29.06.2008

Meksika’dan ABD’ye ‘yeşil duvar’ misillemesi

Meksika, ABD’nin iki ülke arasındaki sınıra çit inşa etmesine protesto olarak “yeşil duvar”la karşılık veriyor.

“Yeşil duvar” protestosu çerçevesinde ABD sınırına dikilmesi planlanan 400 bin ağacın bir bölümü, Meksika’nın Coahuila eyaletiyle ABD’nin Teksas eyaleti arasındaki 512 kilometrelik sınıra dikilmeye başlandı. Coahuila Valisi Humberto Moreira Valdes, kendi “duvarlarının” utanç ve nefretle yarıştığını söyledi. Ağaç dikme törenine Teksas’ın sınır kasabası Eagle Pass’in çit inşaatına karşı olan belediye başkanının da katıldığı belirtildi.

Amerikan hükümeti Meksika sınırındaki çitin güvenlik için son derece önemli olduğu görüşünü savunuyor. Uzmanlar ise çitin iki ülke arasındaki düşmanlığı körüklediğini, çevresel ve özel mülkiyetle ilgili kaygıları artırdığını belirtiyor.

[Ntvmsnbc]

28.06.2008

‘Kuzey Kutbu bu yaz eriyecek’

Kuzey Kutbu’nda bu yaz hiç buz olmayabilir! Kuzel Kutbu’ndaki erimenin sanılandan da hızlı olduğu belirlendi. Konuyu manşetine taşıyan Guardian gazetesi “Düşünmesi bile imkânsız geliyor ama insanlık tarihinde ilk kez Kuzey Kutbu’nda hiç buz olmayabilir. Arktik Buz Denizi’nin eridiğinde kutup noktasına tekneyle gidilecek ki küresel ısınmanın gezegen üzerindeki etkisi konusunda bundan daha endiye verici bir şey olamaz” diye yazdı.

Guardian’a konuşan Colarado’daki Amerikan Ulusal Kar ve Buz Bilgi Merkezi uzmanı Mark Serreze, “Bilimsel açıdan Kuzely Kutbu sadece yeryüzünde bir nokta. Ama sembolik önemi çok büyük. Kuzey Kutbu’nda su değil buz olması gerekir” dedi.

Ama konunun Arktik ülkeler için sembolik değil, gayet maddi bir sonucu da olacak. Kuzey Kutbu’ndaki buzlar tamamen eridiğinde, daha önce kalın buz tabakası nedeniyle erişilemeyen petrol ve mineral yataklarının ortaya çıkması bekleniyor.

‘Temmuz ya da ağustosta belli olur’
Geçen hafta ABD Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’nden yapılan açıklamada yine Kuzey Kutbu’nun üzerini kaplayan buzların son derece hızlı biçimde eridiği belirtilmiş, 5-10 yıl içinde kutup noktasında hiç buz kalmayabileceği belirtilmişti. Ondan bir önceki tahmin ise 2080’di. Ama Guardian’ın dünkü sayısında yer alan bilim adamları bu konudaki tahminlerini değiştirdi. Buna göre bu yaz tamamen sularla kaplı bir Kuzey Kutbu’yla karşılaşma olasılığı yüzde 50/50. Çünkü son tespitlere göre, sadece bir kış içinde oluşan ince buz tabakası, eskiden Kuzey Kutbu’nun üzerine kaplayan uzun yıllar içinde oluşmuş tabakayı ittirerek yerine geçti. Son uydu verileri bu ince tabakanın geçen yıldan da hızlı biçimde eridiğini gösteriyor ki, geçen yıl ki erime tüm zamanların rekoruydu. Serreze’ye göre dananın kuyruğu bu temmuz ya da ağustos ayında kopacak.

Seattle’daki Washington Üniversitesi’nden kutup araştırmacısı Ron Lindsay’a göre ise erime büyük bir olasılık ama rüzgâr ve güneş ışığı koşullarına göre her şey değişebilir. İnce buz tabakasının erimesiyle okyanuslara daha fazla su karışmasından, okyanusların derin ve karanlık sularınınsa daha fazla ısıyı bünyesinde tutarak özellikle Arktik bölgede sıcaklığı daha da artırmasından endişe ediliyor.

[Radikal]
[Ntvmsnbc]

27.06.2008

Yeni Bir Petrol Şoku mu?

Geçen yıl varili 70 dolar olan petrolün fiyatının yılbaşından bu yana yüzde 40 artarak 142 doları geçmesi, dünyanın üçüncü bir petrol şoku deneyimi geçirdiği fikrini akla getiriyor.

Petrol fiyatları, petrol arzına ilişkin kaygılar ve Orta Doğu’daki jeopolitik gerilimlerin yanı sıra yatırımcıların enflasyona karşı korunmak için emtiaya aktardıkları paranın artması ve doların değerinin düşük olması nedeniyle yükseliyor.

Uluslararası Enerji Ajansı Nabuo Tanaka, bu ay başında, “dünyanın üçüncü büyük enerji krizinde olduğunu” söyledi ve petrol talebinin kesilmesi için “enerji devrimi” çağrısı yaptı.

Önceki petrol krizlerine siyasi kargaşa ve savaşın yol açtığı arzdaki keskin düşüş neden olurken, bu kez gelişmekte olan Asya ülkeleri ve Orta Doğu ekonomilerinin petrole olan talep patlaması fiyatları yükseltti.

Dünya ekonomilerini sarsan petrol şokları şöyle:

1973
İlk petrol şokuna, Arap-İsrail savaşında İsrail’in destekçilerini, özellikle ABD, Japonya, Hollanda, Portekiz ve Güney Afrika’yı doğrudan etkileyen Arapların petrol ambargosu yol açtı. Petrol ambargosuyla petrol fiyatı 4 misli artarak 12 doları buldu. Artan enflasyon diğer sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerini etkiledi. Petrol krizi, farklı petrol kaynaklarının araştırılmasını ve farklı yakıt kullanımını teşvik etti.

1979
İran İslam Devrimi’nden sonra ortaya çıkan ikinci petrol şoku, özellikle dünyanın en büyük petrol tüketicisi ABD’de çok şiddetli hissedildi. İran’dan bütün petrol ihracatı durdu, toplam petrol arzı yaklaşık yüzde 5 azaldı ve fiyat yüzde 150 yükseldi. Ortalama petrol fiyatı 1979 yılında 32 doların biraz altındaydı.

İki önemli petrol ihracatçısı olan İran ve Irak arasındaki savaş nedeniyle başlangıçta petrol piyasasında günlük petrol üretimi 4 milyon varil ya da dünya petrol talebinin yüzde 8’i kadar azaldı. 1980 yılında petrolün varil fiyatı yaklaşık 37 dolar oldu.

Uluslararası petrol şirketleri 1979’dan sonra önemli yatırımlar yaptı ve Suudi Arabistan tam ölçek arz krizinin önüne geçilmesine yardımcı olmak için üretimini artırdı. Bu iki petrol krizinden sonra aşırı üretim petrol piyasasında arz fazlasına yol açtı, durgunluk talebi azalttı ve fiyatlar çöktü.

Petrolünün yüzde 90’ını Ortadoğu’dan alan Japonya, akaryakıt verimliliğine dayalı otomotiv endüstrisini geliştirdi, elektronik ve robot teknolojisi gibi teknolojik olarak ilerlemiş sanayiler üzerine yoğunlaştı.

...VE BUGÜN

Petrol fiyatlarının yılbaşından bu yana yüzde 40 artmasıyla, ham petrolün efektif para maliyetinin şimdiye kadarki en yüksek seviyesine çıkması, üçüncü petrol şoku olduğu yönündeki fikirlerin tartışılmasına neden oldu. Asya’da yeni sanayileşmiş ülkelerde petrole olan talep, bu ülkelerde akaryakıt yardımları kısılsa bile güçlü olmaya devam etti.

Son üç ayda Çin ve Hindistan’ın yanı sıra Endonezya, Bangladeş, Vietnam ve Singapur’da benzin fiyatları yüzde 10’dan fazla zamlandı. Petrol fiyatlarındaki artış, bu ülkelerde enflasyonist baskıya yol açarken asıl tehlike, büyümesi düşük olan ülkeler için söz konusu oldu.

Çiftçiler, balıkçılar ve nakliyeciler artan petrol ve gıda fiyatlarından yakınırken, İspanya, Fransa, Yunanistan, İsrail ve Nepal’ın da arasında bulunduğu bazı ülkelerde göstericiler sokaklara çıktı.

[Ntvmsnbc]

Marmaris’te yangın büyüyor

Muğla’nın Marmaris ilçesinin Armutalan mevkisinde çıkan yangında alevler, yerleşim birimine 200 metre kadar yaklaştı. Bölgede yaşayanlar tahliye ediliyor.

Marmaris’in Armutalan mevkisinde orman yangını çıktı. Otellere 200 metre kadar yaklaşan yangının yerleşim alanlarına ve otellere zarar vermemesi için büyük mücadele veriliyor.

Marmaris’in Artmutalan mevkisinde başlayan orman yangınına 3 helikopter havadan, çok sayıda arazöz ve orman işçisi karadan müdahale ediyor.

Ekiplerin yoğun çabasına bölgede yaşayan vatandaşlar da kendi imkanları ile katılıyor.

Yangın bölgesine yakın olan turistik tesis ve evler tahliye ediliyor.

[Ntvmsnbc]

26.06.2008

Çölleşme dünya ekosistemini tehdit ediyor

BM tarafından çevreyle ilgili yapılan çeşitli araştırmalar, dünyada çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan 110 ülke bulunduğunu ortaya koydu.

BM, BM Çevre Programı (UNEP) aracılığıyla çevreye ilişkin çeşitli araştırmalar yaptı. Araştırmaların sonuçlarına göre, dünyanın önemli bir bölümünün çölleşme tehdidi altında olması nedeniyle bir an önce ciddi tedbirler alınması gerekiyor.

Çölleşme, yılda 42 milyar doları bulan yıllık maliyetinin yanı sıra açlık, yoksulluk ve göç ile de insanoğlunu tehdit ediyor.

Merkezi ABD’de bulunan Worldwatch Institue, her yıl toprağın üst tabakasının 24 milyar tonunun kaybedildiğini ileri sürdü.

Araştırmalar, son 20 yıl içinde ABD’deki bütün ekili alanı kaplayacak kadar toprağın kaybolup gittiğini ortaya koydu.

Bu kriz, dünya üzerindeki karaların üçte birinden daha fazlasını kaplayan kurak alanlarda ortaya çıkarken, çölleşme, toprak tabakasının hassas, bitki tabakasının ince ve iklimin son derece sert olduğu bölgelerde kendini hissettiriyor.

Çölleşme, toplam kara alanının yüzde 30’una zarar verirken, Afrika’da kurak alanların yüzde 73’ünü kaplayan 1 milyon hektarın üzerinde arazinin orta veya ciddi bir çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirlendi.

Asya’da ise bu miktarın 1,4 milyon hektarı bulduğu belirtilen araştırmalarda, şu bilgilere yer verildi:
“Fakat bu problem, sadece kalkınmakta olan ülkelere mahsus değildir. Ciddi bir şekilde veya orta derecede çölleşmiş alanların en fazla bulunduğu kıta yüzde 74 ile Kuzey Amerika’dır. AB’deki ülkelerin 5 tanesinde çölleşme sorunları mevcuttur. Asya’da en fazla etkilenen bölgeler eski Sovyetler Birliğinde yer almaktadır.

Genel olarak bakılırsa çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan kurak alana sahip 110 ülke olduğu görülür. UNEP çölleşmenin genel maliyetinin yılda 42 milyar dolar olduğunu hesaplamıştır. Sadece Afrika’nın yıllık kaybı 9 milyar dolardır.”

SİLAHLI ÇATIŞMALARIN NEDENİ
Araştırmaların sonuçları, çölleşme nedeniyle yaşanan manevi kayıpların bedelinin daha ağır ve 1 milyardan fazla insanın yaşamının tehlikede olduğunu gösterdi.

Araştırmalarda şunlar kaydedildi:
“Uzun vadede 100 milyon kişi, doğup büyüdükleri yerleri terk etmek mecburiyetinde kalabilirler. Toz haline dönüşmekte olan yerleri bugüne kadar kaç kişinin terk edip gittiği bilinmemekle beraber mutlaka milyonları bulmaktadır. Mali ve Burkina Faso’da yaşamakta olanların altıda biri kendi yörelerini terk etmek zorunda kalmışlar ve bunun bir sonucu olarak da şehirlerin çevrelerindeki gecekondular fazlalaşmıştır.

Yağış almayan bölgelerde halen sürmekte olan 10 silahlı çatışmanın başlamasının sebepleri arasında çölleşme de bulunmaktadır. Çölleşme, Somali gibi yerlerde siyasi dengesizlik, açlık ve toplumun parçalanmasına sebep olduğu gibi insani yardım ve felaketleri önleme çabası şeklinde büyük miktarda harcamalara yol açmaktadır. Aynı zamanda, küresel ısınma ve biyolojik çeşitliliğin kaybolması gibi çevre koruma sorunlarını da ağırlaştırmaktadır.”

Kuraklığın çölleşmeyi başlattığı ve daha da kötüleşmesine neden olduğunu vurgulayan araştırmalarda, yanlış tarım uygulamalarının toprağı tükettiği belirtildi.

Araştırmaların sonuçlarında, “Yanlış sulama, tarım yapılan araziyi tuzlu bir halde bırakmakta ve her yıl 500 bin hektarı çölleştirmektedir. Bu miktar her yeni sulamaya açılan alana eşittir” denildi.

TÜRKİYE’NİN DURUMU
Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü Erdoğan Özevren, Türkiye’nin içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyasının yarı-nemli ya da kurak-kurak iklim rejimi içerisinde yer aldığını anımsatarak, ülke topraklarının yüzde 86’sının erozyon tehdidi altında olmasının, erozyonu çölleşmenin en önemli sebebi yaptığını vurguladı.

Özevren, “İklimsel verilere göre, ülkemizde Iğdır ve Konya ovaları ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi kuraklık ve çölleşmeye en hassas bölgeler olarak ortaya çıkmaktadır. Unutulmamalıdır ki ülkemizde erozyon olması sebebiyle ülke topraklarının tamamına yakını tehdit altındadır” dedi.

25.06.2008

Endonezya'da petrol fiyatları öğrenciyi çıldırttı

Endonezya'da öğrenciler, petrol fiyatlarının artışını protesto için sokağa döküldü. Parlamento binasını basan gençler kendilerine su sıkan polislere taş attı. Endonezya'da sübvansiyonlar, milyonlarca yoksulun benzini makul fiyatla almasını sağlıyordu. Ancak dünya piyasalarında son zamanlardaki hızlı yükselme yüzünden hükümet sübvansiyonları kaldırmayı planladığını açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından Endonezya'da öğrenciler eylem yapmaya başladı. 1998'de fiyat artışlarını protesto için çıkan isyanlar sonucunda eski diktatör Suharto'nun devrilmesi, hükümetin protestoları endişeyle izlemesine sebep oluyor.

Resimler İçin : Radikal Gazetesi

Sıcaklar Akdeniz ve Ege'yi kavurdu!

Alanya'da termometre 53 dereceyi gösterirken, kavurucu sıcaklıklar Kemer'de 50, Kuşadası ve Didim'de 41, Antalya’da ise 40 dereceye ulaştı. Ancak, Meteoroloji yetkilileri uyardı: Sokaklarda yer alan dijital sıcaklık göstergelerine inanmayın!

Türkiye'yi yarından itibaren etkisi altına alacağı belirtilen çöl sıcakları Alanya'yı kavurmaya başladı. Alanya Belediyesi'nin ilçe merkezinde bulunan reklam panosundaki termometre, öğle saatlerine doğru 53 dereceyi gösterdi. Sıcakla başa çıkmak için turistler sahillere akın edince kumsalda oturacak yer kalmadı. Pek çok kişi denizden hiç çıkmadan serinlemeye çalıştı. Günübirlik turlara katılarak ilçeye gelen turistler de sıcaktan korunmak için olabildiğince az giyinmeyi tercih etti, erkek turistler tişörtlerini çıkartıp gezdi. Hava sıcaklığının en dayanılmaz hale geldiği öğle saatlerinde ise ilçede hayat durdu.

Antalya’da 40 derece
Antalya’da hava sıcaklığı gölgede 40 dereceye ulaştı. Antalya Meteoroloji Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Antalya’da hava sıcaklığının gölgede 40 derece, deniz sıcaklığının 24 derece, nispi nem oranının ise yüzde 14 düzeyinde olduğunu bildirdiler.

Yetkililer, sokaklarda yer alan dijital sıcaklık göstergelerinin sürekli güneş aldığından doğru dereceleri göstermediğini belirterek, sıcaklığın gölgede ölçülmesinin doğru olduğunu kaydettiler. Güneşe karşı olan sıcaklık göstergelerindeki bilgilerin afaki olduğuna da işaret eden yetkililer, bu bilgilere itibar edilmemesini istediler.

Sıcak hava dolayısıyla vatandaşlar ise denize ve havuzlara girerek, serinlemeye çalıştı.

Kemer'de 50 derece
Aşırı sıcaklar ve nem Antalya’da etkili olurken, Kemer bugün 50 dereceyi gördü. Kemer Belediyesi tarafından yapılan, yeşil bitki örtüsü ve oturma alanlarıyla cazibe merkezi haline gelen Olbia Parkı'nda yer alan termometre, 50 dereceyi gösterdi.

Özellikle öğlen saatlerinde yerli yabancı çok sayıda turist denizi tercih etti, sokaklar boşaldı. Termometrede 50 rakamını gören turistler, önünde fotoğraf çektirdi.

Ege’de "çöl sıcağı" alarmı
Afrika’dan gelen çöl sıcaklarının etkisi altına giren Ege Bölgesi’nde de sıcaklıkların yarın maksimum değerlere çıkacağı, İzmir’de beklenen en yüksek sıcaklığın gölgede 39 dereceyi bulacağı bildirildi.

İzmir Meteoroloji Bölge Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Ege Bölgesi, Basra alçak basıncının etkisi altına girdi. Bugün gölgede 36 dereceyi bulan İzmir’deki hava sıcaklığının yarın 39 derece olarak kaydedilmesi bekleniyor. Yarın maksimum değerlere ulaşacak ısının Aydın’da 42, Manisa’da 41, Denizli’de 40, Uşak’ta 34, Afyonkarahisar’da 33, Kütahya’da ise 34 olacağı tahmin ediliyor.

Yetkililer, Haziran ayı uzun yıllar ortalamasına göre İzmir’de 31 derece olan sıcaklığın 7-8 derece üzerinde seyrettiğini, yarından sonra 1-2 derecelik düşüşler görülebileceğini, ancak etkili olmayacağını belirttiler. Nem oranının yüzde 25’e ulaştığı kentte, deniz suyu sıcaklığı da 25 derece olarak kaydedildi.

Kuşadası ve Didim kavruluyor
Aydın'ın Kuşadası ve Didim ilçelerinde, hava sıcaklığı gölgede 41 dereceye ulaşınca, yerli ve yabancı tatilciler plajlara akın etti. Su parkları, piknik alanları doldu taştı.

Kuşadası'nın ünlü Kadınlar Denizi plajını dolduranlar gün boyu sudan çıkmamaya çalıştı. Denizde top oynayan, spor yapan, şakalaşanlar kızgın kumlara çıktıklarında, kısa sürede çareyi denize geri dönmekte buldu. Didim'in ünlü Altınkum Plajı'nda da aynı görüntüler oluştu. Plajı dolduran binlerce yerli ve yabancı tatilci, aşırı sıcaklar nedeniyle zamanlarının büyük bölümünü denizde geçirdi.

Sıcakların bastırması en çok su parkı işletmecilerini sevindirdi. Denizi sevmeyen, havuz ve kaydıraklarda keyifli dakikalar geçirerek serinlemek isteyenlerin adresi su parkları oldu. Kuşadası ve Didim'deki dört su parkı sezonun bugüne kadarki en kalabalık gününü yaşadı. Su parkı işletmecileri müşterilerin istekleri doğrultusunda aktivitelerini çeşitlendirdi. Kaydıraklar, dalga havuzları, yağmur dansı derken, şimdi de sıcakta terleyerek kilo vermek isteyenler için aerobik yapılmaya başlandı. (dha/anka)

[Radikal]

24.06.2008

NTV'den "Yeşil Ekran"

Çevre sorunlarına mainstream medya içinde daha çok duyarlı gözüken NTV temmuz ayında "Yeşil Ekran" isimli bir programa başlıyor. K.M.

Arılar nereye kayboldu? Buğday kıtlığı kapıda mı? İçecek su bulacak mıyız? Cep telefonu beyni yakıyor mu? Hormonsuz domates var mı? TV’yi kumandadan değil düğmeden kapatsak dünya kurtulur mu? NTV çevre sorunlarıyla başedebilmek için “yeşil ekran”ı açıyor.

Etrafımızı kuşatan çevre sorunlarıyla başedebilmek için NTV’nin “Yeşil Ekran”ı Temmuz’da yayına başlıyor. Yeşil Ekran, küresel ısınmadan inorganik gıdalara, çöp arıtmadan göç sorununa, karbon salınımından elektromanyetik kirliliğe tüm sorunlar karşısında yaşam rehberi olacak. Bunların yanında haber bültenlerinde özel dosyalar, organik yemek tariflerinden çevreci tatillere mini programlar, yeşil belgesel kuşağı, yeşile adanmış yapımlar, doğal olarak NTV’nin “yeşil ekran”ında yer alacak.

http://yesil.ntvmsnbc.com/

Devamı : NTVMSNBC

‘Dünya 20 yıl sonra kavrulacak’

James Hansen1988 yılında ABD’yi küresel ısınma için uyaran NASA’nın önde gelen uzmanlarından James Hansen, dünyaya 20 yıl ömür biçti. Küresel ısınmanın babası Hansen, “Başka çare bulunmazsa kavrulacağız, bu son şans” dedi.

ABD’yi bundan tam 20 yıl önce küresel ısınma konusunda uyaran bilim adamı, durumun daha da kötüleştiğine dikkat çekerek yeni bir uyarıda bulundu. Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi’nin (NASA) önde gelen bilim adamlarından James Hansen, ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada atmosferde sera etkisi yaratan gazların tehlikeli seviyeyi çoktan aştığını belirtti. Hansen, artık 1988’deki seviyelere geri dönülmesi gerektiğini söyledi.

Ekosistemin çökmesi ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi değişimler başlamadan atmosferin insanların yarattığı bu yükü yalnızca 20 yıldan biraz daha fazla taşıyabileceğini belirten Hansen, “Başka çare bulunmazsa kavrulacağız” diye konuştu. Kömürle çalışan enerji tesislerinden vazgeçilmesi gerektiğini söyleyen küresel ısınma biliminin babası Hansen, “Bu son şans” dedi.

[Ntvmsnbc]

Myanmar kasırgasında ölü sayısı hala artıyor

Myanmar’da 2-3 Mayıs’ta meydana gelen Nergis kasırgasında ölenlerin sayısı resmi rakamlara göre 84 bin 500 kişiyi geçti.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Kyaw Thu, gazetecilere yaptığı açıklamada, kasırgada ölenlerin sayısının 84 bin 537’ye yükseldiğini, 53 bin 836 kişininse hala kayıp olduğunu söyledi.

İrravaddi nehri deltası ve ülkenin en büyük kenti Yangon civarını etkileyen kasırgada ölenlerin sayısıyla ilgili olarak 17 Mayıs’ta yapılan son açıklamada, 77 bin 738 kişinin öldüğü, 55 bin 917 kişinin kayıp olduğu bildirilmişti.

Myanmar’ın modern tarihinin en kötü felaketi olduğu bildirilen Nergis kasırgasından etkilenen 2,4 milyon kişiye uluslararası toplumun yardımları ise sürüyor.

Myanmar’daki askeri cuntanın felaketin başlangıcında ülkeye girmesine izin vermediği yabancı yardım görevlileri, karşılaştıkları çeşitli zorluklar nedeniyle ölü ve kayıp sayısını tahmin edemediklerini söylüyor.

[Ntvmsnbc]

23.06.2008

ABD’de İran’a saldırı spekülasyonları artıyor

ABD’nin İsrail’le birlikte yaz sonu, ya da sonbaharın başlarında, İran’a saldıracağına dair spekülasyonlar ağırlık kazanıyor.

Eski bir CIA yetkilisi, ABD ve İsrail’in ortak bir operasyonla İran’a saldırması konusunun, İsrail Başbakanı Olmert’le Amerikan başkanı George W. Bush arasında 4 Haziran’da Beyaz Saray’da yapılan görüşmede gündeme geldiğini, iki taraftan yetkililerin ayrıntılar üzerinde çalıştığını belirtti.

Eski CIA ajanı Ray McGovern’e göre, yaz sonu ya da sonbaharın başlarında düzenlenecek operasyonda ağırlıklı olarak hava kuvvetleri kullanılacak.

Geçen hafta, İsrail’in, Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinde gerçekleştirdiği tatbikatla, İran’a saldırının provasını yaptığı iddia edilmişti.

İsrail’in adı geçen tatbikatta, İran’daki Natanz nükleer tesisi ile arasındaki yaklaşık 1500 kilometre uzaklığa eşdeğer uçuş yapıldığı belirtiliyor.

İran ise, bu haberlere, “böylesine küstahça bir girişim, imkansızdır” açıklamasıyla yanıt verdi.

[Ntvmsnbc]

Kaliforniya’da yangınlar devam ediyor

ABD’nin Kaliforniya eyaletinde orman yangınlarıyla mücadele devam ediyor.

Kaliforniya’nın kuzeyinde haftasonu, çok sayıda yıldırım düşmesi sonucu 400 ayrı noktada yangın çıktığı bildiriliyor.

İtfaiye ekipleri, hızla yayılan yangınları kontrol altına almakta güçlük çekiyor.

Yangın uçakları da itfaiyeye destek veriyor.

Şimdiye kadar Kaliforniya’da, bin 416 hektar kül olurken, 150 ev boşaltıldı.

Alevlerin, şarap bağlarını tehdit ettiği de belirtiliyor.

[Ntvmsnbc]

ABD ve Çin'de Sel Felaketleri

ABD'nin ortabatı bölgesi, mayıs ayının sonundan beri aşırı yağışların neden olduğu sel felaketleriyle boğuşuyor. Çin'de ise selin neden olduğu hasar milyarlarca doları buldu.

BD'de Mississippi ve Iowa Nehri'ndeki taşkınlar nedeniyle binlerce kilometrekare ekili alan sel suları altında kaldı. Nehir kenarlarındaki setlerin sellere dayanamaması nedeniyle pekçok yerleşim birimini de sular bastı.
Ancak hava tahmin uzmanlarının açıklamalarıyla, sel sularından zarar gören ABD'liler rahat bir nefes aldı.
Ülkenin ortabatı kesiminde yer alan Tennesse eyaletindeki Clarksville kenti ile ve Missouri eyaletinde bu pazar günü, nehrin su seviyesinin çok yükselerek 1993'te yaşanan sellerdeki rekor düzeye ulaşması bekleniyordu.
Fakat beklenen olmadı, ABD'liler de şimdi durumun daha iyi olduğunu düşünüyor.
Clarksville'deki yetkililer, sakinlere, taşkın sulara karşı korunabilmeleri için binden fazla kum torbası dağıttı.
Bu hafta başında, yüzden fazla gönüllü, taşan suları durdurmak için kum torbalarından bariyer yapmıştı.
Çabalar sonuç verdi ve şehrin merkezi sel sularından etkilenmedi.
Clarksville'deki birçok mağaza, gönüllülere teşekkür eden notları vitrin camlarına astı.
ABD'de hazirandan bu yana sellerde 24 kişi öldü 148 kişi de yaralandı.

Çin'de geçen hafta yağan şiddetli yağmurların neden olduğu sel, onlarca kişinin ölümüne, binlerce hektar arazinin sular altında kalmasına ve milyarlarca dolarlık zarara neden oldu.
Ülkenin güney batısını vuran sel nedeniyle köylüler tahliye edildi.
Seller nedeniyle 176 kişinin öldüğünü ve 52 kişinin kayıp olduğu bildiren Çinli yetkililer, 1 milyon hektarlık tarım arazisinin sular altında kaldığı, 1 buçuk milyonu aşkın kişinin tahliye edildiği ve 67 bin evin yıkıldığı bilgisini verdiler.
Selin neden olduğu ekonomik kayıbın ise 2.1 milyar Amerikan doları olduğu belirtildi.

[Tgrt]

Kuzey Kutbu 5 yıla kadar buzulsuz kalabilir!

ABD’li bilim adamları, Kuzey Kutbu’ndaki buzulların 5-10 yıl arasında eriyebileceği öngörüsünde bulundu. Kutupta erime rekor düzeyde!

Küresel ısınmanın etkilerinin hissedildiğini vurgulayan uzmanlar, bu yazın başında, Kuzey Kutup bölgesinde deniz yüzeyindeki buzulların rekor düzeyde eridiğini belirtiyor.

Buzulların geçen yıldan bile daha hızlı eridiğini söyleyen uzmanlara göre, Kuzey Kutbu 5 yıla kadar tamamen buz tabakalarından yoksun yazlar geçirebilir. Kuzey kutbundaki buzulların yüzeyinin ince olması, erimenin daha hızlı gerçekleşmesine yol açıyor.

Daha önceki tahminler, buzulların yok olmasının 70 yılı bulabileceği şeklindeydi. Bilgisayar modellemeleriyle yapılan hesaplamalara göreyse bu süre 30-40 yıl olarak öngörülüyordu.

[Ntvmsnbc]

22.06.2008

Filipinlerde Fengşen Tayfunu

Fengşen Tayfunu’nun etkili olduğu Filipinler’de içinde 740’tan fazla kişinin bulunduğu bir feribot battı. Yolcuların akıbetinden endişe ediliyor.

Yardım ekipleri, vapurun alabora olduğu bölgeye ulaştı. Ancak şiddetli rüzgarlarla dev dalgalar, çalışmaların başlamasını engelliyor. Şimdiye kadar sadece 4 ceset bulunabildi. Cebu’dan Manila’ya gitmekte olan vapurda, 626’si yolcu, 121’i mürettebat toplam 747 kişi bulunuyordu.

Yetkililer, yolcuların akıbetinin bilinmediğini açıkladı. Cuma gününden bu yana Filipinler’de etkili olan Fengşen tayfunu hayatı felç ediyor.

Ülkenin güney ve orta kesimlerinde, tayfun sonucu sel ve toprak kaymaları meydana geldi. Filipinler Kızılhaç Örgütü tayfun nedeniyle 155 kişinin öldüğünü duyurdu.

Tayfun nedeniyle binlerce kişi tahliye edildi. Maddi hasara da neden olan Fengşen tayfunun etkili olduğu bölgelerde yollar kapandı, elektrikler kesildi.

[Ntvmsnbc]

19.06.2008

Uzmanından ‘kene salgını’ uyarıları!

Kene ısırması sonucu Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığının neden olduğu ölümlerdeki artış, “salgın” diye nitelenecek boyuta ulaştı. NTVMSNBC konuyu uzmanlara sordu.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre; kayıtlara geçen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığından ölüm sayısı 2002-2003 yılında 6 iken, 2007’de 33 oldu, bu yılın ilk 6 ayında ise 25’e yükseldi. Geçmiş yıllarda daha çok Doğu, Güneydoğu’da görülürken, bu yıl Ankara, Çanakkale, İzmir, İstanbul’da da görülmeye başladı. İstanbul İl Sağlık Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Ayşen Gargılı hastalık taşıyan kenelerin gelişimini anlattı, bugünkü durumu “kene salgını” olarak niteledi. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’den Doç. Dr. Önder Ergönül ise hastalığın seyrini, bulaşma şartlarını anlattı, erken müdahaleye rağmen ölüm riskinin yüzde 10 olduğunun altını çizdi.

NTVMSNBC’nin sorularını yanıtlayan Prof. Gargılı, bu hastalığın ilk olarak 1944’te Kırım’da, 1956’da da Kongo’da görüldüğünü, bilimadamlarının iki ülkede görülen virüsün aynı olduğunu belirleyip “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı” olarak tanımladıklarını anlattı.

Türkiye’de ise bu konuda 1930’lu yıllarda yapılan araştırmalara rastlandığını belirten Gargılı, 2002 yılından beri yaygın olarak bilindiğini söyledi.

PROF. GARGILI: KIŞ HAFİF GEÇERSE, KENE ARTIYOR
Prof. Gargılı’nın NTVMSNBC’ye bugünkü duruma ilişkin yaptığı değerlendirme şöyle:

“Bugün ülkemizde başlamış ve yaşanmakta olan bir salgın var. Bunu kesinlikle söyleyebiliyoruz. Olay trajik boyutlara ulaştı. Niye salgın olduğunu anlamak için, son 10-15 yılı incelememiz lazım. Birbirini etkileyen pek çok çevresel etken mutlaka vardır. Bir günde ortaya çıkan bir şey değildir. Küresel ısınmanın gerçekten çok büyük etkisi var. Keneler kışı toprağın altında değişik formlarda bekleyerek atlatıyorlar. Kış şartları ılıman geçerse; belli bir popülasyonun belli bir yüzdesini öldürecek kadar soğuk, don gibi olaylar gerçekleşmezse, bir sonraki seneye o kadar fazla kene canlı olarak kalıyor. Kışı atlatan ne kadar çok olursa, o kadar gelişiyorlar.

BAŞKA BÖCEKLER HASTALIK BULAŞTIRMAZ
“Yaban hayvanları, bu hastalığı taşıyan kenelerin en sevdiği konaklardan.


Sevilen konak çoğalıyorsa, bu konaktaki kene sayısı da artacaktır. Yani konak artışı kenenin artışına da neden olacaktır. Kene popilasyonu arttıkça, virüslü kenelerin oranı artacak, dolayısıyla insanlarla karşılaşma riski artacaktır. Bunlar hep birbirlerini tetikleyen nedenler. Başka böceklerde veya canlılarda da bu virüs olabilir. Aynı konaktan kan emen başka sinek ya da böcekte de olabilir. Ama virüsün saptanması, o canlının vektör (taşıyıcı) olduğunu, başkasına bulaştıracağını göstermez. Bu sadece ‘marginatum’ cinsi kenelerde söz konusu.

İLAÇLAMAK DOĞAL HAYATI ÖLDÜRÜYOR
“Nereyi ilaçlayacaksınız? Bu keneler doğada, ormanda, kırsal alanda yaşıyor. Bütün tarlaları, ormanları, yabani-doğal hayatı ilaçlamanız lazım. Böyle bir şey ne mümkün ne de doğru. Kenenin nüfusunu azaltacağım derken, doğal hayatı ortadan kaldıracaksınız. İlaçlamanın bu hastalıkta etkisi, yararı yoktur. Öyle bir ilaçlamayı büyük şehirlerde yapabilirsiniz. İstanbul’un piknik alanlarında, insanlar için ayrılmış yerlerde, doğal hayata zarar vermeyecek şekilde ilaçlama yapabilirsiniz.

EVCİL HAYVANLARI İLAÇLAYIN
“Ancak evcil hayvanları ilaçlayabilirsiniz. Bu faydalıdır, çünkü keneler bir şekilde evcil hayvanlara da tutunuyor. Evcil hayvanlardan kan emiyorlar, o sürede o hayvandan beslenen diğer kenelere de bu virüs geçiyor. Böylece enfekte kene popülasyonunun artmasına yol açıyor. Evcil hayvanlar kendileri hastalanmıyor ama taşıyıcı kenelerin çoğalmasına yol açıyorlar. İşte evcil hayvanları ilaçlarsak bu zinciri orada kırmış oluruz. O ilaçlamada da çok dikkat edilmesi gereken şey, ilaçların hayvana zarar vermemesi gerekiyor.

HAYVANIN ETİNDEN SÜTÜNDEN BU HASTALIK GEÇMEZ

“Hastalık taşıyan keneler, insanların besin kaynağı olarak kullandığı koyun ve sığırlarda da görülüyor. Ama hastalığın bu hayvanlardan beslenen insana geçmesi mümkün değil. Mezbahada kesilmiş, işlenmiş, kasaptan ya da marketten alınmış, mutfağa gelmiş, pişirilmeye hazır haldeki bir etten hiçbir şekilde KKKA hastalığının bulaşması mümkün değildir. Bu hayvanların, sadece vücutlarında virüs taşıma özelliği var, yani 10 gün içerisinde bu hayvanlar enfekte bile olsa virüs kayboluyor kanlarından. Ayrıca et tüketime girmeden önce saatlerce, soğuk odalarda bekliyor, parçalanıyor, hatta dinlendiriliyor. Bu ette virüsün canlı kalabilmesi mümkün değil; çünkü çok dayanıksız bir virüs. Dış ortam şartlarında birkaç saatte ortadan kalkıyor, canlılığını kaybediyor. Dolayısıyla mutfakta bir risk söz konusu değil.

KENE UZAKLAŞTIRAN RUHSATLI İLAÇLAR
“En iyi önlem insanların eğitimi ve bireysel kontroller yapmalarının sağlanması. Şu anda Sağlık Bakanlığı’ndan ve Tarım Bakanlığı’ndan ruhsatlı ilaçlar var, pek çok etken maddeler kullanılıyor bu ilaçların yapılmasında. Bu ilaçlar, keneyi uzaklaştırıyor ya da üstünüze tırmanmakta olan keneyi öldürüyor. Yurt dışında da böyledir. Herkes kişisel korunmasından bir yerde sorumludur. Yani kendinize dikkat edeceksiniz. Doğayla mücadele edemezsiniz. Eğer bu zinciri bir yerde kırmak istiyorsanız, kenenin size ulaşmasını, tutunmasını ya da kan emmesini engellemek zorundasınız. Bunun en ideal, en mantıklı, en uygulanabilir çözümü budur.”


PROF. ERGÖNÜL: ERKEN MÜDAHALE ÖNEMLİ

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Önder Ergönül ise hastalığın seyri ile ilgili şunları söyledi:

“Kene virüsü bulaştıktan sonra grip benzeri yaygın kas ağrısı, ateş gibi belirtiler oluşuyor. Bu belirtilerden sonra bazı insanlarda kanamalar başlayabiliyor.


Kanamalar herhangi bir yerden ya da birçok yerden olabilir. Bu hastalığın etkisi altında kalmış insanlar, erken safhada ilaç alırsa önemli ölçüde yararını görür. Başlayan kanamalar nedeniyle hastanın kan desteği de görmesi gerekmektedir. Yine de tüm bunlara rağmen ölüm oranı yüzde 10’a yakındır; yani hasta olan her 10 kişiden 1 tanesi kaybedilir.

SOLUNUM YOLUYLA BULAŞMAZ
“Bu hastalık kan ve diğer vücut sıvıları yoluyla bulaşabilir ama asla solunum yoluyla bulaşmaz. Çok önemli bir fark var burda. Solunum yoluyla bulaşsaydı hastaları karantinaya almamız gerekirdi. Hastalığın bulaştığı doktorların tedavisi iyi gidiyor.”


HIFZISIHHA NE DİYOR?
Hıfzısıhha Kurulu, hastalıklı kene ile mücadele için halka ve sağlık personeline yönelik eğitim çalışmalarına hız verilmesi, okullarda eğitim verilmesi, afiş ve broşürlerle tehlikenin ve korunma yöntemlerinin anlatılması, belediyelerin piknik ve park alanlarında uyarıcı levhalar asılması kararı almıştı.

{
Ntvmsnbc}

Okyanuslar sanılandan daha hızlı ısınıyor

Avustralyalı ve ABD’li bilim adamlarının yaptıkları araştırmaya göre, son 40 yılda okyanuslardaki ısınma sanılandan yüzde 50 daha hızlı oldu.

Bu yeni araştırmanın sonuçları, Hükümetlerarası İklim Uzmanları Grubu’nun (GIEC) sonuçlarından farklı. 700 metre derinlikte 1961-2003 yılları arasında, okyanusların sıcaklığını anlamak üzere yeni yöntemler kullanan bilim adamları, termik genleşmenin her yıl deniz düzeyinin 0,53 milimetre yükselmesine yol açtığını söylediler. GIEC’in tahminleri, yükselmenin 0,32 milimetre olduğu yönündeydi.

Araştırmayı yürütenlerin başındaki Avustralya İklim Araştırmaları Merkezi’nden Catia Domingues, bu verilerin, deniz düzeyinin yükselmesinin etkilerini önceden tahmin etmeye ve en aza indirmeye yardımcı olacağını, ayrıca yeni stratejilerin geliştirilmesine de olanak vereceğini bildirdi.

GIEC, geçen yıl şubat ayında yayımladığı son raporda, okyanus düzeyinin bu yüzyılın sonuna dek 18-59 santimetre arasında yükselebileceğini açıklamıştı.

Kıyı erozyonu ve sellere neden olabilen okyanus düzeyindeki yükselme, küresel ısınmanın sonucu olarak sudaki termik genleşme ve buzulların erimesine bağlı su kütlelerinin artmasıyla açıklanıyor.

Araştırma, İngiliz “Nature” dergisinde yayımlandı.

[Ntvmsnbc]

18.06.2008

Antalya Kemer'de Orman Yangını!!

Antalya'nın Kemer ilçesindeki Göynük Kanyonu'nda orman yangını başladı. Ancak yangının kanyon içerisinde olması yüzünden uçaklar alevlere müdahale edemiyor.

Orman Bölge Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, henüz belirlenemeyen bir nedenle başlayan yangına Antalya'da konuşlandırılan yangın söndürme uçaklarıyla helikopter gönderildi. Ancak yangının kanyon içerisinde olması, arazinin sarp olması yüzünden uçaklar alevlere dalış yapamadı.

Yetkililer, Fethiye ile Antalya'dan gönderilen helikopterlerle arozözlerin yangına müdahale ettiğini, ancak arazinin sarp olması yüzünden müdahalede güçlük çekildiğini, havanın kuru olması nedeniyle de yangının büyüme yönünde tehlike arz ettiğini bildirdiler.

Bu arada, Antalya, Kemer, Kumluca ve Finike ilçeleriyle bağlı beldelerdeki orman işletme müdürlüklerinin yanı sıra belediyelerin itfaiyeleri de yangın bölgesine sevk edildi.

[Haber 7]

17.06.2008

Yavrularını çalan köyün kabusu oldu

Arazide buldukları 3 kurt yavrusunu köylerine getiren köylülerin yaşamı kábusa döndü. Anne kurt, Ardahan’a 12 kilometre uzaklıktaki köye karşı saldırıya geçti ve bir at, bir tay ve bir eşeği parçaladı. Silahla nöbet tutmaya başladıklarını söyleyen Koca Köyü Muhtarı, "Başımıza bela aldık" dedi.

ARDAHAN’a 12 kilometre uzaklıktaki Koca Köyü’nün sakinleri, arazide buldukları 3 yavru kurdu köye getirince başlarına bela aldı. Merkeze bağlı, 280 nüfuslu Koca Köyü’nün Muhtarı Yüksel Ünlü, arazide buldukları 3 kurt yavrusunu geçen Cuma günü köye getirdiklerini bildirdi. Yavru kurtların köye getirilmesinden sonra anne kurdun başlarına bela olduğunu belirten Ünlü, "Gece- gündüz demeden köyümüze saldıran anne kurt, bir atı, tayı ile birlikte ve bir de eşeği parçaladı. Bu nedenle köyün çevresinde ve sürülerin yanında eli silahlı nöbet tutturmaya başladık. Yavruları aldığımız yere bırakmak istiyoruz ama yavru kurtlardan 2’sini jandarmalar aldı" dedi.

Yasal işlem yapılacak

Köyde tek kalan 2 aylık yavru kurdun boğazına ip bağlayarak evinin önüne besleyen Atilla Şahin ise "Üç yavruyu köyümüze getirdik. İkisini İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli bir astsubay bizden alıp götürdü. Köyde tek kalan bu yavruya da ben bakıyorum. Gittikçe büyüyen yavru kurt da tehlikeli olmaya başladı" diye konuştu. Olayı gazetecilerden öğrenen Çevre ve Orman İl Müdürü Faruk Köksoy, kurt yavrularının toplanarak doğal hayata salıverilmesi için görevlileri harekete geçirdi. Bir ekibi Koca Köyü’ne gönderen Faruk Köksoy, "Yabani hayvanlar doğal hayattan alıkonamaz. Soruşturmanın tamamlanmasından sonra gereken yasal işlem yapılacak. Ayrıca kurt yavruları toplanacak ve doğal hayata bırakılacak" diye konuştu.

Diğer ikisi jandarmada

Kurt yavrusunu evinde besleyen Atilla Şahin, "Diğer iki yavruyu jandarmadan gelen bir astsubay aldı. Bu yavru da büyüyor ve giderek tehlikeli olmaya başladı" dedi.

[
Hürriyet]

Marmara Denizi'nde Garip Işık Kümeleri Görüldüğü İddiası

Balıkesir'in Bandırma İlçesinde Vatandaşlar Tarafından Denizin Üzerinde Bir Saat Süreyle Işık Kümeleri Görüldüğü İddia Edildi. Işıkların Görüldüğü Zamanlarda Marmara Denizi Bandırma Körfezi'nde Depremlerin Meydana Gelmesi, Bölgede Deprem Olacağı Endişelerini Arttırdı.

Balıkesir'in Bandırma ilçesinde vatandaşlar tarafından denizin üzerinde bir saat süreyle ışık kümeleri görüldüğü iddia edildi. Işıkların görüldüğü zamanlarda Marmara Denizi Bandırma Körfezi'nde depremlerin meydana gelmesi, bölgede deprem olacağı endişelerini arttırdı.

Bandırma'da geçtiğimiz akşam deniz manzaralı bir çay bahçesinde oturan vatandaşlar, denizin üzerinde ışık kümeleri gördüğünü iddia etti. Çay bahçesi işleten Mümtaz Okay, akşam 21.30 sıralarında denizin üzerinde yaklaşık 1 saat süreyle ışık kümeleri gördüğünü söyledi. Beyaz ışığın düzensiz olarak denizin üzerinde gezindiğini ifade eden Okay, "Cuma akşamı 21.30 sıralarında çay bahçesinde oturanlardan birisi garip ışıkların olduğunu söyledi. Baktığımda denizin ortasında birkaç yüz metre yükseklikte beyaz parlamalar vardı. Değişik yerlerde ikili üçlü ışık kümeleri vardı. Bu çok uzun süre devam etti. Bazen birkaç dakika kesildikten sonra yeniden parlamalar devam ediyordu. Sonra gazinonun çatısına çıktım ve inceledim. Bir yerden ışık tutma olayı değildi, belirli bir ışık hüzmesi yoktu. Belli bir alanda düzensiz şekilde ışıklar oluşuyordu. Bu olay yaklaşık 1 saat devam etti. Benimle birlikte 15-20 kişi aynı olaya tanık oldu. Ben 35 yıldır buradayım ilk defa böyle birşey görüyorum" dedi.

Çay bahçesinde oturduğu sırada ışıkları ilk görenlerden olan Bandırmalı kuaför Nazmiye Çakır, ilk olarak denizden büyük bir balon gibi ışık kütlesi çıktığını ve ışığın daha sonra değişik şekiller aldığını söyledi. Işığın oldukça güçlü ve parlak olduğunu belirten Çakır, "Denizden ilk önce uçan balon gibi birşey çıktı. Denizden bağlantısı var gibiydi. Göğe doğru yükseldi. Önce ben tereddüt ettim, dalga geçerler diye kimseye söylemedim. Sonra balon gibi ışık kayboldu yaygın bir şekilde dumanlaşma oluştu.

Biri bitiyordu biri çıkıyordu üç şekil olarak. Diğer kişilere söyledim onlar da gördüler bir saat sürdü. Duman gibi değil ama parıltılı bir şekildi" şeklinde konuştu. Olaya tanık olanlardan çay bahçesinde garson olarak çalışan Hayrettin Ovalı ise, "Gazinoda servis yaparken birden panik oldu. Denizde büyük bir beyaz bulut kümesi gibi ışık vardı. O gün deprem olmuştu. Çatıdan izledik daha sonra, çok kuvvetli bir ışıktı. Ben deprem olabilir diye korktum" dedi.

Olaya şahit olanların durumu kendisine aktardığı 911 Arama Kurtarma Derneği Genel Başkanı Mustafa Gürsoy ise, ışık kümelerinin deprem ışıklarıyla bağlantılı olabileceğini ileri sürerek, olayı deprem uzmanları Oğuz Gündoğdu ve Şener Üşümezsoy'a da bildirdiklerini söyledi. Işık kümelerinin görüldüğü Cuma günü Bandırma Körfezi'nde gündüz ve akşam saatlerinde 3.4, 3.2 ve 2.8 şiddetinde üç ayrı deprem olduğuna dikkat çeken Gürsoy, "Depremlerden bir tanesinin olmasından sonra bu ışık kümelerinin görüldüğünü bize aktardılar. Durumu Gündoğdu ve Üşümezsoy hocalarımıza aktardık. Kendilerini konuyu inceleyeceklerini söylediler" dedi.

AMERİKAN SİTESİNDEN BÖLGEDE DEPREM UYARISI
Amerika Birleşik Devletleri'nde yayın yapan 'www.ireport.com' sitesinde yaklaşık bir hafta önce Bandırma ve Manyas Gölü civarında birkaç hafta içerisinde 8 şiddetinde bir deprem beklendiği yolunda uyarı yapıldığını ifade eden Gürsoy, "Amerika'da yayın yapan bir sitede 'Deprem Uyarısı' başlığıyla Bandırma'nın 30 ile 60 mil güneyinde 8 şiddetinde deprem beklenildiği yazıyor. Bu sitede haberi yayınlayanlar Çin'de meydana gelen depremin Ortadoğu üzerinde çeşitli depremlerin tetikleyicisi olabileceği yazıyor.

Yazıda sözü edilen haberin sayfasıhttp://www.ireport.com/docs/DOC-22435
(Kemal Mete)
Bunu ne gibi bilimsel kanıtlara dayandırdıklarını bilmiyoruz. Biz de internet sitemizde bu habere yer verdik. Amerika'da bir kişinin Bandırma ve çevresini deprem konusunda uyarması çok ilginç. Konuyu Bandırma Kaymakamlığı ve Kandilli Rasathanesi'ne bildirdik. Rasathane yetkilileri siteyi inceleyeceklerini söylediler. Ama tüm bu durumların aynı zamanlarda olması insanları tedirgin ediyor" dedi.

[
Son Dakika Haber.Com]

70 KİLOMETRELİK FAYDA ENERJİ BİRİKİMİ VAR

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Düzenlenen Marmara Denizi Çalıştayı'nın Açılışında Konuşan İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Çağatay, "1999 Depreminin Ardından Bölgedeki Faydan Gaz Çıkışı Devam Ediyor. Bu Durum, Bölgedeki Gerginliği Azaltıyor.

stanbul Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen Marmara Denizi Çalıştayı’nın açılışında konuşan İTÜ Maden Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Namık Çağatay, "1999 depreminin ardından bölgedeki faydan gaz çıkışı devam ediyor. Bu durum, bölgedeki gerginliği azaltıyor. Fakat Orta Marmara’da (Silivri’den Adalar’ın güneybatısına kadar) 70 km’lik bölüm boyunca gaz ve akışkan çıkışı olmadığını gözlemledik. Bu da demektir ki sözü edilen bölgede bir sıkışma ve bir enerji birikimi var" diye konuştu.

Prof. Çağatay, bu bölgedeki hareketsizliğin enerji birikimi ve depreme yol açabileceğini vurgulayarak, bölgenin araştırılması için denizaltı gözlem istasyonu kurulması gerektiğini söyledi. İTÜ’nün Ayazağa Yerleşkesi’nde dün başlayan çalıştayın açılışı öncesinde yabancı bilim adamları Pier Henry, Louis Geli ve Lucas Casperli ile birlikte basın toplantısı düzenleyen İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Naci Görür ise geçen yıl Marmara fayına Nautil denizaltısı ile daldıklarını ve faya çeşitli ölçüm cihazları yerleştirdiklerini hatırlattı. Prof. Dr. Naci Görür, "Bu cihazların aldıkları verilerin değerlendirilmesi için bir yıllık süreye ihtiyaç vardı. Şimdi bu verileri değerlendirmeye alacağız. Yaptığımız incelemeler sonucunda Marmara Denizi’nde 13-15 kilometre derinlikten akışkan sıvıların çıktığını gördük. Bu da bize fay üzerine daha fazla araştırma yapmamız gerektiğini söylüyor" dedi.

[
Haberler.Com]

16.06.2008

20 uzman uyardı: 'Cep'ten uzak durun

Farklı ülkelerden 20 kanser uzmanı ilan verdi: Cep telefonuyla mümkün olduğu kadar az konuşun. Mesaj çekmeyi tercih edin. Gerekmediği müddetçe vücuttan en az bir metre uzakta tutun

PARİS - Cep telefonunun tehlikelerine dikkati çekmek amacıyla bir araya gelen farklı ülkelerden 20 kanser uzmanı, Fransız Journal du Dimanche gazetesine verdikleri ilanda uyarılarda bulundu. ‘Guerir’ (İyileşmek) adlı kitabıyla tanınan, Pittsburgh Üniversitesi Psikiyatri Profesörü David Servan-Schreiber tarafından düzenlenen çağrıya katılan uzmanlar uyarılarında, 12 yaşından küçük çocukların acil durumlar dışında cep telefonu kullanmasına izin vermemek, konuşurken hoparlör ya da kulaklıktan yararlanmak, cep telefonunun vücuttan en az bir metre uzak tutmak ve mümkün olduğu ölçüde, hatta çalışırken bile cep telefonunu üzerinde taşımaktan kaçınmak gerektiğini vurguladılar.

Uzmanlar, cep telefonuyla çok yakın ve uzun süre temas gerektirmediği için daha ziyade kısa mesaj yoluyla iletişim kurulmasını da önerdi. Gazeteye göre uzmanlar, cep telefonunun zararına ilişkin resmi kanıt olmadığı, ancak cep telefonuna uzun süre maruz kalma durumunda, bazı kanserlerin oluşumuna zemin hazırlama riski bulunduğu konusunda uzlaşıyor. Kanser uzmanı Thierry Bouillet, “Bugün, 50 yıl önce asbest ve tütün için oluşan durumun aynısıyla karşı karşıyayız. Ya hiçbir şey yapmayacağız ve riski kabul edeceğiz ya da endişe verici bazı bilimsel kanıtları kabulleneceğiz” dedi. (aa)

[Radikal]

Resif balıklarının nesli de tehdit altında

Avustralyalı uzmanlar, iklim değişikliklerinin mercan resiflerinde yaşayan balıkları tehdit ettiğini ve bu durumun balıkçılık kaynaklarının azalma riskini beraberinde getirdiğini söyledi.

SİDNEY - James Cook Üniversitesinin mercan araştırmaları merkezinden Philip Munday adlı uzman, “İklimdeki ısınmaya bağlı olarak su sıcaklığındaki artış yüzünden birçok mercanın ölümüne tanık olduk, ancak sorun mercanların yok olmasıyla balıkların gidecek başka bir yeri olmamasıdır” dedi.

Munday, küresel ısınma yüzünden mercanların ağır hasar görmesi durumunda resiflerin popülasyonunun yeniden artması sürecinin kesintiye uğrayacağını ve genç balıkların su sıcaklığındaki değişimler ve okyanus sularındaki asitleşme oranından zarar görme riskinin bulunduğunu söyledi.

Dünya çapında yaklaşık 200 milyon insanın önemli çapta geçim kaynağı olan mercan resiflerinde veya bu resifler civarında yaklaşık 4 bin çeşit balık yaşıyor.

[NTVMSNBC]

Marmara’da 70 kilometrelik fay alarm veriyor

Marmara’nın tabanında deprem araştırması için dalan bilimadamları Adalar’ın güneybatısından başlayan 70 kilometrelik faydan gaz ve su çıkışı olmadığını, bunun riskli olduğunu açıkladı. Çekmece-Silivri arasında da gaz çıkışı olmadığı bildirildi.

İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, MARNAUT Projesi kapsamında Naulite adlı denizaltı ile geçen yıl bir ay boyunca Marmara Denizi’nde dalış yapan Türk ve yabancı bilim adamları ile birlikte basın toplantısı düzenledi. Prof. Görür, Adalar’ın Marmara Denizi tabanında geçen yıl yapılan deniz altı araştırma sonucunda Çınarcık ve Tekirdağ çukurluğunda gaz ve sıvı çıkışı olmasına karşın Adalar’ın güneybatısından başlayıp orta Marmara çukurluğuna kadar yaklaşık 70 kilometrelik fay hattında gaz ve sıvı çıkışı tespit etmediklerini söyledi. Görür, “Muhtemelen bu bölüm çok riskli” dedi.

Araştırmada yer alan Fransız bilim adamı Prof. Dr. Pierre Henry, yapılan çalışmalarda Marmara Denizi tabanında gaz ve sıvı çıkışlarının fay boyunca çıktığının ve bunların da derinden geldiğini tespit ettiklerini ve bunun da Marmara Denizi’nde deprem riskinin bulunduğunu bir kez daha gösterdiğini kaydetti.

ARAŞTIRMA DÜNYADA BİR İLK
Araştırmacılardan Louis Geli de Marmara’nın laboratuvar niteliğinde olduğunu, burada yeni metotlarla çok ileri düzeyde araştırma yaptıklarını ve dünyada henüz hiçbir yerde de bu araştırmanın yapılmadığını söyledi.

Gaz ve sıvı çıkışlarının fay etkinliğiyle olan ilişkisine inandıklarını dile getiren Geli, “Araştırmanın en önemli bulgularından bir tanesi, Çekmece-Silivri fay segmenti üzerinde gaz çıkışlarının görülmemesi. Bu kısmın kilitlendiği ve 1766’dan beri kırılmamış olduğu düşünülüyor. Oysa Marmara’nın diğer yerlerinde aktif faylar boyunca gaz ve sıvı çıkışlarını önemli ölçüde görebiliyoruz. Bu nedenle gaz ve sıvı çıkışlarını depremsellik veya sismik etkinlikle ilişkilendirebiliyoruz” dedi.

ÇEKMECE-SİLİVRİ ARASINDA GAZ ÇIKIŞI YOK
Geli, Marmara’nın altındaki canlı fayın buraya denizaltı gözlem istasyonu kurulmasının gerekliğini de ortaya koyduğunu, böylece depremle akışkanlar arasındaki doğrudan ilişkiyi görme şanslarının olacağını söyledi. Geli, “Fay depremin üreteceği derinlikten itibaren bu akışkanları alıp yüzeye taşıyor. O halde biz bu akışkanları alıp incelersek, bunların fiziksel ve kimyasal özelliklerini belirlersek, belki de depremin bir bakıma önceden kestirilmesi noktasında önemli ipucları olabilir. Bizi bir noktalara götürebilir. Ama bu kesin bir sonuçmuş gibi algılanmalıdır” diye konuştu.

Yapılan bu araştırmanın depremi önceden haber veren ve her şeyi kurtaracak bir sistemmiş gibi de algılanmasını istemediklerini ifade eden Geli, deprem riskinin bu sismik boşlukta olduğunu, bu boşluğun ne kadar batıya ya da doğuya uzandığını kesin olarak bilmediklerini kaydetti.

Bu açıklama üzerine söz alan Naci Görür, “Adalar’ın güney batısından başlayıp Orta Marmara çukurluğuna kadar olan yaklaşık 70 kilometrelik fay boyunca gaz ve sıvı çıkışlarına rastlanmadı” dedi.

70 KİLOMETRELİK HAT
Daha batıda Orta Marmara çukurluğu ile Tekirdağ arasında, doğuda ise Çıkarcık çukurluğunda gaz ve sıvı çıkışlarının görüldüğünü belirten Görür, şunları söyledi:

“Arada bir sismik boşluk var. Dolayısıyla bu gaz ve sıvı çıkışlarının nerede olup olmadığı bir bakıma deprem açısından oldukça anlamlı hale geliyor ve muhtemelen de bu bölüm çok riskli olarak görülebiliyor. Gaz ve sıvı çıkışlarının doğrudan doğruya depremle olan ilişkisi henüz çok yeni bir konu ve araştırılıyor. Bu akışkanlar depremin olduğu derinliklerden geliyor. Depremin olduğu veya olacağı zamanlarda bu gaz ve sıvı çıkışlarının hacminde veya fiziksel özellikleri de değişimler gösteriyor. O nedenle bu gaz çıkışlarını izlemek olası depremler açısından önemli bir konu. Bu Türkiye için büyük şans. Dünyada denenmemiş çok ileri teknolojileri burada uygulayarak bu gaz ve sıvıların fiziksel, kimyasal ve jeokimyasal özelliklerinini inceleyerek Marmara’nın depremselliği ve depremin geleceği konusunda önemli veriler ortaya çıkabilir.”

[
Ntvmsnbc]

14.06.2008

Japonya 7.2 ile Sallandı!

Japonya’da meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki deprem sonucu 3 kişi öldü. Onlarca kişinin yaralandığı depremde, bazı evler hasar gördü.

Merkez üssü, Tokyo’nun yaklaşık 300 kilometre kuzeyindeki İwate bölgesinde 7,2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremde 3 kişi yaşamını yitirdi. 4 kişi enkaz altında kalırken, 3 kişinin de kayıp olduğu belirtiliyor. 100’den fazla da yaralı var. Bazı evlerin de hasar gördüğü belirtiliyor. 30 bin kişiye elektrik verilemiyor.

Deprem bölgesindeki Fukuşima Nükleer Santrali’nde az miktarda rayoaktiv sızıntı olduğu, ancak sızıntının santralin içinde gerçekleştiği belirtildi.

[Ntvmsnbc]

13.06.2008

“THE HAPPENING”

“…Biz insan türü dünya için bir tehdidiz…”
M.Night Shyamalan’ın (The Sixth Sense, Unbreakable, Signs, The Village, Lady In The Water) son filmini “The Happening” - Mistik Olay (filmlerin tuhaf adlarla çevrilmesine birisi dur desin artık!) bu gece sinemada izledim, filmin konusu hakkında 1 sene öncesinden biraz bilgim vardı ancak yönetmen ve ekibi tarafından ve ayrıca fragmanlarında da filmin bütününe ilişkin ipuçları verilmiyordu bir felaket filmi olduğu dışında… Film birden bire ürkütücü bir atmosferde New York Central Park’ta insanların aniden tuhaf davranışlara başlayıp kendilerini öldürmeleri ile başlıyor. Tehdidin nereden geldiği belli değil, görünmeyen bir düşman mı? Yoksa terörist bir saldırı mı? Daha sonra bir inşaat alanında yukardan işçiler düşmeye başlıyor, kamera gökyüzüne doğru çevrildiğinde insanların aslında intihar ettiğini görüyoruz ki oldukça etkileyici insanın kanını donduran görüntüler bunlar. İnsan davranışlarında ki bu garip değişimin nedeni bilinmiyor? Toksik bir silah mı bu? Bir virüs mü??

THE HAPPENING filmini yapma fikri Shyamalan New Jersey’nin kırsal bölgesinde araba kullanırken ortaya çıkmış. “NewYork’a gidiyordum. Çok güzel bir gündü ve yolun iki yanında ağaçlar vardı. Birden kendi kendime düşündüm. ‘Eğer bir gün doğa bize karşı olursa başımıza neler gelir? İşte o an karakterleri ve hikayesi ile THE HAPPENING beynimde canlandı. Bu muhteşem bir duyguydu çünkü bir filmin fikrini ortaya çıkarmak filmin yapısını oturtmak çok zor olduğu için oldukça zorlayıcı ve zaman alıcı bir iştir.” (Radikal)

Evet Shyamalan filmin temeline bu fikri yerleştirmiş “Bir gün doğa bize karşı kendini savunmaya geçerse ne olur?” Bitkilerin birbirleri ile iletişim içinde olduğunu düşünürsek ve birgün bitkiler kendilerini an be an yokedenin insan denen canlı türü olduğunu anlarsa ve filmin sonunda televizyonda olayları yorumlayan profesörün de söylediği gibi “kaçacak gidecek yeri olmayan bitkiler” nasıl bir yöntem izlerse kendini tehdide karşı koruyabilir ve hatta tehdit edene saldırabilir? Bitkiler bir tür nörotoksin salgılayarak insanların savunma mekanizmalarını çökertiyor ve hatta ileri giderek insanların kendilerine zarar vereceği ve öldüreceği bir toplu delilik durumu yaratıyorlar… korkutucu değil mi?

Hatırlarsınız arıların dünya üzerinde toplu “kayboluşlarına” henüz tutarlı bir açıklama getiremedik, bu hala bir muamma olarak duruyor. (http://www.bugday.org/article.php?ID=1908 ve http://www.ntvmsnbc.com/news/427672.asp) Film bu kaybolmanın yarattığı muammayı eşeliyor ve Einstein’ın “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arılar olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz” sözüne atıfla devam ediyor. Filmin ana kurgusu bu fikir üzerine kurulmuş gibi görünüyor. Arılar yok oluyor, döllenme çıkmaza giriyor ve bitkiler buna neyin neden olduğunu biliyorlar… Shyamalan filmde kesin bir şey söylememekle birlikte “küresel ısınma” olgusuna ve doğanın canlı bir organizma olduğu fikrine yaslanıyor. Eğer yaşayan bir organizma yokolma tehditi ile karşı karşıya kalırsa kendini savunacaktır önermesini filme yayıyor.

Filmde insanların kendisine uyguladığı şiddetin gösterilmesi gerçekten çok rahatsız edici, ancak Shyamalan’ın şiddeti bir pornografi unsuru olarak göstermediğini, vermek istediği mesajın ve söylemek istediğinin ne denli ciddi olduğunu desteklemek istemesine bağlıyorum. Hatırladığım kadarıyla önceki filmlerinde şiddet bu denli gösterilmemiştir. Philadelphia’da bir aslan kafesine giren adamın kollarını aslanlara yedirdiği! sahne kanımı dondurdu diyebilirim. Bitkiler herhalde intikam almak isteseler, insanın sınırsız ve acımasız şiddetini kendisine yöneltirler diye düşündüm ben de. Bu anlamda şiddetin gösterilmesini, insanın doğaya uyguladığı şiddetin aynada kendisine yansıtılarak insanın doğaya ne denli vahşi davrandığını göstermesi açısından anlamlı bulduğumu –rahatsız ettiğini ekleyerek- söyleyebilirim.

Bu anlamda film başarılı görünüyor. Today After Tomorrow (Yarından Sonra) filmi gibi didaktik bir anlatım yöntemini seçmemiş, hatta filmin ilk yarısı bittiğinde henüz saldıranın, bu cinneti başlatanın ne olduğu konusunda bir fikir oluşmuyor kafanızda, tahminleriniz çeşitlendikçe şüpheniz artıyor. Gelelim eksi yönlerine, filmde rüzgarın insanları kovalaması klasik korku filmlerinde ki tehdit edenin kurbanı takip etmesi burada pek olmamış. (benzer biçimde yarından sonra filminde fırtınanın gözü şehrin üstüne geldiğinde ani donmanın kahramanları takip ediyor görünmesi gibi) Grupların büyüklüğüne göre bitkilerin nörotoksin salgılayıp salgılamama kararı vermesi çok “insani bir stratejiye” benziyor. Bence en önemli eksik filmin doyurucu bir sonla bitmek yerine yine o klasik korku filmlerinde ki gibi bitti sanılan ya da öldü sanılan canavarın son bir atak yapması gibi ABD’yi terkedip, Paris’te başlaması olmuş.

Kemal Mete

http://www.thehappeningmovie.com/
http://en.wikipedia.org/wiki/The_Happening_(2008_film)
Radikal Gazetesi Film Tanıtımı

10.06.2008

Öldüren işkolu: Kot taşlama

Köyden “iş” için gurbete çıkıyor, birkaç yıl kot taşlıyor, askere gittiklerinde “çürük” raporu verilince hastalıklarını öğreniyorlar ve köylerine ölmek için dönmek zorunda kalıyorlar.

Türkiye yıllardır bir yanda mevsimlik işçiler dramı yaşıyor, Güneydoğu’dan kamyonetlere tıkabasa doldurularak pamuk ya da fındık toplamaya götürülen kadın-erkek-çocuk işçiler daha “işyerine” varamadan yolda ölüyorlar. Diğer yanda ardarda “kaza” ile ölen işçiler nedeniyle, artık “Kaza geliyorum diyor” durumunun çoktan aşıldığı Tuzla tersaneleri var. Her cenazede avaz avaz sesler yükseliyor ama, inanılamaz nedenlerle sorun çözülemiyor. Ve son günlerde “Burası Türkiye” dedirten bir başka “öldüren işkolu” yansıdı basına: Kot taşlama...

Dünyada ve tabii Türkiye’de her zaman moda olan blue-jeans ya da kotu beyazlatmak-eskitmek için çalışanların, bu iş yüzünden öldüklerini biliyor musunuz? Dünyada makinelerle yapılan bu iş, Türkiye’de ucuz diye elle yapılıyor. Taşradan 15-25 yaş arasındaki gençler, bu iş için İstanbul’a geliyorlar. Bir işçinin anlatımıyla işin “geleceği” şöyle: “Kot kumlamaya gelirsin, sonra askere gidersin, çürüğe çıkarılınca öğrenirsin hastalığını, köyüne döner, ölürsün. Buna kumlama hastalığı derler.” Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, kot taşlama ya da kumlama işinin neden olduğu hastalığın ve ölümlerin tesadüfen teşhis edildiğini, fason çalışan atölyelerde çalışan onlarca gencin öldüğünü anlattı.

Bingöl’ün Karlıova Taşlıçay Köyü’nde neredeyse her evde bir “kumlama hastası” var. Bazı evlerde 3-5 hasta... Köylerinden kalkıp geldikleri İstanbul’da sigortasız, maskesiz, havalandırması bile olmayan kot taşlama atölyelerinde, çok değil 6 ay ile 2 yıl arasında çalıştıktan sonra, öleceklerini öğreniyorlar. Aslında bu maden işçilerinin “meslek hastalığı”... Ancak maden işçilerinin bir bölümü, 20-30 yıl çalıştıktan sonra yakalanıyor, kot taşlama işi yapanlar ise hemen...

DEVAMI : Yasemin ARPA NTVMSNBC

Gazprom: Petrol fiyatları 2009’da 250 $’a çıkacak!

"Kapitalizmin oligarşik efendileri, dünya para piyasasının tanrıları yeni ve büyük bir krizin peşinde anlaşılan.. 1907 ve 1929 Büyük Bunalım krizlerinden önce de petrol fiyatları yükselmiş, buna bağlı olarak öncesinde ekonomi de para arzı yükseltilmişti.. Aşağılık sistemin şeytanları yine kasalarını insanların acılarıyla doldurmak istiyorlar.. Buna karşı durun! Kapitalizmi Öldürün! O Sizi Öldürmeden.. (Kemal Mete)"

81.7 milyar dolar cirosuyla dünyanın en büyük doğalgaz şirketi Rus Gazprom’dan kötü haber. Rus enerji devi Gazprom’un petrol fiyatlarıyla ilgili öngörüsü, İran ve Goldman Sachs’ın 200 dolarlık tahmininden çok daha vahim çıktı. Gazprom Başkanı Alexey Miller, Fransa’daki temasları sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, “Hampetrolün bir varilinin yakın bir gelecekte 250 dolara kadar yükseleceğini tahmin ediyoruz” dedi. Miller, petrol fiyatlarının spekülasyonla artmadığını, kaynakların hızlı tüketildiğini savundu. Gazprom yetkilileri, Miller’ın yakın gelecekten “2009” yılını kastettiğini açıkladı. Yetkililer ayrıca gaz fiyatlarının da petrol fiyatları oranında artacağını tahmin ettiğini kaydetti.

[Vatan]

BBC Basın Özetleri :
Gazetelerin çoğu bugün, dünyanın en büyük enerji şirketi Gazprom'un uyarısını ilk sayfalarından duyuruyorlar.. Haber Independent'da da manşette.

"Petrol fiyatı iki misline çıkacak. Dünyanın en büyük petrol şirketi, Rus Gazprom'un yönetim kurulu başkanı Aleksey Miller petrolün varil başına fiyatının yakın bir gelecekte, örneğin önümüzdeki yıl 250 dolara ulaşacağını tahmin ediyor.

"Miller'in tahmini varil başına artışın en fazla 150 ila 200 dolar arasına tırmanacağını öngören en kötümser piyasa tahminlerinin bile çok üzerinde. Ve sağlam gerekçeler göstermiş değil.

"Ama yine de ekonominin tüm alanlarını alt üst eden akaryakıt fiyatlarının, giderek büyüyen öfkeli gösteriler ve tepkilere dönüştüğü Avrupa'da bu uyarı hemen yankı uyandırdı."

Independent, ham petrolün varil başına fiyatı gerçekten Gazprom yöneticisinin öngördüğü düzeylere yükselirse, neler olabileceğini de hatırlatıyor.

"Şimdiden sıkışmaya başlayan bir çok hava yolu şirketi iflas eder. Artan uçak fiyatları hem turizm sektörünü hem de diğer sektörleri etkiler.

"Ham petrolün varil başına fiyatı 250 dolar olursa İngiltere'de benzinin litresi de 2 sterline çıkar ve bu bir çok şirketi iflasa sürükler. Evlerin ve işyerlerinin ısınma masrafları iyice artar, enerji tasarrufu ve nükleer enerji tartışmalarını yeniden gündeme getirir.

"Gübre ve taşıma giderleri yükseleceğinden gıda maddeleri fiyatları çok daha fahiş düzeylere yükselir. "

Independent'ın ekonomi yazarı Sean O'Grady, petrol fiyatlarının 2004 yılından bu yana dörde katlandığını hatırlatarak, bir yıl içinde bir daha ikiye katlanırsa bunun sonuçlarının ağır olacağını kabul ediyor ama uzun vadede iyimser.

"Küresel ekonomi buna da uyum sağlar ve sağlayacaktır da" diyor ve sürdürüyor:

"Araba firmaları daha ekonomik otomobiller yapacak, enerji tasarrufu yolları bulunacak, akaryakıtın yerini alacak sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji türleri, ikinci, üçüncü ve dördüncü nesil biyoyakıtlar geliştirilecek. Petrol krizinin çözümü tıpkı iklim değişikliğiyle mücadelenin çözümü gibi, teknolojik ilerlemede yatıyor."

[BBC Turkish]

Gazprom ‘petrol 250 dolar olur’ dedi

Avrupa’nın gaz ihtiyacının yüzde 25’ini karşılayan Rus Gazprom şirketi bir varil petrolün 2009’da 250 dolara kadar yükselebileceğini açıkladı.

Rus haber ajansları, Gazprom Başkanı Aleksiy Miller’ın Fransa’daki temasları sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, “Ham petrolün bir varilinin yakın bir gelecekte 250 dolara kadar yükseleceğini tahmin ediyoruz” dedi. Rus yetkililer, Miller’ın yakın gelecekten “2009” yılını kastettiğini açıkladılar...

[Ntvmsnbc]

9.06.2008

1980'lere İlişkin Uyarıcı Bir Öykü

1980’lerin başlarında, anarşist hareket, politize olan punk aktivistlerinin akın etmesiyle, fena halde muhtaç olduğu kıçını kaldırma olanağına kavuşmuş oldu. Anarko-punk sahnede, ülke çapında tanınan Crass, Poison Girls ve Conflict gibi toplulukların yanısıra, ülkenin (aslında Avrupa’nın ve ötesinin) her yanındaki kentlerde binlerce insanın kurduğu müzik toplulukları, squatçıların (bina işgâlcileri) düzenlediği müzik geceleri ve makinelere karşı genelde ortaya çıkan öfke boy gösterdi.

Politik olarak vurgu, hayat tarzı eğiliminin (lifestylist) bir karışımı olan, “sistem” den çekilme (çalışmayı red, dünyada varolan her şeyi boykot) ve “çok-ölümlü şirketlere”* karşı doğrudan eylem yapılıyordu.

Britanya’da hareket en yüksek noktaya, özellikle silah ticareti, ekolojik yıkım ve hayvan sömüsüyle ilgili şirketlerin hedef alındığı “Stop the City”* eylemleri için Londra’nın finans merkezinde binlerce insanın toplandığı 1983-84 yıllarında ulaştı.

Hayvanların kurtuluşu, anarko-punk hareketinde merkezî sorunu oluşturuyordu. Göründüğü kadarıyla, her müzik topluluğu avcılık ya da hayvanlar üzerinde test yapılması hakkında en azından bir şarkı bestelemiş ve çeşitli biçimlerde acı çeken hayvanları canlandıran parçaları plak haline getirmişti. Birçok punk, vegan* hayat tarzını benimsedi ve hayvanlar için mücadeleye atıldı - avcılığı sabote gruplarının büyük kısmını punklar oluşturdu.

Aynı dönemde hayvanların kurtuluşu hareketinin yeni bir yükseliş içine girdiği görüldü. Animal Liberation Front (ALF) 1976’da kurulmuştu ve 1980’lerin başlarından itibaren hayvanları laboratuvarlardan kurtarma baskınları ve avcılığı, hayvan üretimi yapan çiftlikleri ve hayvanlara test uygulamayı hedef alan ekonomik sabotaj eylemleri giderek genelleşti ve geniş destek buldu. ALF, insanların birbirleriyle temas kurduğu, elden ele bedava yayınlar dağıttığı ve tutuklulara yardım örgütlenmelerine yardım ettiği destekleyici gruplara paralel olarak çalışan ademi-merkeziyetçi hücrelerden oluşan bir örgüttü ve bugün de öyledir. Bu örgütün, düzenli aktivistler çekirdeğinin yanısıra, pencereleri kırmak ve kilitleri zamklayarak çalışmaz hale getirmek gibi daha düşük düzeyde eylemler yapan insanlardan oluşan daha geniş bir ağı da vardı.

ALF’nin yanısıra, militan gösterileri (1982’de 2000 kişi, askerî laboratuvar bölgesine girdi) ve hayvanlara zulmedildiğine ilişkin delil toplamak (hayvanları kurtarmaktan çok) amacıyla laboratuvarlara yapılan kitlesel baskınları içeren daha geniş bir doğrudan eylem hareketi de vardı. 1984’te, kuzey, güneydoğu ve doğu bölgelerindeki Animal Liberation Leauge’nde yeralan yüzlerce kişi, ICI, Unilever ve Wickham da içlerinde olmak üzere önde gelen laboratuvarlara baskınlar düzenledi. Bunun ardından kaçınılmaz bir devlet baskısı ve hareketin suçlu ilân edilmesi geldi - Unilever eyleminden dolayı 25 kişi hapse atıldı.

1984, aynı zamanda, Britanya’da, uzun yıllardır görülmemiş ölçüde uzun ve çetin bir sınıf mücadelesi döneminin başlangıcına tanık oldu. Grev* birinci plana geçti ve sonuçta, anarko-punk ideoloji için ölümcül bir darbe oldu. Kabaca, dünya moral açıdan iki kampa ayrılıyordu - iyiler (anarko-punklar gibi düşünen ve hareket eden insanlar) ve kötüler (sistemle işbirliği yapanlar). Grevin başlangıcında, punkların çoğu, madencileri ikinci kategoride görüyordu - sonuç olarak grevcilerin büyük çoğunluğu et yemiyor ve yalnızca çalışmak istedikleri için mücadele etmiyorlar mıydı? Grev çevresinde gittikçe artan ölçüde oluşan kutuplaşmayla yüzyüze gelen ve militan madencilerin direnişlerinden etkilenen hemen hemen herkes giderek barikatın doğru yanında yeralmaya başladı. Leeds temelli Chumbawamba topluluğunun (yıllar önce zirveye ulaşmışlardı) liderliğinde, Crass da dahil birçok anarko müzik topluluğu, grevin sona ermesiyle birlikte madencilere yardım toplama faaliyetine girişti.

Madenciler grevinin şiddeti de punk sahnesindeki pasifizmin zayıflamasına yolaçtı. Bu yeni ruh hali, 1963’de yayımlanmaya başlayan, punk tarzı resim ve tasvirlerle sınıf şiddetinin ve devriminin dilini birleştiren Class War** dergisinde ifadesini buldu. Class War, ilk başlarda, hayvanların kurtuluşunun kapitalist topluma karşı devrimci hareketin bir parçası olduğu noktasında son derece netti. 1984’te zenginlere karşı başlattığını duyurduğu “Bahar Saldırısı”nın yeraldığı sayının ön kapağında bir tilki avı canlandırılıyor ve “Sizi siktirolası curûf yığını zenginler sizi; hakkınızdan geleceğiz” sloganı yeralıyordu. Aynı sayıdaki bir makalede şöyle deniyordu: “Class War, hayvanların kurtuluşu hareketini tamamen destekler. Bir çoğumuz, Av sabotör gruplarında aktiviz ve ülkedeki hayvan sömürüsüne dayalı laboratuvar ve fabrikalara yapılan saldırılarda yeralıyoruz.”

Class War, “BUAV’ın (British Union for Abolotion of Vivisection)* bürokratlarının, hayvanların kurtuluşu hareketinin artan militanlığından ve onun mülkiyete saldırı ve polisle çatışma konusunda gittikçe cesaret bulmasından” korktukları suçlamasını yaparak hayvanlara test yapılmasını protesto eden yürüyüşlere karşı çıktı. Çünkü Class War, Islington’daki Biorex laboratuvarlarında polisle meydana gelen çatışmadan sonra BUAV tarafından ajan provakatör olarak suçlanmasına bozulmuştu. Class War, “hayvanların sömürüsü konusunda Establishment’e karşı yapılan şiddet içeren saldırıların, bu boktan toplumun diğer bölümlerine karşı şiddet saldırılarını yayacağı” umudunu ifade ederek, hareketin militanlığının bu umuda ilham vereceğini düşünüyordu. Ancak Class War, ülke çapında bir federasyona dönüşünce (kurucu üyelerinden bazılarının rızası hilafına) daha geleneksel işçici politikaları benimsedi ve hayvanların kurtuluşu sorunu gündeminden çıktı. Anarko-punk hareket parçalanmaya başladı. Ülke çapında, zaman zaman birbirleriyle sertçe çatışan fraksiyonlar ortaya çıktı. Bazıları, önceki gibi devam etmeyi denedi - anarko-punk hareket, 1980’lerin başlarından bugüne kadar devam eden, hareketi başarıya ilerletmek yerine dar bir alt-kültüre hapseden politikalarla tefrik edilir. Bazıları, lifestyle aşırılığa gitti, gezgin olup yollara düştü ya da İrlanda topraklarında yaşamayı kafaya koydu. Bazıları uyuşturucuya yöneldi. Bazıları ise her şeyi bir gençlik macerası olarak geride bıraktı.

Öncelikle hayvan sorunu üzerinde yoğunlaşmış olanlar, gittikçe artan ölçüde baskıya uğradılar ve küçük bir militan aktivist grubu olarak tecrit edildiler. Kitlesel doğrudan eylem, gittikçe artan ölçüde, kundaklama eylemleri, zehirlenme paniği yaratmaya yönelik girişimler, hattâ Animal Rights Militia tarafından yapıldığı iddia edilen bombalı saldırılarla gölgelendi.

Politik alanda kalan birçok eski anarko-punk tamamen farklı yönlere gittiler ve sınıf mücadelesinin çeşitli politik biçimlerini yeniden keşfettiler. Bundan en çok yararlanan Class War hareketi oldu, ama anarko-sendikalist Direct Action Movement, Anarchist Communist Federation* ve çeşitli ultra-sol ve post-situastyonist hareketler de dahil olmak üzere liberter/komünist akımlar buradan taze kan aldılar.

Kapitalizm ve komünizm konusundaki net bir anlayışla, anarko-punk hareketin yıkıcı hayalleri ve pratiğinin birleşmesi, radikal bir anti-kapitalist hareketin gelişmesi bakış açısından ileri doğru bir adımı teşkil edebilirdi. Ama bu gerçekleşmedi. Bunun yerine, birçok kişi, eski görüşlerini geminin bordasından aşağı attı ve tamamen geleneksel anarşist ve Marksist görüşleri benimsedi. Saçlar kesildi, giysiler ve yemek tarzları hızla değiştirildi ve daha önceden o kadar uzak durulan “işçi sınıfı kimliği” çıkmazına alelacele girildi.

Hayvanlar artık sözkonusu bile edilmiyordu, et yemek “sıradan insan”ın alemet-i farikasıydı. Başkalarını et yediği için moral açıdan suçlayan bir “Vegan polis” şimdi, vejateryenlari et yemedikleri için eleştiriyordu: yemek tarzı değişmişti, ama kerameti kendinden menkul olma tavrı olduğu gibi kalmıştı. Hayvanlarla ilgilenmek, orta sınıf ve liberal tavrı diye alaya alındı. Bu görüşler, özellikle, politik gelişmeleri, 1980’lerdeki anarko-punk hareketten kaynaklanan birçok radikalin anlayışını bugün de şekillendirmektedir.

Geriye dönüp bakıldığında, 1980’lerdeki gelişme hakkında söylenebilecek şey, onun, bir bulanık fikir dizisinden diğerine doğru atılmış bir adımı temsil ettiğidir. İnsanlar, o tepeden bakan “prolekült” hayat tarzını benimsediklerinde, punk oldukları zamandan ne daha fazla ne de daha az işçi sınıfındandılar. İşçi sınıfından olmak giyim ve yemek tarzıyla ya da konuşma tarzıyla ilgili bir şey değildi - o, yaşamın çalışmayla domine edilmesi durumuydu (bu yalnızca ücretli çalışma için sözkonusu değildir, aynı zamanda, yaşam koşulları emek pazarındaki ilişkilerle belirlenen işsizler için de sözkonusudur).

Eski punkların et yemeye başlamaları pasifizmin de tersine dönerek şiddet ve terörün savunulmasıyla el ele gitti, “kırmızı et” oburluğunun düzeyi, komünistlerin “kızıl terör” savunuculuğuna kadar düştü. Ne var ki, ihtiyaç, bir hatalı tutumu, onun negatifiyle değiştirmek değil, kendi gölgesiyle dövüşen bir muhalifliğin ötesine giderek bir sentez yapmaktı.

* * *
Antagonism Press tarafından Ekim 1999’da basılan Beasts of Burden: Capitalism-Animals-Communism, adlı broşürün son bölümünün geniş çaplı bir çevirisidir.

Çeviren Gün Zileli

Dipnotlar:

(*) Çok-uluslu şirketleri ima eden bir deyiş, ç.n.

(**) Aynı adlı yeni bir eylem 1999 yılının 18 Haziran’ında meydana geldi ve Ingiliz establishment’i bu eylemden bir hayli endişelendiğini ortaya koyan tepkiler gösterdi. ç.n.(*) Veganlar, vejateryenlerden da farklı olarak, hayvanlara ilişkin hiçbir ürünü kullanmazlar. Örneğin süt içmez, peynir ya da içine süt ya da hayvan yağı karışmış hiçbir yiyeceği yemez, hayvan derisinden yapılmış ayakkabı ya da kemerleri kullanmazlar. (*) Ünlü madenciler grevi kastediliyor - ç.n.

(**) Class War adlı dergi etrafında oluşan Class War hareketi, daha sonraki yıllarda Class War Federasyonu adıyla yaygınlık kazandı, ancak 1997 yılında krize giren hareket, “Class War öldü - Yaşasın Class War” başlıklı bir sayıyla kendini feshettiğini duyurdu. Kararı kabul etmeyen Hareketin içindeki bir grup, London Class War adıyla faaliyetini sürdürmektedir - ç.n.(*) Hayvanlara Test Uygulanmasına Son Verilmesi İçin Britanya Birliği - ç.n.(*) Şimdi Anarchist Federasyon, ç.n.

Birikim Dergisi

[Kaynak]

Hasıraltı edilen insanlık suçu

BM Gıda Hakkı Raportörü’nün “İnsanlık suçu” olarak nitelediği biyoyakıt sorunu, dünya liderlerinin Roma Zirvesi’nde de aşılamadı. FAO Baş Ekonomisti Gürkan, NTVMSNBC’ye biyoyakıtın ciddi siyasi boyutları olduğunu ve hasıraltı edildiğini” söyledi.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Fonu’nun (FAO) küresel gıda krizine acil çare bulmak için geçen hafta İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlediği zirve toplantısı, Afrika’da tarımsal üretimin kalkındırılmasını hedefleyen “Afrika İçin Yeşil Devrim İttifakı” (AGRA) niyet anlaşmasıyla sona erdi. Devlet ve hükümet başkanları, BM Gıda Hakkı Raportörü Jean Ziegler’in “İnsanlık suçu” olarak nitelediği biyoyakıt sorunu nedeniyle ortak deklarasyon yayınlamadılar; sorunun çözümü için söz vermekle yetindiler.

Devamı : NTVMSNBC

8.06.2008

Depremler Önceden Tahmin Edilebilir Mi?

Çin'de meydana gelen deprem öncesi iyonosferde elekrik hareketliliği yaşandı. NASA, depremi önceden tahmin etmek için iyonesferde araştırma yapıyor.

Depremleri önceden tahmin edebilmek için yıllardır araştırma yapılmasına rağmen, gelecekteki bir depremin zamanını güvenilir şekilde tahmin edebilmek hâlâ mümkün değil. Ancak Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, depremleri tahmin edebilme çalışmalarında önemli bir aşamaya gelindiğini açıkladı. NASA'daki araştırmacılar, İngiliz uzmanlarla biraraya gelerek uzay merkezli bir erken uyarı sistemi geliştirilip geliştirilemeyeceğini araştırıyorlar.

Atmosferdeki diğer tabakalardan farklı olan iyonosfer, güneşten gelen radyasyona açık olduğu için elektrik yüklü. Ve birçok defa uydular, deprem bölgelerinin 100-600 km yukarısındaki atmosfer tabakasında belli bir hareketlilik saptadılar. Bu hareketliliğin en önemlilerinden biri, iyonosferdeki elektron ve diğer elektrik yüklü zerrelerin yoğunluğunda gözlenen değişimler oldu. 12 Mayıs'ta Çin'de meydana gelen ve 70 bin üzerinde insanın yaşamını yitirdiği deprem öncesi de benzer hareketlilik meydana geldi.

NASA Ames Araştırma Merkezi'nde görevli fizikçi Minoru Freund, "Bazı depremlerle kimi deprem-öncesi sinyaller arasında açık bir bağlantı kurabileceğimize inanıyorum" diyor. Freund, sağlam bilimsel verilere sahip oldukları konusunda 'temkinli bir iyimserlik duyduğunu' belirterek, eldeki bilgileri doğrulamak için bir dizi deney hazırladıklarını söylüyor. NASA'daki araştırmacıların erken deprem uyarı sistemi geliştirilmesi konusunda işbirliği yaptığı İngiliz Surrey Sattellite Technology Limited kurumunun yetkililerinden Stuart Eves, "Eldeki veriler, teknolojik bakımdan bir eşiği atlamaya çok yaklaştığımıza işaret ediyor" diyor ve devam ediyor: "Ancak, deprem meydana gelmeden, etkisinin ne kadar büyük olacağını ve ne kadar süreceğini bilemiyoruz."

NASA araştırmacılarından Minoru Freund da, depreme işaret eden diğer bilinen faktörlerin de bu sisteme dahil edilebileceği inancında. Bunlar arasında depremin merkezinden çıkan güçlenmiş kızılötesi ışınlarla, düşük frekanslı elektrik ve manyetik alan verilerindeki anormallikler yeralıyor.(bbc)

[Radikal]
[Gazeteport]

Petrolün önlenemez yükselişi

ABD ham petrolünün varil fiyatı dün bir günde 11 dolar birden artarak 139,12 doları, Londra Brent tipi ham petrolün varil fiyatı da 138,12 doları gördü.

Bu yılın Ocak ayında 100 dolar sınırını geçen petrol fiyatı, yükselme eğilimini sürdürerek 22 Mayıs'ta 135,09 dolara ulaştıktan sonra gerilemeye başladı ve geçen hafta içinde 122 dolara kadar düştü. Ancak ABD ekonomisindeki gelişmelere paralel ABD Doları'nın değer kaybetmeye başlamasıyla petrolün varil fiyatı sadece perşembe ve cuma günü yaklaşık 16 dolar değer kazandı.

Petrol fiyatının tekrar yükseliş eğilimine girmesinde, Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Jean-Claude Trichet'nin perşembe günü, ECB'nin gelecek ay yapacağı toplantıda faiz oranını artırabileceğini söylemesi ve dün ABD'de işsizlik oranının geçen ay yüzde 5,5'e çıktığı açıklamasının ABD Doları'nın değerini düşürmesi etkili oldu.

İsrail'in eski Savunma Bakanı ve şimdiki Ulaştırma Bakanı Şaul Mofaz'ın, Yediot Ahronot gazetesine verdiği demeçte, ''nükleer silah programına devam etmesi halinde İran'ın nükleer tesislerine saldırının kaçınılmaz'' olduğunu söylemesi de dün petrol fiyatını artıran etkenlerdendi.

Ancak dün petrol fiyatındaki ani yükselişin en önemli nedeni yatırım bankası Morgan Stanley'den uzman Ole Slorer'in, Asya'da petrole olan güçlü talebin, Amerikalıların Bağımsızlık Günü olan 4 Temmuz'a kadar petrol fiyatını 150 dolara çıkarabileceği tahmini oldu.

ABD Doları'nın değerinin düşük olması, jeopolitik istikrarsızlık ile petrole olan talebin yüksekliği ve petrol arzına ilişkin kaygılar petrol fiyatının artmasında temel etkenler olarak görünürken, 1970 yılında 1,80 dolar olan ve dün 139 doları aşan petrolün son 28 yıllık öyküsü şöyle:

DEVAMI : Gazeteport

6.06.2008

Radikal Çevreciler mi?

Kuzey Karolina, ABD - Güneydoğu Charlotte, batı Union, ve Lancester'da 2001 yılından beri kısmen ya da henüz bitmiş 17 lüks ev yakılmıştı. Yetkililer henüz yangınlardan kimin sorumlu olduğunu bilmiyorlar, ancak artık kundaklamalardan radikal çevrecilerin sorumlu olduklarını düşünüyorlar. Yakılan en son ev, pazartesi gecesi tahrip edilen $3.5milyon değerindeki malikâneydi.

[Kaynak]

3.06.2008

İzmir’de su krizi kapıya dayandı

Üç yeni baraj için hükümetten gerekli onayı alamayan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne göre kent yakın bir gelecekte su kriziyle karşı karşıya kalacak. Büyükşehir Belediye Başkanı, büyük bölümü kuruyan Tahtalı Barajı’nda bugün basının karşısına geçti.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, basın açıklamasını bir zamanlar su dolu olan Tahtalı Barajı’nda yaptı. Yetersiz yağış ve kuraklık nedeniyle su seviyesi her geçen gün azalan Tahtalı Barajı’nın doluluk seviyesi yüzde 17’ye düştü. Baraj suyunun altında olan Bulgurca Camii de kuraklık nedeniyle tekrar ortaya çıktı.

Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “Bizim durumumuz rakamlarımızı biraz önce açıkladığım gibi İzmir’in yakın bir zamanda su kriziyle su sıkıntısıyla karşılaşacağı noktasındadır” dedi.

Kocaoğlu, şöyle konuştu:

“Açıkladığımz gibi eğer küresel ısınma bu şekilde devam ederse İzmir’de sıkıntı olacağını, bu sene yeni kuyular açarak telafi etmeye ve susuzluk çekmemeye çalıştığımızı durumu tüm çıplaklığıyla sizlere değerlendirdik. Biz İZSU olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak kentteki 3 milyon 350 bin kişiye su vermeden, 24 saat sağlıklı su vermeden sorumlu kurum olarak işin vahametini ve tedbirlerini alıyoruz”

İzmirlilerin uygulayacağı tasarruf planlarının yanısıra açılacak yeni kuyularla kente su takviyesi yapılması hedefleniyor. Susuzluğa çare olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından tasarlanan üç baraj ise bir yıldır onay bekliyor.

[Ntvmsnbc]

2.06.2008

Çin depreminde ölü sayısı artıyor

Çin’in Siçuan eyaletinde 12 Mayıs’ta meydana gelen 8.0 büyüklüğündeki depremde ölenlerin sayısı 69 bini aştı.

Çin Devlet Konseyi Basın Ofisi tarafından yapılan açıklamada, depremde ölü sayısının son rakamlara göre 69 bin 16 olduğu ve depremden dolayı 15 milyon 150 bin kişinin memleketini terk etmek zorunda kaldığı bildirildi. Açıklamada, yaralı sayısının 368 bin 545, kayıp sayısının da 18 bin 830 olarak belirlendiği ifade edildi.

[Ntvmsnbc]
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...