazanacaklar ki, alternatif teknolojiler geliştirmeye hiç tereddüt etmeden birkaç milyar dolar ayırabilecekler ve böylece gelecekteki enerji pazarını da tekellerine almış olacaklar.

Yanlış anlamayın. Paralarının bir kısmını bu yönde harcamalarından memnun olurum. Bu şirkeder, güneş enerjisi ve hidrojen yakıt üniteleri gibi pahalı yeni teknolojilerin maliyetini düşürmek için gerekli boyudara sahip az sayıda şirketten birkaçı. Sorun şu ki, bu yeni olanakları, petrol yerine başka bir şey üretmek için değil, petrol üretimine ek olarak kullanıyorlar. Hisse senetlerini değeri, varlıklarının şu anki ve gelecekteki değerine bağlı. Varlıklarının gelecekteki değerini korumak için, yüzde 100 "rezerv ikame oranı" gerçekleştirmeyi hedefliyorlar. Yani ne kadar çok petrol üretirlerse üretsinler, onun yerine yeni keşifler de olmasına çalışıyorlar. Petrolden vazgeçip diğer ürünlere yöneldikleri yönünde bazı reklamlarında verdikleri izlenim aldatmacadan ibaret.

Ve bu şirkeder halkla ilişkilerinde daha açık, daha duyarlı ve daha az saldırgan hale gelmiş olmalarına rağmen, yaptıkları işin özü hâlâ aynı. BP, bölgeyi ilhak eden ve askeri işgal yoluyla kontrol altında tutan Endonezya hükümeti ile işbirliği yapmak anlamına gelse de, Batı Papu-a'daki Tangguh bölgesinde doğalgaz çıkarmaya devam ediyor.

BAKÜ-CEYHAN

Üç hafta önce BP'nin Londra'daki genel merkezinin önünde yapılan bir gösteri bize, Bakü-Ceyhan boru hattıyla ilgili toprak gaspını, çevreye verilen zararı ve insan hakları ihlallerini BP'nin kabul etmediğini, hâlâ gizlemeye çalıştığını anımsattı. BP, çıkardığı petrol ve gazın yılda 570 milyon ton karbondioksit ürettiğini kabul ediyor. Bu, BP'nin kullandığı bazı yöntemleri değiştirmesinden sonra ortaya çıkan miktar: Bunları değiştirmemiş olsaydı, ürettiği karbondioksit miktarı iki kat daha fazla olurdu.

Shell'in uygulamaları daha da kötü. Nijer-ya'daki petrol kuyularından çıkan gazın yakılması 1969'da yasaklanmış olmasına rağmen, Shell hâlâ günde yüz milyonlarca metre küp gaz yakıyor ve Sahra Afrikası'nda herkesin verdiğinden daha çok karbonu dışarı veriyor. Çevrede yaşayanlar yapışkan bir kuruma bulanmış durumda. Lagos'ta bir mahkeme, Shell'in bu gazı yakmaya son vermesi kararı aldı, fakat Shell 2009 yılına kadar buna son vermeyi düşünmüyor. Shell ayrıca, Nijer deltasını kirlettiği için 1,5 milyar dolar para cezasına çarptırıldı, fakat temyiz sonuçlanıncaya kadar bu parayı ödemeyecek.

Çevreci gruplar, Sibirya'nın doğu sahili açıklarındaki Sahalin Adası'nın çevresindeki denizlerden petrol çıkarmaması için Shell'e yalvardılar. Burada olabilecek bir sızıntı, dünyada kalan son 100 Batı Pasifik gri balinasının yok olmasına neden olabilir. Ama Shell geri adım atmayacak. Rezervlerini artırmak için bir süre önce Ka-nada'daki kumlu sahalardan petrol çıkarmak için iki milyar dolar yatırım yaptı. Çevreyi daha çok kirleten bir iş düşünmek mümkün değil.

Bugün her iki şirket de eskisinden daha akıllı. Her ikisi de iklim değişikliğinin olmadığını ya da projelerinin kimseye zarar vermediğini savunmaktan vazgeçtiler artık. Shell, son zamanlarda hakkında verilen cezaların listesini bile yayınladı. Fakat bu, yaptıkları işleri olduğundan daha iyi göstermeye çalışmaya son verdikleri anlamına gelmiyor.

Örneğin, Shell'in yeni sürdürülebilirlik raporu, atık gazları Kuzey Denizi'ndeki eski petrol sahalarına gömerek karbondioksit salınımını "yılda 2.5 milyon ton kadar" azaltacağını söylüyor. Fakat Shell bu gazı, ulaşılması zor alanlardaki petrolü dışarı sürmek için kullanıyor ve 2,5 milyon tonun brüt mü net mi (yeni petrolün yakılması da hesaba katıldıktan sonra ortaya çıkan miktar) olduğunu açıklamıyor. Ben birincisi olduğunu sanıyorum, ama şirkeder bize kendi işlerine gelen bilgileri vermeye devam edecekler.

Şirketlerin inkâra dayalı ve saldırgan eski tutumu artık değişti. Fakat bana öyle geliyor ki, bu değişim sadece onları daha da tehlikeli hale getiriyor.

27.06.2006

Küresel ısınma ‘gerçek ve sıcak’


ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin raporu son 40 yılın dünyanın son 2 bin yılda gördüğü en sıcak dönem olduğunu savunuyor.

WASHINGTON - ABD hükümeti belki bu kez küresel ısınmanın gerçekliğini kabul edebilecek. ABD Kongresi, ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nden küresel ısınmanın insan eliyle gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulayan bir rapor hazırlamasını istedi. Texas A&M University profesörü Gerald North başkanlığında bir konsey şimdiye dek yapılmış birçok araştırmayı tarayarak bir gözlem raporu yazdı. Rapor, küresel ısınmanın ‘insan eliyle’ gerçekleştiği tezinin bilimsel kanıtlara dayandığını savunuyor.

ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin raporu, 20’inci yüzyılın son çeyreğinin dünyanın son 2 bin yılda gördüğü en sıcak dönem olduğunu savunuyor. Raporda, “Son yıllardaki ısınma son 400 yıl kadar son ikibin yıllık süreçte görülmemiş bir süreçtir” ifadesi yer alıyor. Rapor, Michael Mann, Raymond Bradley ve Malcolm Hughes tarafından 1990’lı yıllarda ortaya atılan Kuzey Yarımküre’nin son 2 bin yılın en sıcak dönemine girdiği tezini onaylıyor.

ATEŞİ 37 DERECE OLAN HASTA GİBİ
Küresel sıcaklıklardaki 1 derecelik artış dahi Kuzey Yarımküre’de önemli iklimsel ve biyolojik değişimlerin kapısını aralıyor. Bilim insanları, küresel ısınmayı hastalanan bir insana benzeterek, insan vücudunda ateşin 1 derece yükselmesi halinde kişinin ne kadar rahatsız olacağını hatırlatıyor. Artış 1 derece dahi olsa, bunun ekosistem üzerinde ciddi hasarları olacak.

BUSH KYOTO’YU REDDEDİYOR
Bush hükümeti, küresel ısınmanın insan eliyle gerçekleştiğini inatla inkar ediyor. Çevreci önlemlerin ABD’de 5 milyon kişiyi işsiz bırakacağından korkan Bush hükümeti, önceki ABD hükümetinin imza attığı uluslararası anlaşmalarla konan birçok çevre politikasını uygulatmıyor. Bush, iktidara geldiğinin üçüncü ayında Kyoto Protokolü’nden çıkmıştı.

ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne küresel ısınma raporunun hazırlatılması ise, Başkan Bush’un partisinden bir temsilcinin küresel ısınmayı inceleyen bilim insanları hakkında soruşturma açmasına dayanıyor. Rapor, bu bilim insanları için yürütülen soruşturmayı etkileyecek.

KÜRESEL ISINMADAN 20’İNCİ YÜZYIL SORUMLU
Akademisyenler sera etkisinin başlıca nedeni karbondiyoksit ve metan gazlarının 12 bin yıl boyunca ‘sakin’ kaldıktan sonra, 20’inci yüzyılla birlikte atmosferde yoğunlaştığını belirtiyor. İklimbilimciler M.S. 1000 yılı civarında havanın aniden ısındığını ve 1500 ile 1850 yılları arasında ise küçük bir buz çağının yeryüzünde hüküm sürdüğünü belirtiyor.

Dev bir astreoid 3 Temmuz’da dünyanın yakınından geçecek



NASA’dan alınan bilgiye göre çapı 410 ile 920 metre arasında olan bir astreoid 3 Temmuz’da Dünya’nın çok yakınından geçecek. Tahminlere göre astreoidin dünyaya çarpma riski yok.

Kaynak : Milliyet
LOS ANGELES, (DHA) NASA’daki bilim adamları Uluslararası Uzay İstasyonu’na yaklaşan bilinmeyen bir cismin yanısıra daha büyük bir tehlikeyi de yakından izliyorlar.NASA’dan alınan bilgiye göre çapı 410 ile 920 metre arasında olan bir astreoid 3 Temmuz’da Dünya’nın çok yakınından geçecek. Tahminlere göre astreoidin dünyaya çarpma riski yok. Ancak bu astreoid şimdiye kadar Dünya’ya en çok yaklaşan gökcismi olacak. 10 aralık 2004 tarihinde tespit edilen ve 2004 XP14, adı verilen astreoid, dünyanın 432,308 km uzağından yani Ay’ın Dünya’ya olan uzaklığının 1.1 katı kadar bir mesafeden geçecek. Radar sinyalleriyle büyüklüğü ölçülmeye çalışılan 2004 XP14’in yaydığı ışığa göre bazı tahminler yapılıyor. Buna göre astreoidin çapı 410 ile 920 metre civarında olduğu düşünülüyor. Bu olayın dünyaya öngörülür bir zararının olmayacağı tahmin ediliyor.Astreoidler Lincoln Araştırma Laboratuvarları tarafından dünyaya çarpma ihtimallerine göre gözlemleniyor. Buna göre dünyanın yakınından geçeceği bilinen bir diğer astreoid 99942 Apophis’in 13 Nisan 2029’da çıplak gözle Asya ve Kuzey afrika’dan görülebileceği tahmin ediliyor.

Kene Artışı Engellenemiyor!


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, kene vakalarındaki artışın, kuş gribi nedeniyle yapılan tavuk itlafından kaynaklanabileceğini, ancak bölgelerde araştırmaya olanak sağlanmadığı için kesin nedenin anlaşılamayacağını söyledi.
İSTANBUL - Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Gökhan Günaydın kene popülasyonundaki artışın nedenlerini değerlendirdi. Günaydın, 1984’te Zirai Mücadele Genel Müdürlüğü ve Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kapatılmasından sonra ziraat mühendisleri ve veterinerlerin alanda çalışma yapamamasının temel sorunlardan biri olduğunu söyledi. Araştırma enstitülerinin önemli ölçüde işlevsizleştirilmesiyle de hayvan popülasyonundaki artışın gözlemlenemediğini belirtti. Günaydın’ın açıklamaları şöyle:

"Kırım Kongo Kanamalı Ateşi" Önceki Haber için Tıklayınız



Kırım Kongo İle İlgili Ayrıntılı Bilgi için :

  • Tarım Bakanlığı
  • Etlik Vet.Kont.Araşt.Enst./Veteriner Halk Sağlığı
  • Bilkent Üniv.Sağlık Merkezi


  • DOĞANIN DENGESİ BOZULDU
    Kene dünya durdukça yaşayan bir zararlı. Bu senenin sorunu ne peki? Bir görüşe göre, kuş gribi nedeniyle yapılan kanatlı hayvan itlafı kene sayısında artışa neden oldu. Bazı canlılar diğer canlıları kontrol ederler. Bundan 7-8 sene önce de süneyle mücadele edilirken ilacın dozu ve çalışma alanı artırılınca, köyleri fareler basmıştı. Yılanlar ölünce de fareler çoğalır. Yaşam döngüsünün içinden bir canlıyı çektiğiniz zaman böyle sonuçlar kaçınılmaz olur.

    TAVUK İTLAFI NEDEN OLABİLİR Mİ?
    Kenenin kontrol edicilerinden bazıları kanatlı hayvanlardır; hindilerdir, tavuklardır. Ancak kanatlı hayvan itlafının kene popülasyonundaki artışa neden olduğunu söylemek bilimsel açıdan o kadar kolay değil. İtlaf edilen tavuk sayısı o dönemde yüzde bir oranındaydı. O zaman kanatlı hayvanların daha çok itlaf edildiği bölgelerde kene artışının daha çok olması gerekir. Oysa İstanbul dahil, Türkiye coğrafyasının büyük bölümünde kene popülasyonunda artış gözleniyor.

    VETERİNER VE MÜHENDİSLER ÇALIŞTIRILMIYOR
    1984 yılında Zirai Mücadele Genel Müdürlüğü ve Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı. Araştırma enstitüleri önemli ölçüde işlevsizleştirildi. Alanda çalışan Veteriner Hekim ve Ziraat Mühendislerinin kamu görevlisi olarak çalışma erki kırıldı. Doğanın ortaya koyduğu gelişmeler gözlenemez oldu. Temel sorunlardan biri budur. Zirai mücadelede Teknisyenler (Ziraat Teknisyenleri,Veteriner Sağlık Teknisyenleri) alanda yaptıkları çalışmalarla, hayvan popülasyonundaki artışı gözlemlerlerdi. Böyle bir olasılık varsa, diğer canlıların doğaya salınımından, ilaçlamaya bir dizi önlemi devreye koyuyorlardı. İstatistiki karşılaştırmalarla, kimyasal ve kültürel önlemler alınarak bu gibi patlamalar önlenebiliyordu.
    Devlet bu alanlardan çekildi. Özel sektör de bu alana girmeyeceğine göre iş yine kamu yönetimine düşüyor.

    YAPILMASI GEREKENLER
    Bazı kimyasal uygulamaların, örneğin ULV tekniğiyle yüzey ilaçlamasının yapılması gerekiyor. Bu ilaçlamaların da büyükşehir belediyeleri tarafından insan ve çevre sağlığı üzerinde olumsuz etki yaratmayacak dozlarda hemen uygulanması gerekiyor. Amaç kenenin ortadan kaldırılması değil; artışın dizginlenmesi. Belediyelerin olanakları kısıtlıysa bu iş Tarım ve Köy İşleri’nin organizasyonu altında yapılabilir.

    SAĞLIK BAKANI AKDAĞ’A TEPKİ
    Günaydın, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın kene ile mücadele konusundaki açıklamaları için de şunları söyledi: “Bunları yapmak köylünün hiç aklına gelmemişti. Bakan kamuoyuna daha önce de kuş gribiyle ilgili olarak ‘köy tavukçuluğu ortadan kaldırılmalı’ gibi bir inci yumurtlamıştı. Bunlar uzmanlık gerektirmeyen, herkesin ilk aklına gelebilecek sözler; içinde önemli ölçüde yanlış barındıran açıklamalar. Isırmayı engelleyecek böyle sözleri herkes söyleyebilir.”

    Açlık Çeken Gezegen!

    Dünyada 850 milyondan fazla kişi yani her yedi kişiden biri yeterli derecede beslenemiyor.

    National Geographic Türkiye- NTV

    Konuyla ilgili global disaster yazısı içinTIKLAYIN

    İSTANBUL - Günümüzde dünya genelinde yiyecek üretimi herkesi doyurmaya yetecek miktarda olduğu halde vücudun gereksinim duyduğu besini (yetişkinler için günde 2100 kalori) alamayan kişi sayısı özellikle en yoksul ülkelerde yılda on milyondan fazla artış gösteriyor. Bazı ülkeler kıtlığın sınırlarında dolaşıyor.
    Doğal afetler ve insanların neden olduğu felaketler de bu ülkeleri sınırın diğer tarafına, kıtlığa doğru itiyor. Dünyadaki yiyecek sıkıntısının yarısından fazlasının nedeni olan kuraklık, geçtiğimiz yıl Haiti, Moğolistan ve Laos’ta ekinlere büyük ölçüde zarar verdi. Çiftçilerin tarladan mülteci kamplarına gönderilmelerine neden olan çatışmalar da sorunun büyümesine yol açıyor. 1992’den beri Afganistan, Irak ve Sudan gibi ülkelerde acil yardım gereksinimi, yaşanan savaş ve kargaşa nedeniyle iki kattan fazla arttı.

    Açlığın bir diğer nedeni de başarısız yönetimler. Kuzey Kore’nin 1990’larda yaşadığı sel felaketinin ardından ülke dışından yardım alma konusundaki çekimserliği ülke geneline yayılan bir kıtlığa neden oldu.

    BM Dünya Gıda Programı çalışanlarından Jennifer Parmelee, “Her yıl yeni felaketlerle karşılaşıyoruz,” diyor:
    “Ve insanlık bunlarla başa çıkmakta zorlanıyor. Uzun vadeli çözümler bulmalıyız.”

    İnsanlar kıyı yaşamını tehdit ediyor

    Dünya çapında ünlü 12 kumsalda yapılan bir araştırma, insan aktivitelerinin Roma döneminden bu yana kıyı yaşamına hasar verdiğini ortaya koydu.

    Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya'da yerleşim alanına dönüştürülmüş nehir ağzı kıyılarında yapılan araştırmaya göre, son 2 bin 500 yılda kıyı yaşamının yüzde 90'ı yok olurken, su kalitesinde de büyük ölçüde azalma görüldü.

    'Science' dergisinde yayımlanan araştırmanın bulguları, 20'nci yüzyılda ortaya atılan girişimlerin kısıtlı oranda başarıya ulaştığını açıkça gösteriyor.

    Sanayi devrimi bitirdi

    Araştırma merkezlerinde, 2 bin 500 yıldır nehir ağızlarında ve kıyılarda meydana gelen insan izi üzerine çalışan bilim adamları, bölgelerin arkeolojik, tarihi ve ekolojik kayıtlarını tuttu.

    Ekip, doğal kaynakların tükenişinin Roma döneminde başladığını ve Ortaçağ ile Avustralya ve Kuzey Amerika'da Avrupalı yerleşimlerin başladığı dönemde de artışa geçtiğini gördü.

    Doğal kaynaklardaki azalmanın en yoğun yaşandığı dönemler olarak nüfusun arttığı ve endüstriyel gelişimin yaşandığı dönemler gösterilirken, 1900-1950 ve 1950-2000 arası en kötü dönemler olarak belirlendi.

    Çoğunun nesli tükendi

    İnsan aktivitelerinden en çok etkilenen hayvanlar ise memeliler, kuşlar ve sürüngenler. Araştırmacılar bu hayvanların, o dönemden beri gıda, yağ ve lüks malzemeler için avlandığını söyledi.

    Bu hayvanların çoğunun nesli 1900'den önce tükenirken, hayatta kalanların sayısı da 1950'den sonra azalışa geçti. Somon, mersin, ton, morina ve sardalya gibi balıklar ise gelişen balıkçılığın kurbanı oldu.

    Yüzyılda yüzde 12 iyileşme

    Bitki örtüsü de tehlikeli gidişattan nasibini aldı. Yaş alanlardaki bitkilerin yüzde 67'si, deniz otlarının yüzde 65'i ve su bitkilerinin yüzde 48'i hastalık, tahribat ve istismar sonucu yok oldu.

    20'nci yüzyılda gösterilen çabalar ise ancak yüzde 12'lik bir düzelme sağladı. Fok, susamuru, bazı kuş ve timsah türleri iyiye giderken, balinalar ve deniz kaplumbağaları gibi büyük deniz canlıları hala tehlikede.

    [CNN Türk]

    24.06.2006

    Kuş gribi mutasyona uğradı!

    Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) araştırması, kuş gribi virüsünün (H5N1) Endonezya’da bir ailede hafif mutasyona uğradığını gösterdi.


    AA
    Güncelleme: 16:12 TSİ 23 Haziran 2006 Cuma

    CAKARTA - Aile üyelerinde geçen ay ortaya çıkan virüs, 7 kişinin ölümüne yolaçmıştı. WHO’nün raporunda, virüsün ailenin 10 yaşındaki bir mensubunda hafif mutasyona uğradığı, çocuğun virüsü daha sonra babasına bulaştırdığının tahmin edildiği belirtildi.


    ABD’nin Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezinden Tim Uyeki, bunun virüsün insandan insana muhtemel geçişinin ilk delili olduğunu, ancak virüsün aile dışına çıkmadan babaya bulaşmayla son bulduğunu söyledi.

    Uyeki, virüslerin her zaman az da olsa değişikliğe uğradığını, bu vakanın alarm zillerinin çalmasını gerektirmediğini belirtti.

    WHO’nun bulgusunun, Cakarta’da kuş gribi uzmanlarının kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantısında katılımcılara sunulduğu bildirildi.

    Kuş gribi 2003 sonlarında ilk kez Asya’da ortaya çıktığından beri dünyada 130 dolayında kişinin ölümüne yol açtı.

    [NTVMSNBS Sağlık]

    23.06.2006

    Big Bang Yeniden Yaratılacak!


    Astronomlar, evrenle ilgili tüm sırları barındıran Big Bang’in (Büyük Patlama) esrarını çözmek için laboratuvar ortamında patlamayı yeniden yaratmayı deneyecek.
    NTVMSNBC
    GALAPAGOS - Ekvador’a bağlı Galapagos adalarındaki San Cristobal’da düzenlenen bir uluslararası fizik kongresinde yapılan açıklamada, evrenin oluşumunun kaynağı olan Big Bang’in bininci saniyesinin, laboratuvar ortamında oluşturulacağı belirtildi. Kongrenin organizatörü başkent Quito’daki San Francisco Üniversitesi fizik profesörü Dr. Carlos Montufar, Big Bang’den sonraki bininci saniyede meydana gelen parçacık çarpışmasını oluşturmayı ve bu standart model üzerinde çalışmayı hedeflediklerini söyledi.

    Mevcut teoriye göre evreni oluşturan unsurların sadece yüzde 4’ü madde. Evrenin yüzde 96’sı ise kara madde ve kara enerjiden oluşuyor ki, bilim dünyası için bu varlıklar hala birer muamma.

    Konferansa ABD’li , Japon, Rus, Avrupalı ve Latin Amerikalı bilim insanları katılıyor; toplantıya Nobel Fizik ödüllü ABD’li bilim insanları Frank Wilzeck (2004) ve Leon Lederman (1986) da katıldı. Bilim insanları, evrenin 12 ila 14 milyar yıl önce Big Bang adı verilen büyük patlamanın ardından oluşmaya başladığını ve karanlık enerji adı verilen gizemli bir gücün etkisiyle genişlemesini sürdürdüğünü düşünüyorlar.

    San Andreas Fayında Enerji Birikimi

    San Andreas Fayı
    San Andreas fayında son 20 yıldır biriken enerjinin depreme neden olacağı belirtiliyor. Kuzey Anadolu fayına benzeyen San Andreas’ta, üç yüzyıldır deprem olmuyor.
    NTVMSNBC
    LOS ANGELES / İSTANBUL - California’yı kuzeyden güneye 1300 km boyunca saran San Andreas fayının aşağı bölümlerinde son 3 yüzyıldır hiç deprem meydana gelmiyor. Bu yeni bir depremin yolda olduğu şeklinde yorumlanıyordu. Son 20 yılda kaydedilen jeolojik gözlemlere dayanan yeni bir çalışma, San Andreas fayı boyunca deprem enerjisinin biriktiğini vurguluyor. Bu gerilme birikimi yeni bir depremin yaklaştığı şeklinde yorumlanıyor.

    Araştırmayı yapan La Jolla’daki Scripps Institution of Oceanography uzmanı Yuri Fialko, San Andreas fayının güney bölümlerinde enerji birikiminin üst düzeye geldiğini ve bu hat boyunca yakın zamanda bir kırılmanın meydana gelebileceğini belirtiyor. Ancak bilim insanları depremin ne zaman gerçekleşeceğinin zamansal tahmiminin mümkün olmadığını vurguluyor.

    YENİ BİR DEPREM FELAKET OLUR
    Deprembilimciler, doğrultu-atım yapısındaki San Andreas fayının güneyinde 7.6 veya üstü bir şiddette kırılmanın olacağını bir süredir dile getiriyordu. Doğrultu-atım faylar kuzey-güney ekseninde hareket ediyor. ABD’nin en zengin eyaleti California’da binlerce insanın ölümüne neden olabilecek böyle bir depremin Los Angeles bölgesinde olması halinde ise, zararın milyarlarca doları bulabileceği ve ABD ekonomisine büyük bir darbe vurabileceği öngörülüyor. San Andreas fayının neden olduğu 1906 San Francisco depremine 3 bin kişi ölmüştü.

    GÜNEY BÖLÜM EN RİSKLİ
    Bilim insanları için fay hattının güney bölümünde Los Angeles-San Bernardino bölgesinden Meksika sınırına kadar olan 200 kilometre’lik bir parçanın en problemli bölüm olduğuna işaret ediyor. Söz konusu güney bölümde 7 şiddetinde son deprem 1690 yılında meydana gelmişti. O yıllarda bu bölgede yoğun bir yerleşim bulunmuyordu.

    Uydu ve GPS’ten elde edilen verileri inceleyen Fialko, San Andreas fayının güney kısımlarında 1985-2005 arasında ne kadar enerji biriktiğini hesapladı. Fialko fayın güney ucunda ciddi miktarda enerjinin biriktiğini ve bu bölgede bu enerjiyi boşaltacak hiçbir hareket olmadığını vurguluyor. Fayın yılda ortalama 2.5 santimetre oynadığı düşünülüyor.

    Fialko güney San Andreas fayının bazı bölümlerinin diğerlerine göre daha hareketli olduğunu tespit etti; bilim insanları bu hareketlerden yeni bir depremin risk analizini yapabilecek.

    ‘TÜRKİYE ETKİLENMEZ’
    NTVMSNBC Teknoloji Servisi’ne konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi jeofizik profesörü Haluk Eyidoğan, San Andreas fay hattında meydana gelebilecek herhangi bir kırılmanın Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda bir depreme neden olmayacağını belirtiyor. Prof. Dr. Eyidoğan, her iki fayın da birbirine benzemesinden dolayı, San Andreas fayında yapılan araştırmalardan yararlandıklarını ifade ediyor. San Andreas fayında yeni bir depreme gebe olduğunun düşünüldüğünü vurgulayan Prof. Dr. Eyidoğan, depremin ne zaman olacağını öngörmenin de mümkün olmadığının altını çizdi.

    Dünya son 400 yılın en sıcak dönemini yaşıyor


    Bilimsel çalışmaların, Dünya'nın en az son 400 yıldan, muhtemelen de çok daha uzun süreden bu yana en sıcak dönemini yaşadığını ortaya koyduğu bildirildi.
    Hürriyet 22.06.2006

    ABD Ulusal Bilimler Akademisi'nin, Kongrenin talebiyle çeşitli bilimsel çalışmaların geniş çaplı değerlendirilmesi sonucu hazırladığı raporda, Dünya'daki şu anki sıcaklığın en azından 400 yıldır ve belki de birkaç bin yıldır görülmediği kaydedildi.

    Önde gelen iklim bilimcileri kurulu tarafından Kongreye sunulan raporda, Dünya'daki ısınmanın çoğundan insan faaliyetlerinin sorumlu olduğu belirtildi.

    Kurulun 155 sayfalık raporuna göre, Kuzey Yarıküre'de yerin ortalama sıcaklık derecesi 20. yüzyılda yaklaşık 1 derece arttı.

    Bazı iklim bilimcilerin yaptıkları araştırmalarda Kuzey Yarıküre'nin 2000 yılın en sıcak döneminde olduğu sonuca kadar ulaştıkları kaydedilerek, yapılan çalışmaların geniş değerlendirmesi sonucunda da en azından 20. yüzyılın son birkaç on yılının, son 400 yılın karşılaştırılabilir herhangi bir dönemine göre daha sıcak olduğu sonucunun ortaya çıktığı belirtildi.

    Sonuçta akademi kurulunun, yaklaşık 1500'den 1850'ye kadarki Küçük Buzul Çağı'ndan önce 1000 yılı civarında sıcaklık durumunun nispeten sürmesine rağmen, 20. yüzyılın son birkaç on yılındaki ısınmanın, son 1000 yılda görülmemiş biçimde olduğunu kabul ettiği kaydedildi.

    Bilim adamları, 1600'den önceki sıcaklık derecelerinden daha az emin olduklarını, ancak atmosferde ısıyı tutmasından ve küresel ısınmaya yol açmasından sorumlu tutulan sera etkisi yaratan önde gelen iki gaz olan karbondioksit ve metanda, 12 bin yıl uygun bir düzeyde kaldıktan sonra 20. yüzyıldan başlayarak keskin yükseliş olduğu sonucuna varmayı yeteri kadar güvenilir bulduklarını belirtti.

    MS 1 ve 1850 arasında volkanik patlamalar ve güneşle ilgili değişimlerin sera etkisi yaratan gazların seviyesindeki değişimlerin ana nedeni olarak görüldüğüne işaret edilen raporda, ancak bu sıcaklık değişimlerinin, 19. yüzyıl ortasından itibaren hava kirliliğiyle sera etkisi yaratan gaz seviyelerine bağlı olarak bildirilen ısınmadan çok daha az olduğu kaydedildi.

    Amerikan Kongresi tarafından, hükümete bilimsel konularda tavsiyede bulunması için görevlendirilen özel bir kuruluş olan Ulusal Bilimler Akademisi'nden küresel ısınmayla ilgili raporun, kasım ayında meclis bilim komisyonu tarafından, bu durumun bir tehdit olup olmadığının ortaya konması için istendiği belirtildi.

    Başkan George Bush yönetimi ise küresel ısınma tehdidinin, yeni hava kirliliği kontrolleri isteyecek kadar ciddi olmadığını ileri sürüyor. Beyaz Saray, küresel ısınmaya yol açan sera etkisi yaratan gazların atmosfere salımının azaltılması uygulamasının 5 milyon Amerikalının işine mal olacağını savunuyor

    Stefan Hawking :'Dünya'nın Sonu Venüs Gibi Olur!'


    Hawking,'Önlem alınmazsa Dünya ateşten bir gezegene döner'
    Venüsle İlgili Bilgi İçin Tıklayın

    İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking her gittiği konferansta küresel ısınmanın tehlikelerine karşı yetkilileri uyarıyor.

    Çin'in başkenti Pekin'de öğrenci ve bilim adamlarının katıldığı 500 kişilik bir gruba seminer veren Hawking, "Önlem alınmazsa Dünya ateşten bir gezegene döner" dedi.

    Hawking yaklaşan tehlikeyi "Dünyanın sonu 250 derece sıcaklık bulunan ve sülfürik asit yağmurlarının yaşandığı Venüs gibi olur" şeklinde tarif etti.

    Endoneyza'da Heyelan Faciası


    Endonezya’da şiddetli yağışların neden olduğu seller ve toprak kaymalarında ölenlerin sayısı 200’ü aştı.
    Hürriyet
    CAKARTA - Endonezya’nın Sulavesi adasında, hafta başından bu yana devam eden yağışlar nedeniyle 201 kişi yaşamını yitirdi; 135 kişinin ise kayıp olduğu açıklandı.

    Ülkenin doğusundaki adada arama kurtarma çalışmalarının başladığı, en az 100 kişinin çamur yığını altında kaldığı ve kayıp olduğu belirtiliyor. Yetkililer ölü sayısının artmasından endişe ediyor.

    Arama-kurtarma çalışmaları kötü hava koşulları nedeniyle güçlükle sürdürülüyor. Bölgedeki en az iki karayolu, sel ve heyelan nedeniyle hala kapalı; bazı yerlerde ise çamurun yüksekliği 2 metreyi buldu.

    Kamu Sağlığı Bakanlığı, bölgeye tıbbi malzeme ve battaniye gönderildiğini açıkladı. Şiddetli yağışların devam edeceği uyarısında bulunuluyor. Endonezya’nın Cava adasında Ocak ayında meydana gelen iki ayrı toprak kaymasında da 120 kişi hayatını kaybetmişti.

    22.06.2006

    Sinop ve Akkuya'da Nükleer Karşıtı Şenlik ve Miting Kararları Alındı


    Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Eşgüdüm Toplantısı, 17 Haziran 2006 tarihinde, Ankara'da Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi'nde gerçekleştirildi. Türkiye'nin değişik bölgelerinden, kentlerinden çok sayıda örgüt, kurum, kuruluş ve çevre inisiyatifinin temsilcilerinin katıldığı toplantının açılışında konuşan EMO Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Göltaş, gerçekleştirilen faaliyetler ve çalışmalar hakkında sunuş yaptı. Toplantıda, 17-23 Temmuz tarihlerinde Sinop'ta Nükleersiz Yaşam Şenliği'nin; 5-6 Ağustos tarihlerinde de Akkuyu'da miting ve şenlik yapılması kararı alındı.

    Bu yılın başından itibaren başlatılan ve halen yürütülen imza kampanyasına daha etkin bir şekilde devam edilmesi kararı da onaylanırken, Temmuz-Kasım ayları arasında takvimlendirilecek nükleer karşıtı etkinlik kapsamında toplanan imzaların Ankara'da gerçekleştirilecek bir eylemle yetkili makamlara iletilmesi kararlaştırıldı. Bu konuda takvimlendirme ve hazırlıkların yapılmasına yönelik olarak da NKP Yürütme Kurulu ve İstanbul NKP'nin görevlendirilmesi ve bilim insanlarının destekleyecekleri bir metnin oluşturulması kararı da alındı. Ayrıca, Nükleer Karşıtı Platform'un yayın organı olarak, "Çevre ve Enerji Dergisi-Gazetesi" çıkarılmasına yönelik çalışmaların başlatılacağı açıklandı.
    Kaynak : Sendika.Org

    SARAY’A TERMİK SANTRAL İSTEMİYORUZ!


    ÇÜNKÜ; Enerji ihtiyacımızı karşılamak için kömür,petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar yakarak her gün daha fazla karbondioksiti atmosfere salıyoruz. Dünya çapında son 150 yıldır yaşanan endüstrileşme seferberliği milyarlarca ton fosil yakıtın çıkartılması ve yakılmasına neden olmuştur.Bu fosil yakıtlar karbondioksit gibi iklim değişikliğinin birinci etkeni olan sera gazlarını atmosfere yaymaktadır.Sanayiileşme öncesine göre dünya ısısının 1,2-1,3 derece artmasına neden olacak kadar fazla miktarda ısıyı tutan bu gazlar atmosfere salınmıştır.Yaklaşmakta olan daha kötü etkilerden korunmak için,dünya ısısındaki artışı 2 derecenin altında tutmalıyız.Geçen kış Edirne ‘de yaşanan büyük sel felaketi iklim değişikliği ile bağlantılıdır,ayrıca temiz olduğu iddia edilen akışkan yataklı Çan termik Santralinin Bursa İdare Mahkemesi tarafından ÇED raporu iptal edilmiştir ve yürütmesi durdurulmuştur.Saray’da yapılacak olan termik santralin İSKİ barajlarına yakın mesafede olması sebebi ile,İstanbul’luları da etkileyecek şekilde ,bölgenin tek içilebilir su kaynağı yok olacaktır.Trakya’nın oksijen kaynağı ;kömür ve linyit çıkışlarıyla kirlenecek yağışlar azalacak,bölge halkı bir daha tarım yapamayacaktır.

    Yatağan,Gökova,Afşin-Elbistan,Çan,Sugözü gibi kömür santralleri ,iklim değişikliğine yaptıkları korkunç etkilerin yanısıra ,yerel çevrelerine de zarar veriyorlar.Tarım üretiminde kayıplar,hava kirliliğinin neden olduğu hastalıklar....Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son kararı ,bu duruma tipik bir örnektir.Mahkeme ,Türkiye’yi Yatağan halkına ,yasadışı termik santral nedeniyle çektikleri inanılmaz zararlar için 10 bin Avro tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Ayrıca Türkiye ‘nin enerji santrallerinin büyük bölümünde kullanılmakta olan linyit kömürünün ısı değeri çok düşüktür.Aynı miktarda elektrik üretimi için ,bu kömürün diğer her türlü kömürden daha fazla miktarda yakılması gerekiyor ve bu da karbondioksit üretiminde önemli bir artışa neden oluyor.Türkiye Avrupa Birliği’ne yol alırken,AB Emisyon Ticaret Eğrisi ve Büyük Termik Santraller Yönetmeliği gibi düzenlemeler ,kömüre yapılacak her türlü yatırımı çok pahalı bir seçenek haline getiriyor. Geleneksel yakıtların aksine ,rüzgar,güneş,jeotermal ve küçük hidro gibi yenilenebilir enerji kaynakları asla bitmeyecek yerel ve etkili enerji kaynaklarıdır.Yenilenebilir enerji kaynakları,farklılık yaratarak,enerji güvenliğini sağlamanın yanı sıra yüksek yakıt maliyetlerine sahip değildir.Ayrıce yenilenebilir enerji sistemleri ,geleneksel enerji santrallerinden daha fazla iş imkanı yaratır.

    ÜLKEMİZİ ,TRAKYAMIZI SEVİYORUZ........ TERMİK SANTRAL İSTEMİYORUZ. · ÇÜNKÜ;TERMİK SANTRALLERİN İNSANA VERDİĞİ ZARARLARI BİLİYORUZ. · ÇÜNKÜ;ZARARLARINI BİLİYORUZ,KANDIRILMAK İSTEMİYORUZ. · ÇÜNKÜ;YATAĞAN’DAKİ İNSANLARIN NEFES BİLE ALAMADIĞINI GÖRDÜK. · ÇÜNKÜ;SARAY’A YAPACAĞINIZ TESİSİN ARITMA SİSTEMİNİN OLMADIĞINI BİLİYORUZ,OLANLARIN DA ÇALIŞTIRILMADIĞINI BİLİYORUZ, ·

    ÇÜNKÜ;İNSAN HAKLARI MAHKEMELERİNİN HEPİMİZE AÇIK OLDUĞUNU BİLİYORUZ. · ÇÜNKÜ;TERMİK SANTRALLERDEN YAYILAN KÜKÜRT,AZOT VE OKSİTLERİN GAZI ORMANLARIMIZI,TARLALARIMIZI YOKEDECEK. ·

    ÇÜNKÜ;ORMANLARIMIZ KÜLLE KAPLANSIN İSTEMİYORUZ. · ÇÜNKÜ;AKCİĞERLERİMİZİN YAVAŞ YAVAŞ ÇÜRÜYECEĞİNİ BİLİYORUZ. · ÇÜNKÜ;YATAĞAN’DA BİNLERCE HEKTARLIK ORMANIN TERMİK SANTRALİN BACALARINDAN ÇIKAN DUMAN VE BİRİKAN KÜLLER YÜZÜNDEN YOKOLDUĞUNU BİLİYORUZ. · ÇÜNKÜ;YILDIZ DAĞLARININ,KÜL DAĞLARINA DÖNÜŞMESİNİ İSTEMİYORUZ.

    ÇÜNKÜ;DOĞAYI SEVİYORUZ VE NE BİTKİLERİMİZİN NE DE HAYVANLARIMIZIN ÖLMESİNE İZİN VERMEYECEĞİZ. · ÇÜNKÜ;TERMİK SANTRAL DERELERİMİZ KURUTACAK,İÇTİĞİMİZ SUYU KİRLETECEK. ·

    ÇÜNKÜ;İŞ VERECEĞİZ DİYENLERİN BİR GÜN TRAKYADA ÇALIŞTIRACAK İŞÇİ BULAMAYACAĞINI BİLİYORUZ. · ÇÜNKÜ;BİZİM GÜÇLÜ RÜZGARLARIMIZ VAR.HAKLARIMIZI SAVUNACAK BİLİNCİMİZ VAR.DÜNYANIN HER YANINDA SESİMİZİ DUYACAK- DUYURACAK İNSANLARIMIZ, · ÇÜNKÜ;ADALETİ SAĞLAYACAK MAHKEMELERİMİZ VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİMİZ VAR. · ÇÜNKÜ;BİZİM HERŞEYDEN ÖNCE NEFES ALMA HAKKIMIZ VAR. GELECEK KUŞAKLARA SAĞLIKLI BİR ÇEVRE BIRAKMAYI DÜŞÜNENLERİ,YAŞAM HAKKIMIZI SAVUNMAYA ÇAĞIRIYORUZ…. SARAY HALKI “TERMİK SANTRALE HAYIR” İNİSİYATİFİ TOPLANTI YERİ :ATATÜR MEYDANI-Tekirdağ-SARAY TOPLANTI TARİHİ :02.07.2006 TOPLANTI SAATİ :10:30

    Kaynaklar : Anarşi Forum
    İstemiyoruz!

    Küresel Isınma ve Kapitalizm


    Küresel ısınmanın böyle gitmesi durumunda geleceğin karanlık tasarımlarına bir yenisi daha eklenmeye ve büyük bir alan edinmeye başlıyor.
    Yazar:Mikail BOZ
    Dünya her ne kadar güneşten gelen ışınlarla (ısı ışınları/kısa dalgalı ışınlar) beslenen bir gezegen olsa da, aynı bir ayna gibi üzerine gelen ışınların % 70’ini geri yansıtıyor. Atmosferdeki metan, ozon, klorofkarbon ve karbon dioksit gibi gazlar ısı tutan gazlardır ve dünyadan geri yansıyan ışınları üzerlerinde tutarak atmosferin sıcak kalmasını sağlar. Atmosferin ışığı geçirme, ısıyı tutma yeteneği sayesinde suların sıcaklığı dengede kalır. Böylece nehirlerin ve okyanusların donması engellenmiş olur. Ama kapitalizmin ve ağır sanayinin gelişmesiyle birlikte atmosferde karbondioksit miktarı giderek artıyor ve bu atmosferimizin daha sıcak olması anlamını taşıyor. Dünya daha yalıtılmış, daha sıcak bir gezegen halini alıyor. Kutuplardaki ve yüksek dağların üstündeki büyük buzul kütleleri bahsettiğimiz küresel ısınmayla eriyor.
    Küresel ısınmaya insan edimlerinin katkısı şöyle; Enerji kullanımı %49, Endüstrileşme %24, Ormansızlaşma %14, Tarım %13. Özellikle yağmur ormanları pervasızca kesiliyor ve esasta atmosferi karbondioksitten temizleme aracı da olan ağaçlar yok olup gidiyor. Enerji santrallerinden, araçlardan çıkan gazlar hava kirliliğine ve ısınmaya sebep oluyor. Tarım topraklarının düzensiz kullanımı ve ekinde kullanılan birçok gübre küresel ısınmada tetikleyicilerdir. Endüstrileşme her ne kadar küresel ısınmaya sebebiyet vermede ikinci sırada bulunsa da, her geçen gün artışını sürdürüyor. Fabrikalardan çıkan ve her zerreciğinde işçilerin emekçilerin alınteri olan ve kapitalistlere kar olan gazlar bir süre sonra da bizim ölme sebebimiz oluyor.
    Gün geçmiyor ki, sel baskınları, aşırı sıcaklardan ölümler, selle tahrip olan topraklardan ve toprağın verimsizleşmesinden dolayı kıtlık, çeşitli cilt, akciğer ve anatomik hastalıkların fazlalaşması haberleriyle karşılaşmayalım. Yaşadığımız topraklar olan Türkiye’de mevsimlerin giderek iç içe geçtiğini, kimi zaman aşırı sıcaklarla boğuşurken kimi zamanda sel felaketleri ve soğuklarla boğuşuyoruz. Küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini ya da bir milyondan fazlasını yok edecek. Okyanuslardaki su döngüsü bozulacağı için dünyanın kuzeyini buzul çağ beklerken güneyini kahredici sıcaklar bekliyor. Dünyadaki kullanılabilir su miktarı giderek azaldığı için “hijyen” açık bir sorun halini alıyor ve gelecekte su yoluyla bulaşan hastalıklarda patlama bekleniyor. Diğer yandan giderek daha sık ve şiddetli yaşanan fırtına ve sel felaketlerinin kolera tehlikesine yol açtığı görülüyor.
    Küresel ısınmaya sebep olanları kimler olduğu tabii ki çok net biçimde biliniyor. Dünya nüfusunun yüzde dördünü barındıran ABD, kirleticilik bakımından bunun yüzde yirmisine sebep oluyor. Asıl kirleticiler gelişmiş ülkeler ve Çin, Rusya ve Avustralya gibi ülkelerdir. Aslında adı çokça telaffuz edilen Kyoto sözleşmesi, “son derece alçak gönüllü” hedefler ortaya koyuyor. 2012’ye kadar atmosfere karbondioksit salınımında 1990 yılındakinin %5’i veya biraz fazlası kadar indirime gitme yükümlülüğüne öngörüyor. Bu ise sorunun giderilmesi değil, “hafifletilmesi” anlamını taşıyor. Diğer yandan bütün ülkeler Kyoto Sözleşmesi’nin gereklerini yapsa bile dünya 100 yıl daha küresel ısınmaya ve onun getirdiği felaketlere teslim yaşamaya devam edecek.
    Bilim adamları “geç” kalınmış olsa bile, yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmenin, orman arazilerinin düzenli kullanımı ve yeni ormanlık alanlarının yapılmasının, arabalardan ve fabrikalardan çıkan zehirli gazların (ki aslında olayın en ekonomik ve kar çatışmaları buralarda yaşanıyor) azaltılmasının ve daha temiz bir dünyanın inşa edilmesinin, sorunların çözülmesinde yardımcı olacağını ve daha güvenli ve güzel bir geleceğin yaşanmasında şart olduğunu belirtiyor.
    Peki, bu temennilere kapitalist emperyalist sistem ne kadar yapıcı yaklaşabilecek? Çözümlerin birçoğu sermayenin çıkarları açısından “zararlı” şeyler. Zaten giderek düşmekte olan kar oranlarının üstüne bir de bu tüm şeyleri “ıslah” etmenin çok büyük ekonomik külfetlerinin olduğunu söylüyorlar, ama nedense bu külfetleri yoksul insanların her geçen gün açlık, felaket, hastalık ve geleceksizlikle ödediğini görmek istemiyorlar. Sermayenin çıkarına olan şey insanlığın zararına işliyor. Mümkün olduğunca bunun külfetini emekçi halka ödetmek konusunda hem fikirler; öyle ki yakında “küresel ısınma vergisi”yle tanışırsak şaşırmamamız gerek. Kapitalizm küresel ısınmanın bedellerini ödemek istemeyecek ve birisinin ödemesi artık zorunluluk halini alınca da bunu direkt işçilere ve emekçilere ödetmekte çekinmeyecektir. Bu yüzden küresel ısınma sorunu bir çevre sorunundan çok, kapitalizmi yok etme sorunudur.

    Dilovası'nda Kapitalizm Kanser Ediyor


    Tuzla’da bulunan zehirli atık dolu variller gözlerin ister istemez Dilovası’na da çevrilmesine yol açtı. Yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı bir belde olan Dilovası, yıllardır büyük bir çevre sorunuyla yüz yüze. Yoğun bir fabrika dumanı ve kesif bir kimyasal madde kokusu altında yaşayan bölgede kanser vakaları genel ortalamanın çok üzerinde, ciddi solunum yolu hastalıklarıysa son derece yaygın. Beldede özellikle bu sorunla ilgili olarak 2005 yılında kurulmuş olan Ekoloji ve Sağlık Derneğini ziyaret ederek dernek başkanı Ercan Teker ile görüştük
    Kaynak :Marksist Tutum
    MT: Dilovası’nda ve genel olarak çevre bölgelerde Tuzla’daki zehirli atıkların ortaya çıkışından önce bir çevre sorunu olarak kirlilik problemi yok muydu?

    Ercan Teker: Elbette vardı. Özellikle son beş yıl gerçekten bu sorun açısından katlanılamaz hale gelmişti. Son dönemlerde bölge halkı çevre kirliliği kaynaklı münferit tepkiler ortaya koyuyordu. Ve insanlar gerçekten bize ne oluyor sorusunu sormaya başladılar. Niye bu kadar kanser var? Neden bu kadar bronşit hastası var? Neden bu kadar astım hastalığı ortaya çıkıyor? Bizler de işte bu nedenlerle Dilovası Ekoloji ve Sağlık Derneğini kurduk.

    MT: Deniyor ki, Dilovası ve çevresindeki kanserden kaynaklı ölümlerin oranıyla Türkiye genelindeki kansere bağlı ölüm oranları arasında ciddi bir fark var. Biraz bundan bahseder misiniz?

    Ercan Teker: Tabii böyle ciddi bir fark var. 2004 yılı içinde Sağlık Bakanlığının yayınladığı kanserden ölüm vakalarında Türkiye ortalaması %11, yine aynı şekilde Dünya Sağlık Örgütünün kanserden ölüm vakalarının oranına ilişkin verdiği rakam da %11. Fakat Kocaeli Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığının verilerine göre, Dilovası’nda kanserden ölüm oranı %33.

    MT: Medyada bu bölgedeki çevre sorunu çoğunlukla yoğun bir duman görüntüsü eşliğinde verildi. Meseleye yüzeysel bakıldığında bu böyle, ama bölgedeki sorunun sadece dumandan ibaret olmadığını biliyoruz. Sizce irdelenmesi gereken konu sadece görünen hava kirliliği midir?

    Ercan Teker: Tabii ki hayır. Bu bölgede 167 tane büyük fabrika var. Bunların büyük çoğunluğu “ağır kimya” ve “ağır metal” fabrikaları. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, Dilovası’nda fabrikalardan çıkan ve simsiyah bir görüntü veren, dönem dönem genzi yakacak kadar yoğunlaşan dumanların yol açtığı bir hava kirliliği meselesi var ve bu çok ciddi bir sorun. Fakat bunun yanında gözle görülemeyen ve hissedilemeyen birçok tehlikenin olduğunu da biliyoruz. Örneğin Dil deresinin görüntülerini çekebilmişseniz göreceksiniz. Dil deresinin suyunun rengi aslında her şeyi anlatıyor. Bu derenin bu hale gelmesinin tek nedeni dere etrafındaki fabrikalardır. Çünkü hiçbiri arıtma tesisi kurmuyor ve atıklarını doğrudan bu dereye bırakıyor. Şöyle bir ek yapalım. Biz bazen çocukların bu dereye girdiğini görüyoruz. Diğer bir problem; Dilovası’nda az da olsa hayvancılıkla uğraşanlar var, bu hayvanların bu derenin etrafındaki bölgelerde otlatıldığını biliyoruz, görüyoruz.

    Ayrıca, dünyada özel izinle kullanılan asbest buradaki fabrikalarda gelişi güzel, hiçbir denetim olmadan kullanılıyor.

    Ercan Teker: Böylesi bir sanayi bölgesinde arıtma tesisleri muhakkak ki çevre sağlığı için çok büyük önem taşıyor. Peki arıtma tesislerine ilişkin durum nedir?

    MT: Şöyle bir örnekle başlayalım isterseniz. Burada bir organize sanayi bölgesi var. Fakat bilirsiniz, organize sanayi siteleri, mantıkları gereği, esas olarak altyapı yatırımı yapılmış, yani elektrik, su, kanalizasyon ve arıtma tesisleri tamamlanmış yerler olmak durumundadır. Burada ise önce fiilen bir “sanayi sitesi” kuruldu, daha sonra resmi bir kuruluş gerçekleşti. Tabii ki arıtma tesisi de yok.

    Dilovası’nda Hava Kirliliği Meclis Araştırma Komisyonunun TBMM’de yaptığı bir toplantıya katıldık ve çok çarpıcı bilgiler aldık. Meselâ Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer’in verdiği bilgilere göre, bu bölgede çalışan fabrikaların %73’ünün emisyon ölçümü yok, %56’sı ruhsatsız. Çoğunlukla depo ve antrepo ruhsatı alınıp üretim yapılıyor. Bizce buradaki en büyük sorun, denetimin yeterince olmaması veya yanlış uygulanmasıdır.

    MT:yönelik ilginin de arttığını görüyoruz. Biliyorsunuz medyada her şey çabuk tüketiliyor, sorun bir süre gündemde kalıyor, daha sonra unutturuluyor. Medya işaret ettiğinde genel olarak kitlenin ilgisi bu meseleye yoğunlaştı. Bu sorun Dilovası için kalıcılık taşıyor, medya seyircisi içinse geçici bir haberden ibaret. Sizler bundan sonrası için neler yapmayı planlıyorsunuz.

    Ercan Teker: Söylediğiniz gibi bu konunun geniş çaplı gündeme gelişi Tuzla’daki zehirli varillerin medyada işlenmeye başlamasıyla olmuştur. 2006’da çevre ile ilgili müzakerelerin başlayacak olması da çok önemli. Fakat bizler için uzun süredir varolan bir sorun. Tabii ki medyanın bu konuyu işliyor oluşu halkın bu soruna olan ilgisini arttırdı. Biz bunu sürekli kılmak için uğraşıyoruz. Bunun için Dilovası’ndaki 11 dernek EKOS-DER (Ekoloji ve Sağlık Derneği) öncülüğünde bir araya geldi ve bir sivil inisiyatif oluşturduk. Amacımız Dilovası halkı olarak bu sorunu işlemek, gündemde tutmak ve çözüm için inisiyatif geliştirmektir. Derneklerimizin bir araya gelerek oluşturduğu sivil inisiyatif Dilovası’nın %70’ini kapsamaktadır. Çalışmalarımızı sadece Dilovası’yla sınırlı tutmuyoruz. Bu konuda İzmit’te de çeşitli girişimlerde bulunduk. Odalar, yerel gazeteler ve kurumlarla ilişkiler geliştiriyoruz. Fakat sendikalardan yeterli desteği göremedik Yeni birkaç karar aldık. Çevre sorunu ile ilgili olarak bölgemize ve yakın çevremize duyarlı olacağız.

    MT: Son yerel seçimlerde Dilovası iki siyasi partiye odaklandı: MHP ve DEHAP (SHP). Seçim sonucunda MHP az bir farkla belediye başkanlığını kazandı. Bu açıdan bakarsak Dilovası’nın genel siyasal ve nüfus yapısından bahseder misiniz?

    Ercan Teker: Dilovası yerleşim yeri olarak çok eski bir bölge değil. 40 yıllık bir geçmişe sahip. Özellikle son 10-15 yıl içinde sürekli göç almış bir bölge. En yoğun göç Doğu Anadolu’dan Ağrı, Bingöl ve Kars, Karadeniz’den ise Ordu, Giresun ve Gümüşhane’den. Fakat bizler Dilovalılar olarak bir şeyden şikayetçiydik. Genel olarak bir Dilovalılık bilinci yok denecek kadar azdı. Bu son süreç ve çabalarımız bu bilincin gelişmesine önemli bir katkı sundu. Halkımız artık Ağrı’da olan bir olaydan çok Dilovası’ndaki olaylarla ilgileniyor. Bu insanlarımızı kaynaştırıyor, bütünleştiriyor. Zaten bu sivil inisiyatifi oluşturan derneklerden de anlaşılacağı gibi bütün yöre dernekleri bu işin içindeler.

    MT: Arıtma tesislerinin olduğu bölgelerde ve ülkelerde de ciddi kazalar oluyor. Fakat Dilovası’ndaki sorun daha büyük; burada ciddiye alınabilir bir arıtma tesisi bile yok. Tüm bu meseleler ışığında çevre sorunu karşısında sizler 11 dernek olarak tabanınıza bilgi veriyor, onları yönlendirmeye çalışıyorsunuz. Bu açıdan sorarsak eğer, bu çevre kirliliğinin asıl nedeni sizce nedir.

    Ercan Teker: Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirtmek isterim. Özellikle 1980’lerle birlikte, Avrupa’da gelişen çevre hareketlerinin de etkisiyle, üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelendirebileceğimiz az gelişmiş ülkelere doğru bir sanayi kaydırılması yaşandı. Bunun istihdam yaratıcı bir etkisi vardı, fakat o kadar da kârlı sayılmayan bir sanayi geliştirildi. Bu ülkede bu tür sanayi havada kapıldı. Dolayısıyla iyi koordine edilemedi ve organize olamadı. Altyapı oluşturulmadan ve sanayi için gerekli şartlar oluşturulmadan, çevre etki değerlendirilmeleri iyi yapılmadan bu sanayiler getirilip kuruldu. Buna uygun bir denetim ve yasal düzenleme de yapılmadı. Bu söylenen gerekçelerin dışında diğer önemli bir yön ise Dilovası’nın yatırım için en elverişli yerlerden biri olması. Kara, deniz ve demiryolu bağlantıları için çok müsait bir alan. Bir diğer faktör, Dilovası’nda çevre konusunda duyarlı bir halk bilincinin olmaması ve çevre sorununu sorun yapmayan bir nüfusu barındırması sanayiciler için önemliydi. Kirliliğin gerçek nedeni dersek bence esas mesele denetim mekanizmalarının yeterince işletilmemesidir.

    MT: Sorun denetim eksikliğinden ziyade yapılacak olan arıtma tesisi yatırımının o fabrikalara getireceği ek maliyetle ilgili olsa gerek. Bu parayı buraya, yani Dilovası’na, yani geleceğimize, yani çocuklarımıza harcamak istemiyorlar. Sizce bu fabrikalar sizi, burada yaşayanları düşünüyor mu? Bu fabrikalarda Dilovası’ndan kaç kişi çalışıyor?

    Ercan Teker: Bizim en büyük sorunlarımızdan biri de bu. Dilovası’ndaki fabrikalarda çalışıp Dilovası’nda oturan çok az insan var. Buranın dumanını, pisliğini, cefasını çektiğimiz halde bizler buralarda çalışamıyoruz. Çalışanlarımız ise müteahhitte, asgari ücretle, sigortasız çalışıyorlar.

    MT: Peki bunca nüfus fabrikada çalışmıyorsa ne işle uğraşıyor?

    Ercan Teker: İnşaat, esnaf, seyyar satıcılık, İstanbul’da çalışanlar var. Tipik bir işçi varoşu denebilir. Herkes ekmeğinin peşinde.

    MT: Sizce bu sorunun kaynağı olan fabrikaların bu önlemleri almaları için neler yapılmalı?

    Ercan Teker: Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor. Biz bu meselenin gündemde kalması ve çözümler üretebilmek için bu yapıları yani dernekleri oluşturuyoruz. Biz bu işin şahıslara bağlı olmasını istemiyoruz. Bu açıdan paneller düzenliyoruz. Akademisyenlerin, Greenpeace yetkililerinin katıldığı, katılımcıların gerçekten doyurucu bilgiler verdiği ve halkın da ciddi duyarlılık gösterdiği paneller bunlar. Bu meseleleri gündemde tutmak ve yasal yollardan takibini yapmak için Greenpeace’in avukatı ile anlaştık. İç hukuk yollarından bir şey elde edemezsek bunu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyacağız.

    İki hafta önce Alman RD televizyonunu buraya getirdik. Bu televizyon vasıtasıyla Alman Yeşiller Partisiyle irtibat kurduk. 2006’nın ikinci yarısında çevre müzakereleri çerçevesinde Avrupalı heyetler gelip gidecek. Ve biz bu heyetlerin Dilovası’na da uğramasını ve Ekoloji ve Sağlık Derneğini de ziyaret etmesini sağlamak için çalışıyoruz.

    Bu sorun Marmara havzasını kapsayan bir büyük sorun. Bu açıdan Bilgi Üniversitesinden yardım alıyoruz, İTÜ’den çevre konusunda uzman profesörlerden destek alıyoruz.

    MT: Peki bunca zamandır çaba harcanıyor, bu sorunu sizlere, bizlere yaşatan fabrikalar bu konuya ilişkin ne tür girişimlerde bulunuyorlar? Bir şeyler yapmaya başladılar mı?

    Ercan Teker: Bu tepkilerden sonra bir şeyler olmaya başladı. Şu karşıda gördüğünüz Diler demir-çelik fabrikasından çıkan dumandan dolayı bu saatlerde (13:30) karşı tarafı göremezdiniz. Ama son 15 gündür bu gaz salımı durmuş durumda. Öğrendiğimiz kadarıyla yeni bir arıtma tesisi kurmuş.

    İkinci en büyük kirliliği yaratan fabrika olan Çolakoğlu 25 milyon dolarlık bir arıtma tesisi siparişini Japonlara vermiş. Dil deresinin rehabilitasyonu için girişimlerde bulunuluyor. Bizce ciddi girişimler var. Ama bunlar yeterli değil. Biz tepkilerimizi ortaya koyacağız.

    MT: Teşekkür ederiz.

    Su Kıtlığı Uyarısı!


    Dünyada 2025 yılında 1 milyar insan ileri derecede su kıtlığı yaşamaya başlayacak. Bu rakama orta derecede su sıkıntısı çeken insanlar da eklendiğinde dört milyar insan diğer bir ifadeyle dünya nüfusunun yarısı yetersiz su arzıyla karşılaşacak.
    Kaynak :Sabah Gazetesi
    Konya Su ve Kanalizasyon İdaresi (KOSKİ) Genel Müdürü Ahmet Sorgun, dünyada 2025 yılında 1 milyar insanın ileri derecede su kıtlığı yaşamaya başlayacağını söyledi. Sorgun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, suyun insan yaşamı ve içinde bulunulan ekosistem için son derece önemli bir rolü olduğunu belirtti.

    Yaşanan sel, kuraklık gibi çevresel faktörlerin su kaynaklarını olumsuz yönde etkilediğini ifade eden Sorgun, ''Dünya nüfusu ve buna bağlı olarak artan çevre sorunları dünyanın dört bir tarafında insanların su ile ilgili sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Son yüzyılda dünya nüfusu 3 kat artmasına karşılık su talebi 6 kat artmıştır'' dedi.

    Uzaydan bakıldığında dünyanın dörtte üçünün suyla kaplı olduğuna dikkati çeken Sorgun, bu suların yüzde 97.5'inin okyanus ve denizlerdetuzlu su olarak, yüzde 2.5'inin ise buzullar, nehir, göl, yeraltı ve yerüstünde tatlı su olarak bulunduğunu belirtti.

    Toplam tatlı su rezervinin yüzde 70'inin ise buzullarda bulunduğunu kaydeden Sorgun, yani toplam tatlı suyun yaklaşık yüzde 1'lik kısmının kullanılabildiğini vurguladı.

    Su kaynaklarını etkileyen en önemli unsurların başında bilinçsiz su tüketimi ve içme suyunun sulama amaçlı kullanımı geldiğini ifade eden Sorgun, ''Doğal bitki örtüsünün yok edilmesi sonucunda bozulan iklim dengesi hidrolojik çevrimin halkalarında aksamalara neden olmakta ve sonuçta tüm bu faktörler sağlıklı içme suyu teminini her geçen gün giderek zorlaştırmaktadır'' diye konuştu.

    Dünya üzerinde yaklaşık 2 milyon insanın içme suyunu yeraltı su kaynaklarından karşıladığını ifade eden Sorgun, bugün sulu tarımda, sanayi devrimi ve nüfus patlaması nedeniyle 300 yıl önce kullanılan miktarın 45 katı tatlı su tüketildiğini kaydetti.

    2025'TE 1 MİLYAR İNSAN SU KITLIĞI YAŞAYACAK

    Dünya nüfusunun üçte birinin mevcut kaynakların su talebini karşılayamadığı ülkelerde yaşadığını vurgulayan Sorgun, şunları kaydetti:

    ''Dünyada 2025 yılında 1 milyar insan ileri derecede su kıtlığı yaşamaya başlayacak. Bu rakama orta derecede su sıkıntısı çeken insanlar da eklendiğinde dört milyar insan diğer bir ifadeyle dünya nüfusunun yarısı yetersiz su arzıyla karşılaşacak. Bu sayı önlem alınmaması halinde önümüzdeki 25 yıl içinde nüfus artışı ile giderek katlanacak. Bugün dünya nüfusunun yüzde 40'ını barındıran 80 ülkede suproblemi yaşanmaktadır. Burada sorun esas itibariyle su kaynaklarının yetersizliği değildir. Genel anlamıyla sorun, suyun kullanımındaki bilinçsiz davranış ve çevre sorunlarının olumsuz yansımalarıdır.''

    Dünyada her 6 kişiden birinin temiz içme suyuna ulaşamadığını belirten Sorgun, Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre Türkiye'nin 2025'te kuraklıkla karşı karşıya kalacağını, aynı dönemde ise Arap Yarımadası ve Orta Doğu'nun çoktan susuzluğa teslim olacağını söyledi.

    Yıllık kişi başına düşen bin 800 metreküplük su oranıyla Türkiye'nin su zengini bir ülke olmadığını belirten Sorgun, ''Ülkede tüketilen suyun yüzde 72'si sulama, yüzde 16'sı genel kullanım ve yüzde 12'si de endüstri de kullanılıyor. Tarımsal sulamada su kullanımı çok yoğun. Yeraltı su seviyesi giderek düşüyor. Önlemlerin alınmaması durumunda özellikle İç Anadolu Bölgesi'nde yeraltı suyu potansiyeli 2050 yılından sonra pratik olarak kullanımı mümkün olmayacak'' dedi.

    21.06.2006

    KFC Amazon'u Yok Ediyor!


    KAYNAK : Greenpeace Türkiye
    Uluslararası — Amazon Ormanları’nın tavuk yemi uğruna kesilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Amazonlarla ilgili çalışan en etkin çevre kuruluşu olan Greenpeace eylemcileri Brezilya’dan Avrupa’ya bu çevre suçunu protesto etmek uğruna şiddet ve tutuklamayla karşı karşıya kaldılar. Amazonları talan edenlere karşı giriştiğimiz mücadelede McDonald's ve KFC ‘ye Amazon’dan soya almayı durdurmaları için baskı yaparak bizi destekleyebilirsiniz. “Amazon’u Tüketmek” adlı raporumuz Amazon’da üretilen soya fasülyelerinin nasıl McDonald’s McNugget’lara gittiğini göstermişti. Ve bu soyaları satın alan tek şirket sizce McDonald’s olabilir mi? Cevap: Hayır. Amazon’u yok ederek üretilen soya aynı zamanda Kentucky Fried Chicken (KFC)’nin tavuklarına da yitecek oluyor. Bazı insanlar bizim bu konuda birşey yapmamızı istemiyorlar
    Eylemcilere saldırıldı ve bazıları tutuklandı: Amazon’daki yasa dışı soya ihracat tesisinde Cargill’in, limanın sahibi işletmecisinin çalışanları ve ortakları, Amazon ormanlarında soya üretimi yüzünden süregelen yıkımı protesto eden Greenpeace eylemcilerine saldırınca, şiddet patlak verdi. Brezilya kanunlarına aykırı olmasına rağmen inşa edilen Cargill Limanı, hala çalışmakta. Bu limandan dünyanin birçok yerine soya ihracatı yapılıyor ve bir kısmı da KFC gibi fast-food yerlerinde kızarıcak olan hayvanları beslemek için yollanıyorlar. KFC’nin dünyada günde ne kadar tavuk sattığını hayal edebilir misiniz?

    Avrupa’daki eylemciler, Brezilyalı meslektaşlarının işbirliğiyle Fransa ve İngiltere’deki Cargill fabrikalarını kapattılar.

    Aşağıda uluslarası orman kampayacımız Gavin Edwards’ın Brezilya’daki gezisi hakkindaki raporu bulunmakta:

    Yaklaşık bir haftadır Amazon bölgesindeyim ve geldiğim ilk dakikadan itibaren kendimi Amazon’un geleceği için ikiye bölünmüş bir savaşın tam ortasında buldum. Bu gerginliğin ilk işareti havaalanın dışında gördüğüm, bir kamyonun üstündeki ‘Fora Greenpeace’, yani ‘Greenpeace Dışarı’ etiketiydi. Santarem’in bir çok yerinde kamyonların üstünde bu tip yapıştırmalar vardı. Sonradan ortaya çıktı ki, kamyonlarındaki bu etiketleri gösterince yerel benzin istasyonunda petrolde indirim yapılıyor.

    Yerel gazete Journal de Santarem deki bir başyazı da Greenpeace hakkında oldukça hakaret doluydu. Bizi açlıktan kürtaja kadar bir çok konuyla ilişiklendirmeye çalışan başyazı, başını almış giden orman tahribati ve Amazon’daki savunulamaycak gelişmelere pek değinmiyordu.

    İlk protestomuz bir eylemcinin sırtındaki mesajla soya tarlasında paraşütle atlamasından ibaretti ama bu bile sinirli küçük bir grup çifçiyi harekete geçirmeye yeterli olmuştu- paraşütçü yakayı ucuz kurtardı. Orman tahribatını protesto etmek için haftasonundaki bir sonraki adımımız 80 kişilik bir grup insanı tahrip edilmemiş alana götürüp insan vücudundan protesto mseajı yazan bir pankart yapmaktı. Ancak çiftçilerin eylemcilerimize uygulaması muhtemel şiddet nedeniyle bu eylemimizi gerçekleştirmedik.

    Bölgede bize yönelen şiddet Greenpeace’i caydırmadı. Teknelerdeki bir grup eylemci Cumartesi akşamı, soya ve ormak tahribatını gösteren videoyu Santarem şehri önünde gösterdi. Buradaki yerel “Gaucho”ların çoğu Brezilya’nın güneyinden Santarem’e arazi kapma ve orman tahribinden kar elde etme amacıyla yakın zamanda taşınmış çiftçiller. Tepkileri elbette çok çabuk geldi.

    Birkaç dakika içinde bir çete bir araya geldi ve gönüllülerimize ateş açmaya başladılar. Hem bizim hem de yerel bir gazetenin fotoğrafçısına saldırdılar. Bu sefer küçük bir azınlık grubu olan yerel holiganlar çok ileriye gittiler ve Santarem’deki ruh hali onlara karşı bir duruş aldı. Gazeta de Santarem’deki bir sonraki başyazı önceki eleştirilerden bambaşka bir hal almıştı. Çiftçilerin şiddete yönelmesini kınayan yazı, Gauchoların neden Greenpeace karşı sert tepkiler verdiğini sorguluyor ve Gaucho’ların bir sonraki adımlarında korku ve gözdağı vermek için Santarem halkında karşı davranışlar sergilip sergilemeyeceğini merak ediyor.

    Gazeta de Santarem’in manşet olarak verdiği haberde soya üreticilerinin fotoğrafçılara saldırışının görüntüleri ve bir soya üreticisin Santerem’in sadece Kızılderili ve tembel insanlarla dolu olduğu söyleği sözlerinden bir alıntı var. Artık, kamyon tamponlarındaki yapıştırmalar daha da azalmaya başladı. Durum Greenpeace lehine değişiyor gibi.

    Cargill gibi büyük soya üreticileri üzerindeki baskılarımıza önümüzdeki bir kaç gün içinde devam edeceğiz ve tahrip edilmiş alanda “Kentucky Fried Chicken-Amazon Suçlusu” yazan bir protesto pankartı açacağız. İlk hedefimiz olan McDonald’s Amazon tahribindeki ilişikliğini kesme yolunda rıza gösteriği için, bir sonraki hedefimiz KFC’dir. Gözümüz elbette McDonalds’ın üzerinde olacak ama artık onun rakibi KFC asıl gündemimizi oluşturacak. Birer birer, bu şirketlere ne kadar çok tüketicin Amazon’u talan etmelerine karşı çıktığını göstermek istiyoruz.

    Amazon’da planladığımız daha bir çok eylemimiz var ve orman tahribinde ekonomik çıkarları olanların şiddet dolu taktiklerine devam edeceklerine de eminiz. Ancak şimdilik Santerem’de barış şiddetti yenmeye başlıyor ve destekçilerimiz baskıyı sürdürdükçe hala Amazon’un çoğunluğunun yeşil kalmaya devam edeceğine dair gerçek bir ihtimal var.

    Harekete geçin!

    İstilacı Dev Kurbağalar


    Kaynak : Radikal Gazetesi
    AA - SYDNEY - Avustralya'da resmi yetkililer, zehirli kara kurbağalarının istilası karşısında silahlı kuvvetlerden yardım istedi. 'Bufo marinus' adlı kara kurbağalarının zehri, yılan, timsah ya da diğer yırtıcıları birkaç dakikada öldürebilecek kadar güçlü. 30'lu yıllarda şekerkamışı tarlalarına zarar veren böceklerle mücadele amacıyla Queensland eyaletine getirilen kara kurbağaları, büyük hızla çoğaldı. Gittikçe daha büyük bir hızla yayılan kurbağalar, bugün en az 1 milyon kilometrekarelik alanda hüküm sürüyor ve yerel 'faunayı' yok ederek ilerliyor.

    Japon Balina Lobisi!!


    Japonlar, balina avını ''bilimsel araştırma'' kılıfına uydurarak sürdürüyor
    Başta Japonlar olmak üzere balina avının yasaklanmasına karşı çıkanlar, Uluslararası Balina Komisyonu’nun yıllık toplantısında önemli bir başarı elde ettiler. Toplantıda, balinaların korunmasını öngeren uluslararası moratoryumun gereksiz olduğu yönündeki bir karar kabul edildi…

    Uluslararası Balina Komisyonu’nun yıllık toplantısında, balina avcılığını savunanlar önemli bir zafer elde etti. Başta Japonlar olmak üzere balina avının yasaklanmasına karşı çıkanlar, balinaların korunmasına olanak sağlayan ve 20 yıldan bu yana yürürlükteki uluslararası moratoryumun bundan gereksiz olduğu yönündeki karar oy çokluğuyla kabul edildi.

    Ancak kararın bağlayıcılığı bulunmuyor. Karar, marotoryumun yürürlükten kalkmasını sağlamazken, balina avı yasağı da geçerliliğini sürdürüyor. Zira marotoryumun kaldırılması için oylamada üçte ikilik çoğunluğa ulaşılması gerekiyordu. Ancak Uluslararası Balina Komisyonu’nun Karayip ülkelerinden St Kitts ve Nevis’te yapılan toplantısında, 32’ye karşı 33 kabul oyu çıktı.

    Çevreciler endişeli, Japonlar mutlu

    Ancak balinaları koruyan ülkeler, oylamanın sonucunu ''trajik'' olarak niteledi. Çevreci örgütler de alınan karardan dolayı endişeli. Çevre koruma örgütü Greenpeace üyeleri, bunu ticari balina avı yasağının kaldırılması yönünde atılan ilk adım olarak değerlendiriyorlar. Çevreciler, balina avı yasağının kaldırılmasını isteyen Japonların destek arayışlarında önemli bir başarıya ulaştığına da dikkat çekiyorlar.

    Japonlar ise gelinen noktadan son derece memnun. Ticari balina avcılığının yeniden başlaması için kampanya yapan ülkelerin başında yer alan Japonya heyetinin sözcüsü ise sonucun Japonya açısından önemli bir diplomatik ve tarihi zafer olduğunu belirtti.

    Uluslararası Balina Komisyonu, 1986'da ticari balina avı hakkında bir moratoryum çıkarmıştı, ancak Japonya, balina avını ''bilimsel araştırma'' kılıfına uydurarak sürdürüyor. Uluslararası Balina Komisyonu ise bu konuda yıllardan beri ikiye bölünmüştü.
    Kaynak : DW WORLD.DE

    19.06.2006

    İklim Değişimi Neler Getirecek?


    Her gün dünyamızın gitgide ısındığıyla ilgili yeni haberler okuyoruz. Özellikle de atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun artışı yüzünden, iklim önemli bir değişim geçirmekte.

    Dünya iklimi, bugüne kadar hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde değişiyor. Doğa bu değişime ayak uyduramıyor, hayvanlar ve bitki dünyası zarar görüyor. Hastalık tehlikesi artıyor. İklim değişiminden zengin endüstri ülkeleri sorumlu, ama bu olumsuz etki yoksul ülkelere daha fazla zarar vermekte.

    Peki iklim değişimi dünyamızda neleri değiştiriyor?

    Buzullar eriyor

    Buzullar iklimin termometresi gibidirler. Eski ve yeni buz tabakalarının kütlelerine, yapılarına ve günümüzdeki erime süreçlerine bakılarak iklim değişimi gayet iyi bir şekilde izlenebilmekte. Uluslararası İklim Değişimi Paneli (IPCC) tarafından 2030 yılı itibariyle Alplerde yaşanacak değişimler şu şekilde açıklandı:

    Kar yağış sınırı ortalama olarak 200-300m düşecek

    Avusturya’da bulunan 97 buzuldan 92’isi küçülecek; bu erime süreci 19.yy’ın ortalarında başlamış

    1850’den bu yana buzul alanları yarı yarıya küçülmüş

    IPCC’ye göre kuzey yarımküredeki donmuş toprakların ve buzulların yarısı eriyip yok olacak. Dünyadaki içme suyunun üçte ikisi buzullardan elde edilmekte. Mesela Himalaya masifinin güneyindeki insanlar içme sularını tamamen buzullardan karşılıyorlar. Bu bölgede dünya nüfusunun üçte biri yaşadığına göre buzulların erimesi büyük bir felaketi de beraberinde getirecektir. Dünya genelinde sadece Yeni Zelanda ve İskandinavya’da buzullarda olumlu gelişmeler yaşanıyor. Klimanjaro, And dağları ve Himalaya tehdit altında olan bölgeler.

    Hayvan türleri azalıyor

    İngiltere’de gerçekleştirilen kapsamlı bir araştırma, ülkede özellikle böcek ve kuş türlerinde önemli bir değişimin yaşandığını ortaya koydu. Son 20 yıl içinde kelebeklerin %70’i ve kuşların yarısı yok olmuş.

    İklim değişimi kutup ayılarını bile etkilemeye başladı. Kuzey kutbundaki buzlar yirmi sene öncesine göre iki hafta daha önce kırılmaya başladığı için, kutup ayılarının yaşam koşulları çok zorlaştı. Kutup ayılarındaki yavrulama oranı 1980 yılından bu yana %10 oranında azalmış. İklim değişimi bitki örtüsünü de değiştirdiğinden hayvanların yaşam alanları kısıtlanmakta. Bazı göçmen kuşlar bu yüzden göç yollarını bile değiştiriyorlar.

    Bitki dünyasındaki değişimler

    Daha az su ağaçların daha yavaş büyümesine, kurak yazlar tohumların erken olgunlaşmasına, artan hava sıcaklıkları ise çiçeklerin erken açmasına yol açmakta. Bu gelişme özellikle de Japonya’da çok iyi takip edilmekte. Kyoto’daki kiraz ağaçlarının çiçeklenmesi, 705 yılından beri kaydedilmekte.

    Bu belgeye göre kiraz çiçekleri 1950 yılına dek, yılın 102. ila 108.gününden sonra açıyormuş. Oysa 1950 yılından sonra 100. günden önce açmaya başlamışlar. Buna benzer çok sayıda gözlemler var ama hepsini doğrudan doğruya iklim değişimiyle ilişkilendirmek mümkün olmuyor. Fakat ilkbaharın git gide daha erken başlaması, iklim değişimiyle kesin ilişkili gibi.

    Deniz seviyesi yükseliyor mu?

    Deniz seviyesiyle ilgili öncelemeler en fazla tartışılan konulardan biridir. Kutup başlıklarındaki buzların erimesi yüzünden, git gide daha fazla tatlı su karışıyor denizlere, bu da dünya genelindeki deniz seviyesinin yükselmesine neden oluyor. Bu gelişmeden özellikle de Sri Lanka ve Güney Denizi’ndeki atol adaları çok etkilenecek. IPCC’nin hesaplarına göre dünya genelindeki deniz seviyesi 2100 yılına dek 10 ila 90cm yükselecektir.

    Deniz seviyesi 20.yy’da da 10 ila 20cm kadar yükseldi. Deniz seviyesinin yükselişi yüzünden bazı adalar ve kıyı bölgeleri suya gömülecektir. Tabii birçok yerde sellerin yaşanacağını da söylüyor bilim adamları. Tahminlere göre 20 yılda bir tüm dünyayı etkileyecek çok büyük sel felaketleri yaşanacak. Ama bu öncelemelere bakıp dünyamızda kuraklığın kalmayacağını düşünmeyin. Yazlar git gide daha kuraklaşırken, kış aylarında seller artacak.

    Afrika’nın yeraltı su kaynakları da kuruyor


    Afrika’da alarm zilleri: Yeraltı su rezervleri kuruyor. Büyüyen nüfusu besleyebilmek ve su ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla yağmur suyunun toplanması gerekiyor.

    Dünyada, özelilkle Afrika’da su alarmı üst düzeylere çıktı. Uzmanlar, çiftçilerin bireysel olarak yağmur suyu yakalamaları gerektiğine işaret ediyor. Bunu yapabilmek için de, Dünya’daki 2 milyar fakir çiftçinin, yağmur suyu toplamak için tasarlanmış düşük maliyetli teknolojilere ulaşması sağlanmalı.

    İstatistikler korkutucu. İnsanların kullandığı temiz suyun %90’ından fazlası ürün yetiştirmek için kullanılıyor. İnsanlığı esir alacak açlık ve Dünya nüfusuna eklenecek 3 milyar insan, 2050 yılında bu rakamı %80 oranında arttırarak 12600 kilometre küp seviyesine çıkaracak.

    Kenya’nın su bakanı Martha Karua "Kıtlığı engelleyebilmenin tek yolu nehirlerimizdeki suyu, kuraklık zamanında kullanabilmek için toplamak" dedi. İsveçli hidrolog Johan Rockstrom ise en iyimser mühendislik değerlendirmesi ile bile, ek bentlerin yılda sadece 800 kilometre küplük su sağlayabileceğini belirtti. Çiftçilik yapılan bölgelerdeki nehirlerin çoğu kuruyor ve bent yapılacak uygun yerler tükeniyor.

    Afrika’nın bir yanından diğer bir yanına kadar çiftçiler ürünlerini, gölcük, teras ve yeraltı sarnıçlarındaki suyu toplamaya yarayan yarı eskimiş teknolojiler kullanarak büyütüyorlar.

    uzmanlar "Eğer Afrika 2050 yılında hala kendini doyurabilmek istiyorsa, yağmura dayalı çiftçiliğini beş katına çıkarması gerekir" diyor.

    Kurumuş topraklar kuraklık belirtisi


    İklim bilimciler kuraklık ve su baskınlarının aylar önceden tahmin edilebileceğini düşünüyor. Atmosfer çok karışık olduğu için, böyle bir tahmini bir haftadan daha önce yapmak genellikle imkansızdır.

    Ancak Dünya’nın havası konusunda rehberlik yapan bazı gizli etkiler var. Örneğin doğu Pasifik’teki su sıcaklığının değişimi, El Nino diye adlandırdığımız, küresel iklimdeki büyük dönüşten aylar önce gerçekleşmişti.

    NASA’dan Randal Koster araştırmacıların, kıtaların ortasında, toprağın nemindeki kolay farkedilemeyecek değişikliklerin gelecek kuraklık ve su taşkınlarını haber verebileceği bir dizi "önemli nokta" belirlediğini açıkladı.

    Var olan kanı, bulut ve yağmurları yaratan su buharının ana kaynağının, genellikle topraktan buharlaşan su olduğu yönünde. Toprağın kuruma düzeyi arttıkça kuraklık riski de artıyor.

    Oldukça yaş topraklar gelecekte oluşabilecek güçlü yağışların belirtisi olabilir. Bu önemli noktalarda toprağın nemi ile yağışlar arasında önemli bir ilişki olduğu düşünülüyor.

    Ancak bu metod her bölgede işe yaramayacak. Kıyı şeridindeki bölgelerde nemin büyük bir bölümü okyanustan buharlaşıyor ve çölün topraklarında nadiren yağmur oluşturacak kadar nem bulunuyor. Ancak diğer bölgelerde, özellikle yaş ve kuru iklimler arasındaki geçiş bölgelerinde, topraktan gerçekleşen buharlaşma bütün farkı yaratabilecek.

    Küresel Kara Atmosferi Bağlantı Deneyi (GLACE) adlı girişim, 12 iklim modelleme takımından, toprak nemi etkisinin en güçlü olduğu bölgelerin haritasını çıkarmasını istedi.

    Türkiye 2040'ta Çöl Ülkesi Olacak


    17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü kapsamında yapılan açıklamalarda, Türkiye'deki toprak kaybının ciddi boyutlarda olduğunu belirten yetkililer eğer gerekli önlemler alınmaz ise,
    Haber : Anadolu Ajansı
    Türkiye'nin 2040 yılında bir çöl ülkesi olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını belirttiler.

    Sakarya Orman Bölge Müdürü Hasan Yıldız, her yıl 1 milyar 400 milyon ton, başka bir deyişle komşuları olan İzmit ve Bursa illerini yaklaşık 30 santimetre kalınlıkta kaplayabilecek miktardaki verimli toprakların erozyon sonucunda kaybedildiğini söyledi. Yıldız, erozyon nedeniyle oluşan toprak kaybının durdurulamadığı taktirde 2040 yılında Türkiye'nin çöl ülkesi haline geleceğini kaydetti.

    '17 Haziran Dünya Çölleşmeye karşı Mücade Günü' nedeniyle bir basın açıklaması yapan Sakarya Orman Bölge Müdürü Hasan Yıldız, Türkiye'nin yüzde 97'sinin erozyonla karşı karşıya bulunduğunu söyledi. Karşı karşıya bulundukları en büyük tehlikenin erozyon olduğunu anlatan Yıldız, erozyon nedeniyle toprak kaybı durdurulamadığı taktirde 2040 yılında Türkiye'nin çöl ülkesi haline geleceğini belirtti.

    Yıldız, "Tabii bitki örtüsünün, ormanların tahrip edilmesi sonucu çıplaklaşan ve dış etkilere tamamen açık hale gelen toprağın, rüzgar ve yağmur darbeleri etkisiyle yerinden koparılarak yüzeysel akışla, aşınıp taşınmasına toprak erozyonu diyoruz.

    Toprak bu vatanın en değerli unsurudur. Bizler vatan uğruna canını feda eden bir milletiz. Fakat ne acıdır ki her gün 400 bin kamyon dolusu, her yıl 1 milyar 400 milyon ton, başka bir değişle komşumuz İzmit ve Bursa illerinin yaklaşık 30 santimetre kalınlıkta kaplayabilecek miktarda ülkemizin en verimli topraklarını erozyon sonucunda kaybediyoruz." dedi.

    Kaybedilen toprak örtüsünün yeniden oluşması için binlerce yıl gerektiğini vurgulayan Yıldız, "Yeşil örtü ve toprağın elden gitmesi ile ortaya çıkan iklim değişikliği ve ekolojik denge sonucunda, vahim boyutlarda doğal varlık kaybedilerek ekonomik zararlara uğranılmaktadır. Bitki örtüsü ve toprağın olmadığı bir yüzey, kar ve yağmur sularını ememediğinden, doğal su kaynaklarımız yeterli ve sürekli beklenemez." diye konuştu.

    Erozyonun ilacının ağaç ve orman olduğunu açıklayan Yıldız, ormanlardaki toprakların bir metreküpünde 100 kilometreye ulaşan ve toprak kaymasının önüne geçen ağaç köklerinin bulunduğunu ifade etti.

    Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: "Karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike erozyondur. Türkiye'nin yüzde 97'si erozyon olayı ile karşı karşıyadır. Erozyon nedeniyle toprak kaybı durdurulamadığı taktirde 2040 yılında Türkiye'nin çöl olacağını bilin.


    Adapazarı Orman Bölge Müdürlüğü olarak ilimizdeki 208 bin 292 hektarlık ormanlık sahayı daha da genişletmek ve gençleştirmek gayreti içersindeyiz. Sakaryalı vatandaşlarımızdan da bu bilgileri göz önüne alarak yaz mevsiminin en önemli gündem maddesi olan orman yangınlarına karşı daha dikkatli ve duyarlı olmalarını istiyoruz."
    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...