18.07.2007

Dilaver DEMİRAĞ - Küresel Isınma ve İklim (2)

İKLİM MODELEMESİ
Dünya iklim sistemi çok karmaşık bir bulmacayı andırmakta. Bu iklim sisteminden saf atmosfer değil, yanı sıra okyanuslar, okyanus akıntı sistemleri, kutup bölgeleri ormanlar, çöller, buzullar, yanar dağlar ve insani etkenler sorumlu olabilmekte ve bu da çok yönlü değişkenlerin sistem üzerinde etkili olmasına yol açmaktadır. Sistem bu denli karmaşık ve çok yönlü olduğu için bu unsurların her birinin sistem üzerinde ne tür bir etki doğurduğu gezegensel ölçekte iklim yapısında ne tür değişimleri başlattığı halen tam olarak bilinebilmiş, çözümlenebilmiş değildir. Bu yönde hala alınacak bir hayli mesafe olduğu iklim bilimcilerin üzerinde ittifak ettiği bir noktadır. Tüm bu etkenler nedeniyle hava durumuna ilişkin tahminler de bulunmadan, kasırga rotalarının belirlenmesinde ve gelecekte iklimde yaşanabilecek olası değişikliklerin öngörülebilmesinde iklim bilimcilerin en çok başvurdukları araç süper bilgisayarlar olmuştur. Bu bilgisayarla iklimi etkileyen değişik unsurlara ilişkin elde edilen veriler ışığında bilgiler girilmekte sonra da bilgisayar ortamında yapılan matematiksel modellemeler aracılığıyla belli bir takım çıktılar elde edilmekte. Bu matematiksel modelleri ilk oluşturan kişiler dünyaca ünlü matematikçi John Neumann başkanlığında bir grup bilim insanı olmuştur. Bu çalışmalar sayesinde hem doğru ve isabetli hava tahminleri yapılabilmiş, hem de bu tahminler kişisel beceri olmaktan çıkıp bir bilimsel nitelik kazandı. Küresel iklim sisteminin anlaşılabilmesi ve bu sistemin etkilerini anlak için oluşturulan iklim modellerine de ilk kez 1956’da başlandı. O günden bu yana gözlem tekniklerindeki gelişmeler gözlem ayıtlarının teknolojik kapasitesinin daha elverişli bilgiler elde etmeye dönük gelişimi sonucu
atmosfer olaylarının anlaşılabilmesi, dünya iklim sistemine ilişkin elde edilen bulgular sayesinde bu iklim maddeleri de gelişti ve olup biteni öngörme keskinliği de daha çoğaldı. Meteoroloji uydularının kullanıma bağlanması, yüksek hızlı ve büyük bellekli bilgisayarların devreye girmesi, atmosfere ve okyanuslara dönük gözlemlerin niteliğindeki artışla gelen vericilerin değerlendirilmesinde bir atılım yaşandı.(*)

Günümüzde iklim bilimcilerin kullandığı birkaç küresel iklim modeli bulunuyor. Bunlar ayrıntılar da birbirinden farklılaşarak, bu noktada farklı sonuçlar verseler de genel öngörülerde birleşmekteler. Bu maddelerin hepsi de karbondioksit oranındaki bir artışın dünyada yavaşta olsa bir ısınmaya yol açacağında birleşiyorlar. Farklılaşmalar, ısınma noktasında değil, ısınma derecesi, bu ısınmanın yol açacağı etkiler ve bunun yol açacağı sosyal sonuçlar noktasında oluşuyor. Nitekim bu modeller eşliğinde yapılan hesaplar 1990’larda 10 terawatt’a olan dünya enerji tüketiminin 2020’de 20 terawatt’a, 2050’de de 30 terawatt’a çıkacağını ortaya koymuştur. Buna bağlı olarak atmosferdeki karbon miktarı da 2050 yılında ikiye katlanacağı öngörülüyor. Bu artışın yol açacağı ısınma derecesine ilişkin modellerin verdiği sonuçların farklı olması nedeniyle bir anlaşmazlık söz konusu. Bazı modeller bu artışın 1 santigrat derecede kalacağını öngörmekte. Daha kötümser tahminlerde ise ısı artışının 5 santigrat dereceyi bulacağını ortaya koyuyor. İşte asıl felaket öngörülen bu artış derecesi için söz konusu oluyor. Çünkü 1 derecelik bir artış halinde dünyadaki sosyal yaşamı, ekonomiyi ciddi biçimde alt üst edecek bir süreç oluşmayacak. Elbette canlı hayat bundan olumsuz etkilenecek örneğin Kutup Ayıları yaşam alanı altüst olduğu için belki de tür olarak ortadan kalkacak. Aynı şekilde ada halklarının çoğu zarar görüyor/görecek. Kısacası bu zarar meselesi de bir hayli göreli. İşte hali hazırda iklim değişimine ilişkin yapılan kampanyalar, seferberlik çağrıları, Kyoto protokolünün yürürlüğe girmesi için ABD, Avustralya Çin ve Hindistan’dan oluşan karbon lobisine yapılan baskıların ana nedeni de ısı artışını bir derecede tutabilmek için. Çünkü son BM raporunun da ortaya koyduğu gibi artık iklim değişiminin tamamen önüne geçmek mümkün değil, bunun da nedeni atmosfere saldığımız karbon miktarının aşırı düzeylere varmış olması. Bu miktar, atmosferin kendi kendini dengeleme ve fazlayı emme kapasitesini ziyadesiyle açtığı için, atmosferde bulunan bu fazla miktardaki karbon, mevcudiyetini muhafaza edecek.
Hatta halihazırda eriyen buzullar da atmosfere karbon saldığından(*) ısınma artık geri dönüşsüz noktada. Eğer ısınma bir derecede tutulabilirse bu özellikle gelişmiş ekonomilerin iklim değişiminden kaynaklanan aşırılıklar ve felaketlerden nispeten az etkilenmesine neden olacak. Ancak petrol şirketleri ve ekonomileri büyük oranda bu şirketlere dayanan başta ABD, Suudi Arabistan, Kuveyt vb. etkilerle ekonomik gelişimin de rekabet gücünde ciddi etkileşimler olma ihtimali bulunan Çin, Hindistan gibi hızla büyüyen ülkeler hala sonu ciddiye almamakta ısrar ediyorlar. Petrol şirketleri hala küresel ısınmaya ilişkin zihinleri bulandırma çabasındalar.
(*)Prof. Dr. Cemal Aydın, Barış Kömürcü, Küresel Isınma S.2
ISINMA VE SOĞUMA PERİYODU
İklim değişiminin insan kaynaklı değil de, gezegenin doğal etkilerinin bir sonucu olduğunu savunanların tümü de elbette petrol şirketlerinin “yüksek himayeleri” nedeniyle bu tezleri ortaya atmıyorlar. Gezegenin 10 bin yılda bir girdiği nispeten soğuk ya da sıcak dönemleri var. Dünyanın yaşadığı son küçük buzul çağından dünyamız 10 ya da 11 bin yıl önce çıktı. Bu arada küçük bir bilgi Gizza’daki Büyük Piramit ile ünlü Sfenksin de yapılma tarihi hemen hemen aynı. Hatta Sümer, Babil başta olmak üzere dünyadaki pek çok toplumun efsanelerinde sözü edilen Tufanda, bu buzul çağından çıkışla yani iklimin ısınması neticesi oluşan su miktarın da aşırı artış neticesi ve pek çok kararın su altında kalmasının bir ürünü. Bu bilgi önemli çünkü küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğunu söyleyenlerin tezlerinin bir bölümü bu olguya dayalı, arkeolojik kanıtları da bir delil olarak öne sürüyorlar. Bu karşı kanıta itiraz edenler de aynı periyoda dayanarak bu tezi çürütüyorlar. Çünkü, onlar da bu etki insan kaynaklı olmasaydı normal şartlarda gezegenimiz iklimi soğuma periyoduna geçecek ve mini bir buz çağı içinde olacaktık diyorlar. Kısacası gezegen iklimindeki ısınma-soğuma periyodu, iklim değişimi üzerinde yaşanan fırtınalı tartışmalarda ortaya çıkan en güçlü argümanlardan birisi konumunda. Bu arada 1 derecelik artışı önemsiz bulanlara da yine aynı olgulardan yola çıkarak bir takım uyarılarda bulunuluyor. 1300’lü yıllarda başlayan ve 1500’lere dek süren, Avrupa’da küçük buz çağı olarak adlandırılan soğuk dönemde, ortalama küresel sıcaklık bugünkünden yalnızca 1 derece düşüktü. Günümüzden 10-11 bin yıl önce sona eren son buzul çağındaysa dünyanın ortalama sıcaklığı bugünkünün yalnızca 5 derece altındaydı (*)
Bizlere kağıt üzerinde bir hayli küçük gelen bu oranlar gerçekte canlı hayati yani flora ve faunaları, kısacası biyosferi çok ciddi biçimde etkiliyor, uygarlıkların çökmesine yol açabiliyordu. İnsanlık yerleşik bir yaşama geçtikten bu yana dünya ikliminde çok çok önemli diyebileceğimiz bir değişim yaşanmamış gibi gözüküyor. Oysa ki bu yanıltıcı olabilir. Çünkü dünya ikliminde dört milyar yıldan bu yana pek çok iniş ve çıkış yaşanmıştır. Bu nedenle dünya iklimi ve ortalama yeryüzü sıcaklığı için olsa olsa dinamik denge, göreli sabitlik gibi değişkenliği içinde barındıran ifadeler kullanmak en doğru olanıdır. Yüzlerce milyon yıllık sıcak dönem ve bunu izleyen on milyonlarca yıllık soğuk dönemler, bunların da içinde yüz bin yıllık periyotlar ile 10 bin yıllık hafif soğuk, hafif sıcak dönemler olmuştur. İşte iklimle ilgili temel anlaşmazlık bu hafif soğuk, hafif sıcak periyotlar ile ilgili. Çünkü bazı bilim insanları gezegensel iklimin hafif sıcak bir dönemin içinde olduğunu, yaşadığımız aşırı hava olaylarının, iklim değişiminin insan eliyle gerçekleştiğinin kanıtı olarak öne sürülemeyeceğini, gerçekte bu hafif ısınma periyodunun bir sonucu olduğunu öne sürüyorlar.
Son bir milyon yıl içinde yaklaşık 250 milyon yıl süren sıcak dönemlerin ardından gelen dört büyük soğuma dönemi yaşandı. Sıcak dönemlerde dünyanın ortalama ısısının 22 santigrad derece olduğu tahmin ediliyor. Sıcak dönemlerin bir süre sonra göreli olarak soğuk ve kısa süren dönemlerle kesintiye uğradığı düşünülmektedir. Gezegenimiz son olarak 50 milyon yıl önce soğuk bir döneme girdi ve biz hala aslında bu soğuk dönemin içinde yer alıyoruz. Bilinen dört buz çağı yaşandı ve bunların da arasında dört ara buz çağı. Bu çağlarıyla bu ara çağlarının birbirini izlemesine dilivüyum deniyor. Yani yedi bölümlü bir döngü. Buna dayanarak dünyanın 28 kez ara buz çağları yaşadığını söyleyebiliriz. Gerçi bunu tek bir büyük buz çağı olarak görenler de var ve bu görüşe göre biz dört buzul çağı yaşadık. Bizim yaşadığımız dönem olan sekizinci kesime aliviyum deniyor. Tek çağ yanlıları ara dönemleri iklimdeki göreli kaymalar, değişmeler olarak görüyorlar. Ünlü buz çağı morfologu Albreth Pench’e göre buzul dönemleri 10.500 yılda bir değişiyor. Daha büyük rakamlar verenler de var. Bu arada periyotlar kimilerine göre 40.00 yılda bir yaşanıyor. Kimileri de 200 bin yıl öngörüsünde bulunuyor. Buzul çağının sonuna gelindiğinin en büyük göstergesi kıta içlerindeki buzulların geriye çekilmesi ve yavaş yavaş erimesi koşullarında değişiklilere yol açtığından, mevsimsel kaymalar, yağış miktarının düzesizleşmesi, kasırga vb. tropikal rüzgarların sıklığı buzulların çekilmesinin ortaya çıkardığı sonuçlar
(*)Barış Kömürcü S.7
(*) Küresel Isınmanın ekolojisi sistemin ne denli girift olduğunu ortaya koyar mahiyette. Öyle ki su buharı da sonuçta sera etkisini arttırır halde, buzulların erimesi atmosfere aşırı miktarda su buharı da yüklemiş olacak, bunun ne kadarının yağış olarak döneceği henüz tam bilinmiyor.
(*)Egon Friedel, Mısır ve Antik Yakındoğu’nun kültür tarihi S.65

:::::: SÜRECEK:::::

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...