3.08.2010

Güneş'ten şok dalgaları gelebilir!

Geçen haftasonunda Güneş'te art arda çok büyük patlamalar gözlemlendi. Bunlar Dünya'ya ulaşan şok dalgaları yaratabilir.

Güneş yüzeyinde haftasonu havai fişek patlamalarını andıran çok sayıda
patlama gözlemlendi. Dünyanın heryerinden gökbilimciler bu küçük patlamaların yanı sıra dev bir patlamaya da şahit oldu.

İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) uzmanları dev patlamanın ardından Güneş’ten Dünya’ya tsunami benzeri şok dalgalarının yöneldiğini söylüyor.


Bilimadamları hızı saatte 15 milyon kilometreye yaklaşan tsunami dalgalarının dünyayı vurabileceği görüşünde.

11.06.2010

NASA'dan 2013 felaket senaryosu

NASA, Dünya'yı gerçekleşecek Güneş fırtınasına karşı uyardı ve tarihini de verdi!

GPS devre dışı kalacak, cep telefonları, TV'ler ve radyolar çalışmayacak, enerji kesintileri yaşanacak ve dünya genelinde tedarik zincirleri çökecek. Kredi kartları, ATM'ler işe yaramayacak. Hiçbir şey çalışmayacak, sessizlik, karanlık ve kaos hakim olacak.

Bunlar bilimkurgu filmine ait kabus senaryosuna benziyor. Ancak bu senaryo bir filme ait değil. Alman Bild gazetesinde yayınlanan habere göre, NASA'nın yeni uyarı raporuna göre dev bir güneş fırtınasının potansiyel sonuçları. Güneş'in çok sıcak iç kesiminde harekete geçen plazma dış katmandaki manyetik alanlarda sürekli bir değişime yol açacak. Bu da güneş fırtınaları olarak bilinen, radyasyon yayan ve uzaya yüklü partiküller saçan şiddetli patlamalara yol açacak. Bunun sonucunda uzay istasyonları ve uydular ciddi anlamda etkilenecek.

Güneş'te devasa bir patlama 1-2 Eylül 1859'da devasa bir fırtınaya yol açmış, bu fırtına Dünya'yı da büyük ölçüde etkilemişti. Birkaç saat içinde hem ABD'de hem da Avrupa'da telgraflar çalışmamış, sayısız yangın çıkmıştı. Kuzey Kutbu yakınlarında Güneş'le bağlantılı bir olay olarak doğal fenomen olarak görülen Kuzey Işıkları Roma, Havana, Hawaii gibi güney bölgelerde bile görülmüştü. Bir sonraki solar faaliyetin 2013'te başlayacağı belirtiliyor.

10.06.2010

More Active Sun Means Nasty Solar Storms Ahead

The sun is about to get a lot more active, which could have ill effects on Earth. So to prepare, top sun scientists met Tuesday to discuss the best ways to protect Earth's satellites and other vital systems from the coming solar storms.

Solar storms occur when sunspots on our star erupt and spew out flumes of charged particles that can damage power systems. The sun's activity typically follows an 11-year cycle, and it looks to be coming out of a slump and gearing up for an active period.

"The sun is waking up from a deep slumber, and in the next few years we expect to see much higher levels of solar activity," said Richard Fisher, head of NASA's Heliophysics Division. "At the same time, our technological society has developed an unprecedented sensitivity to solar storms. The intersection of these two issues is what we're getting together to discuss."
Fisher and other experts met at the Space Weather Enterprise Forum, which took place in Washington, D.C., at the National Press Club.

3.06.2010

'Türkiye'ye ödülünüz Türkleri öldürmek mi?'

İngiliz sunucu Jon Snow İsrail hükümet sözcüsünü sorularıyla terletti. Snow, "Türkiye'ye ödülünüz Türkleri öldürmek, gemilerine saldırmak mı?" diye sordu.

İngiltere'nin Channel 4 kanalının en ünlü sunucularından Jon Snow, Gazze'ye yardım filosuna düzenlenen saldırının ardından İsrail hükümet sözcüsü Mark Regev'i canlı yayında konuk etti.

Ancak röportaj Regev için oldukça zorlu geçti. Sunucu Jon Snow, Regev'e oldukça sert sorular yöneltti ve kaçamak cevaplar aldıkça, Regev'in daha da üstüne gitti.

Snow röportaja "Türkiye ile ticaret ve turizm alanında önemli ilişkileriniz vardı ve onlara ödülü Türkiye’den gelen gemilere saldırıp, Türk vatandaşlarını öldürerek verdiniz. Bu dost kazanmanın harika bir yolu değil mi?" sorusu ile başlayarak, Regev'in zor dakikalar yaşayacağının sinyalini verdi.

Daha sonra Regev'e, 'Türkiye'den özür dileyecek misiniz?' diye soran Snow, 'Ne için özür dileyecekmişiz?' cevabını almasının üzerine "Türk vatandaşlarını öldürdüğünüz için" dedi.

'Türkiye bir daha ki yardım filosunu donanması ile gönderirse ne yapacaksınız?' sorusuna ise Regev, "Ciddi misiniz? Nereden duydunuz bunu?" şeklinde cevap verdi. Snow'un buna cevabı, "Bana soracağınıza, Türkler ile konuşun" şeklinde oldu.

DOST KAZANMA YOLUNUZ BU MU?

Jon Snow'un Regev'i sert sorularına, Regev şu şekilde cevap verdi:

Snow: Türkiye ile ticaret ve turizm alanında ilişkileriniz vardı ve onlara ödülü Türkiye’den gelen gemilere saldırıp, Türk vatandaşlarını öldürerek verdiniz. Bu dost kazanmanın harika bir yolu değil mi?

Regev: Evet bu gerçekten çok talihsiz. Son birkaç aydır Türkiye ile olan ilişkilerin geçmişteki gibi pozitif bir atmosferde olmadığı aşikar. Biz Türkiye ile daha pozitif ilişkiler istiyoruz ve Türk hükümetinin de aynı şekilde hissetmesini umut ediyoruz.

Snow: Yani Türkiye’den özür dileyecek misiniz?

Regev: Ne için?

Snow: Vatandaşlarını öldürdüğünüz için...

Regev: Bu olayı ve bu olayın nasıl gerçekleştiğini açıklığa kavuşturmak gerek. Dün 6 ele geçirme oldu. Hepsi İsrail donanması tarafından yapıldı. Beşi barışçıl, şiddetsiz ve insanlar zarar görmeden gerçekleşti. Bir tanesinde ise maalesef, gemide açıkça aşırılıkçılar vardı. Onlar şiddet kullandılar. Ve operasyondaki askerler kendilerini korumak zorundaydı. Tehdit altındaydılar ve cevap vermeliydiler.

YAPTIKLARINIZDAN BİR ŞEY ÖĞRENDİNİZ Mİ?

Snow: Son 48 saatte yaptıklarınızdan bir şey öğrendiğiniz mi? Şu an biz konuşurken yine Gazze’ye doğru hareket etmekte olan Rachel Corrie gemisine saygılı davranacak ve haklı olarak Gazze’ye yanaşmasına izin verecek misiniz?

Regev: Neden haklıymış? Burada birçok mesele var. Eğer yapabilsem, hepsine cevap verirdim.

Snow: BM Gazze’ye olan ablukanın kalkması için varolan iradenin haklı olduğunu söyledi çünkü. Son olarak Güvenlik Konseyi’nde dile getirildi bu.

Regev: Abluka eğer bir çatışmanın içindeyseniz meşrudur. Biz de biliyorsunuz Gazze’deki Hamas rejimi ile çatışma halindeyiz. BM kurallarına göre denizden abluka tamamen meşru bir uluslararası davranıştır. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 47. maddesi de bunun yasal olduğunu söyler. Sizin neden bahsettiğinizden haberim yok. Gazze’ye uygulanan yaptırımlara gelince, bunlar da Gazze’nin uyguladığı şiddete cevaptır ve uluslararası hukuka tamamen uygundur.

BİZİMLE UĞRAŞMAK İSTEMEZSENİZ, MÜSLÜMAN MISIR VAR

Snow: Peki Rachel Corrie’ye ne yapacaksınız?

Regev: Biz, yardım götürmek isteyen herkese, 'Aşdod limanına getirirseniz, hepsinin Gazze Şeridi’ndeki insalara ulaştıracağımızı garanti ediyoruz' diyoruz. Eğer bizimle uğraşmak istemiyorsanız, Müslüman bir ülke var: Mısır. O da El Ariş limanı aracılığı ile benzer bir öneri sunuyor.

MALZEMELERE EL KOYUYORSUNUZ

Snow: Ama kimsenin önerinizi kabul etmemesinin nedeni, malzemelerden kesinti yapmanız. Gazze’ye giden yardım malzemelerinin yüzde 78’ine el koyuyorsunuz. Bunu Kızılhaç ve BM raporları söylüyor. Sizden geriye malzemelerin yüzde 20’si kalıyor.

Regev: Hadi burada açık olalım. Bizim teklifimizi kabul etmiyorlar, çünkü blokajı kırarak siyasi bir mesaj vermek istiyorlar. Malzelemelerin gönderilmeyeceğine inandıklarından değil. Ve izin verirseniz, size neden bu ablukaya ihtiyacımız olduğunu anlatayım. Bu abluka olmasa, Gazze’ye İran ve Suriye’den çok tehlikeli silahların gireceği açıktır. Gazze’den İsrail şehirlerine ve İsrailli sivillere binlerce roket atıldığını biliyorsunuz. Kısa menzilli roketler Gazze Şeridi’nde yapılıyor. Ama uzun menzilliler, savaş başlıklı olanlar Suriye ve İran’dan geliyor. Bu yüzden Gazze’ye giren kargoyu kontrol etmek zorundayız.

TÜRKLER BİZE SALDIRMAK İÇİN SAVAŞ GEMİSİ Mİ YOLLUYORMUŞ!

Snow: Eğer müttefiğiniz Türkiye, yani hala müttefiğiniz olan Türkiye , savaş gemileri ile yeni bir yardım filosu göndermeye kalksa ne yaparsınız? Çünkü bunu yapacaklarını söylüyorlar.

Regev: Bu varsayım...

Snow: Hayır. Türkiye Başbakanı bugün mecliste bir sonraki filonun büyük ihtimalle askeri bir gemi eşliğinde geleceğini söyledi. Ne yapacaksınız?

Regev: Ben bunun ciddi olduğunu düşünmüyorum.

Snow: Ne yapacaksınız?

Regev: Ciddi olduğunu düşünmüyorum.

Snow: Oh, tabii ki ciddi! Bu kesinlikle ciddi bir durum.

Regev: Emin misiniz?

Snow: Bu büyük bir savaş haline yol açabilir.

Regev: Bana Türklerin İsrail’e saldırmak için savaş gemileri yolladığını mı söylüyorsunuz?

Snow: Niye telefon açıp onlara sormuyorsunuz?

Regev: Bunu nereden öğrendiniz?

Snow: Bana soracağınıza Türklerle konuşun.



http://www.ntvmsnbc.com/id/25102508/

30.05.2010

İsrail Gazze'ye Giden Yardım Gemisine Saldırdı : 16 Ölü

Gazze'ye giden yardım gemilerine İsrail askerleri helikopterlerden indi ve ateş açtı, saldırıdan sonra gemilerle irtibat koptu. Operasyonda 2 kişi öldü, 30 yaralı var ancak İsrail televizyonları en az 16 kişinin öldüğünü duyurdu.

Yardım gemileri dün Kıbrıs açıklarından yola çıktıklarında Gazze'de heyecanlı bekleyiş vardı. Gazze limanı Türk bayraklarıyla süslenmişti, teknelere İsrail tarafından öldürülen Filistinlilerin resminin bulunduğu balonlar da asılmıştı. Filistinliler yardım taşıyan filoyu dört gözle bekliyordu, bando bile son hazırlıklarını yapmıştı.

Ancak beklenen olmadı. İsrail gemileri yol boyunca sürekli taciz etti, daha önce gemilere el koyarak içindekileri gözaltına alacağını açıklamıştı fakat İsrail kimsenin beklemediğini yaptı. Gece saat 04.30'da İsrail ordusu yardım filosuna operasyon düzenledi.

İsrail sularına 70 mil açıkta gerçekleşen saldırıda askerler helikopterlerden gemilere indirme yaptı ve silah kullandı.

Televizyonlara yansıyan görüntülerde bir helikopterden bazı askerlerin ellerinde silahla iple sallanarak gemiye indiği ve geminin iç taraflarına geçtiği görüldü.

Askerler gerçek mermilerle ateş açtı, 2 kişi yaşamını, 30 kişi yaralandı. İsrail televizyonları ise operasyonda en az 10 kişinin öldüğünü duyurdu. Ardından gelen haberlerde ise ölü sayısının 16'ya çıktığı açıklandı.

GEMİLERLE İRTİBAT KESİLDİ
Daha önce insani yardım filosundaki gemilerden sadece ''Mavi Marmara'' gemisiyle bağlantı kurulabilirken, şu an bu gemi ile de bir bağlantı kurulamıyor.

İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ DIŞİŞLERİNE ÇAĞRILDI
Gelişmeler üzerine Ankara'da da hareketli saatler yaşandı. İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabi Levi Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı.

Levi'ye, Türkiye'nin tepkisinin en sert şekilde ileticeği öğrenildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, gelişmelerle ilgili Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan'a bilgi veriyor.

Dışişleri Bakanlığının, kısa bir süre içinde olayla ilgili bir açıklama yapması bekleniyor.

GEMİLERDE TÜRK MİLLETVEKİLİ DE VAR

Gemilerden birinde İsveç Meclisi'nde bulunan Türk Milletvekili Mehmet Kaplan da bulunuyor. Mehmet Kaplan'ın İsveç'te yaşayan ailesi ve yakınları, İsrail'in gemilere müdahale etmesinden sonra Kaplan ile telefon görüşmesi yapamadıklarını bildirdi.

Kaplan'ın, İsveç Çevre Partisi ile telefon görüşmesi yaparak İsrail askerlerinin gemilere müdahale etmeye başladığını ve gemilere girdiklerini haber verdiği öğrenildi.

Gazze'ye giden yardım filosundaki 6 gemiden 3'ünde insani yardım malzemesi, 3'ünde ise çeşitli ülkelerden yaklaşık 700 insani yardım gönüllüsü bulunuyor. Yardım gönüllüleri arasında 1976 Nobel Barış Ödülü sahibi Kuzey İrlandalı Mairead Corrigan Maguire, yaşlı bir soykırım tanığı, Avrupa ülkelerinden milletvekilleri ve gazeteciler de yer alıyor.

Kaynaklar :
* [NTV]
* [Radikal]
* [Hürriyet]
* [Milliyet]
* [CNN]
* [BBC]
* [MSNBC]

13.05.2010

İşte Çığlıkara’daki vahşetin boyutları!

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE AKDENİZ (ÖZEL HABER) - Dünyanın en değerli sedir ormanı olarak kabul edilen Elmalı Çığlıkara’daki taş ocağı vahşeti tüyler ürpertici boyutlara ulaştı. Yaklaşık 30 milyon sedir ağacının bulunduğu bölgede, ‘bozuk orman’ niteliğindeki 100 hektarlık alan taş ocaklarına tahsis edilmiş! Bölgede çalışan İspanyol şirketin yanı sıra, Çinliler de taş çıkarmak için sıraya girmiş.

Elmalı Çığlıkara ormanlarında sedir ve ardıç katliamına neden olan taş ocakları görenleri şoke ediyor. Bölgede taş ocakları için tahsis edilen 100 hektarlık alanın 10 hektarında beş ayrı noktada çalışma yürüten taş ocaklarının yarattığı görüntüler dehşet verici boyutlara ulaşırken, İspanyolların ardından Çinli firmalar da sıraya girdi. Geçtiğimiz ay topladıkları 200’den fazla imzayla birlikte dört köy muhtarının imzasıyla Elmalı Kaymakamlığı’na verilen dilekçeden bir sonuç alamadıklarını belirten köylüler, bölge ormanlarına büyük zarar verdiği belirtilen taş ocaklarının faaliyetinin bir an önce durdurulmasını istiyor. Avşar, Zümrütova, Tekke ve Armutlu köyleri sınırlarında; Kokarotluk, Patlangıç, Tuzburnu, Bayındıroluğu ve Göllüalan gibi bölgelerde faaliyet gösteren beş adet taş ocağına bölge halkından tepki yağdı.

HUKUK DIŞI YOLLARLA DOĞA SÖMÜRÜSÜ

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nden Doç Dr. Yücel Çağlar, bölgede yürütülen madenciliğin etkilerinin giderek ağırlaştırıldığını belirterek, bunun yaygınlaştırılan doğa sömürüsünün hukuk dışı yollarla sürdürülmesinin en yakıcı ve somut örneklerinden biri olduğunu söyledi. ‘Orman’ sayılan yerlerde yapılan ve yapılacak olan madencilik etkinliklerinin sorgulanması gerektiğini anlatan Çağlar, “bu etkinlikler ülkemizde de anayasal ve yasalara aykırı olarak yüksek ve çoğunlukla da onarılamayacak ekolojik ve dolayısıyla da toplumsal, ekonomik ve kültürel maliyetlere yol açabilecek bir düzen içinde yürütülmektedir” diye konuştu. Madencilikle ilgili hukuksal düzenlemelerde çoğunlukla yalnızca madencilik yatırımcılarının istekleri doğrultusunda değişiklikler yapıldığını anlatan Çağlar, “birçoğunun yüksek yargı tarafından iptal edilmesi veya yürütmesinin durdurulmasına karşın ‘ön izin’ ve ‘kesin izin’ verilen madencilik etkinlikleri de sürdürülebilmektedir. Ülkemizde de en yıkıcı biçimde sürdürülebilen bu süreç, emeğin yanı sıra doğanın da olabildiğince çok sömürülmesine dayanan kapitalist ‘gelişmenin’ önde gelen sermaye birikim alanlarından birisi olmuştur. Yol açtığı ve açabileceği onarılamayacak ekolojik yıkımlara karşın madencilik etkinliklerine ender yapısal özelliklere sahip ‘orman’ sayılan alanlarda da izin verilmesinin öncelikle bu sürecin bir boyutu olarak değerlendirilmesi gerekmektedir” dedi.

BU AYMAZLIK DURDURULMALI!

Öte yandan, madencilik etkinliklerinin ülkemizdeki yürütülme düzeninin anayasal ve yasal düzenlemelere, ekolojik ve toplumsal gerekliliklere aykırı olarak yürütülmekte olduğu gerçeğinin görülmesi yöntemsel bir zorunluluktur. Çığlıkara’daki doğal ve yaşlı Toros sediri ve ardıç ormanlarındaki mermer madenciliği yapılması için verilen izinler ve bu izinlere dayanılarak yürütülen etkinliklerin 1982 Anayasanın 44. 45, 56 ve 169. maddeleriyle Türkiye’nin de taraf olduğu çok sayıda ülkelerarası sözleşmeye açıkça aykırı olduğunu vurgulayan Çağlar, “Çığlıkara yöresindeki doğal yaşlı toros sediri ormanlarında yürütülen mermer madenciliği etkinliklerinin ekolojik, toplumsal ve kültürel etkileri, başta orman ekosistemleri olmak üzere doğal, toplumsal ve kültürel kamusal varsıllıklarımızı onarılamayacak biçimde ve düzeyde etkilemektedir. Buna karşılık, madencilik etkinliklerinin yalnızca yerli ve yabancı yalnızca şirketlerin kazançları ile sınırlı olan ekonomik getirileri öne çıkarılması, en azından Anayasanın 56. maddesine açıkça aykırı bir yaklaşımdır. Bu akıl almaz aymazlık, Çığlıkara’daki orman ekosistemlerinde de ve çevresinde de durdurulmalıdır” diye konuştu.

ORMAN İŞLETME MÜDÜRÜ: ‘KANUNUN ÖNÜNE GEÇEMEM’

Çığlıkara’daki sedir katliamına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Elmalı Orman İşletme Müdürü Salih Çoban, taş çıkartılan bölgenin koruma alanında olmadığını söyledi. Bölgedeki anıt sedirlerin özel koruma altında olduğunu ve buralarda maden ruhsatı verilmesinin mümkün olmadığını belirten Çoban, “Ruhsat verilen alanlar bozuk alanlardır. Yüzde 30, yüzde 60 ve yüzde 90 oranındaki kapalı olan bozuk sedir ve ardıç alanlarında ruhsat veriliyor. 100 metrekarede iki üç sedir, 10-15 ardıçın olduğu alanlardır bunlar. Yani öyle söz edildiği gibi katliam yok. Ama ormanlarda şey olmasına ben de bir ormancı olarak karşıyım. Ama kanunun önüne de geçemem” dedi.

2 BİN METREKÜP AĞAÇ KESİLDİ

Çığlıkara’da ne kadar sedir kesildiğine bir veri olup olmadığı yönündeki sorumuza, “Yıllık iki-üç yüz metreküp civarında sedir kesiliyor. Sedir değil ardıç” yanıtını veren Çoban, on yıldır 2 bin metreküp civarında bir rakama ulaşmış olabileceğini belirtti. Kesilen alanların 100 ila 200 katı kadar ağaçlandırma yapıldığını anlatan Çoban, “O açıdan bir şey yok. O yaşa gelmesi biraz zor tabii. Bir ağacın büyümesi için 50-100 yıl beklemek gerekiyor. Biz de ormancı olarak o işe şeyiz. Taraf değiliz” diye konuştu.

Taş çıkartılan alanlarda rehabilitasyon çalışması yapılıp yapılmadığına ilişkin sorumuza “uygulama şu anda yok ama olacak” yanıtını veren Çoban, “Zaten bunun parası peşin alınıyor. Daha yeni ocaklar çünkü. Henüz çalışmasını bitiren ocak yok. Çalışma bitince yapılacak bu uygulama. Şirket 15 yıl falan çalışır, oradan ayrılır başka bir yere geçer, ancak o zaman düzeltmek zorunda. Biz de rehabilite edeceğiz” dedi.

DÜNYANIN EN BÜYÜK SEDİR ORMANI

Çığlıkara sedir ormanlarının önemine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Çoban, bölgede yaklaşık 50 bin hektarlık alanda 30 milyon sedir ağacının bulunduğunu söyledi. Bunun 20 bin hektarının düzenli, 10 bin hektarının da bozuk ve verimsiz alan olduğunu anlatan Çoban, maden şirketlerinin söz konusu verimsiz alanda çalıştığını söyledi. Çoban, “1250 ila 1750 metrelik yükseltideki bu bölge, sedirin en güzel gelişim yaptığı alan. Örneğin Maraş bölgesinde 100 yaşındaki bir sedir 2 metreküp ölçülürken, burada 3,5 metreküp olarak ölçülür. Bu tür ilk kez Lübnan’da bulunduğu için literatüre Lübnan Sediri olarak geçmiş. Ancak şimdi Toros Sediri olarak düzeltildi” bilgisini verdi.

EN BÜYÜK ALICI ÇİN

Elmalı Orman İşletme Müdürlüğü’nde karşılaştığımız Rotek Madencilik firması sahibi Kenan Savaş, Elmalı’da üç yıldır mermer ocağı işlettiğini söylüyor. Çin’in en büyük beş firmasından biriyle yüzde elli ortaklı yeni bir şirket kurduklarını anlatan Savaş, dünya mermer rezervlerinin yüzde 40’ının Türkiye’de olduğunu ve Çin’in en büyük tedarikçi olduğunu belirtiyor. Aldıkları üç mermer ocağı ruhsatını Çinli ortaklarıyla kurdukları yeni firmaya devrettiklerini belirten Savaş, Hazine Müsteşarlığına 2012 yılına kadar 20 milyon liralık yatırım taahhüdü verdiklerini ve Çin’in 2020 yılına kadar 80-90 milyar Dolar civarından Türk mermeri ihraç edeceğini söylüyor.

‘AĞAÇ KESİLMESİNE KARŞI DEĞİLİM!’

Bölgeden çıkartılan taşların Çin, Singapur, Hindistan, Arjantin, Brezilya, ABD ve Kanada’ya ihraç edildiğini anlatan Savaş, Çığlıkara’daki taş ocaklarının sedir ve ardıç kesmeleriyle ilgili sorumuza, “ben ağaç kesilmesine karşı değilim kardeşim. Ağaçlandırma bedeli veriliyor, rehabilitasyon parası ödeniyor, her şey yapılıyor. İkincisi orman 50 yılda, mermer 150 milyon yılda oluşuyor. Mermer de doğal bir kaynak. Hem de çok büyük bir doğal kaynak. Bölgede çalışan firmalardan ‘Batı Ege Madencilik’in geçen yıl 35 milyon Dolar’lık ihracat yaptı. Ben 35 milyon dolar ihracat yapan bir işadamını tepemde gezdiririm” yanıtını verdi.

İŞİMİZ BİTENE KADAR ‘TAMAM MUHTARIM’ DİYORUZ!

Savaş sözlerine şöyle devam etti: “Madenciler olarak işlerimiz daha rahat yürüsün diye muhtarlara belli tavizler veriyoruz. Yapmayacağımız sözler veriyoruz yani. Muhtar diyor ki ‘boya badana yaptır, okulun etrafını duvar yaptır, bahçesini beton yaptır. İşimiz bitene kadar “tamam muhtarım” diyoruz. Bazen de yaptırıyoruz. Ben ruhsatımı alıyorum zaten ama muhtar beni köylüyle sıkıntıya sokmasın diye yapıyoruz. Köylü, ‘bu dağ benim’ diyor. Kimsenin dağı yok kardeşim. Bu devletin dağı. Ben gidiyorum maden kurumundan ruhsatımı alıyorum, gerekli izinlerimi alıyorum. Muhtarla şununla bununla bir sorunum yok. Orman arazisiyse ben ormandan gerekli izinlerimi alıyorum, çalışmalarıma başlıyorum. Buna ne köylü müdahale edebilir ne de başka biri. Benim köylüyle bir işim yok. Ama ‘benim dağımdan taş kesiyorsun, bana para ver’ diyorlar. Ben kimseye para vermek zorunda değilim kardeşim. Mesela geçenlerde köyün camisine mermer lazımmış, yaptık. Bu sadece Elmalı için geçerli değil, bütün Türkiye böyle. Şimdi bakıyoruz muhtarın biri ocak sahibiyle kanlı bıçaklı oluyor, bir gün sonra kol kola girmişler gidiyorlar. Hem beraber yemek yiyorlar, hem kafa çekiyorlar. Sarılıp öpüşüyorlar, koklaşıyorlar.”

BÖLGE HALKI NE DİYOR?

Çığlıkara’dan çıkartılan taşları çeken kamyonların geçiş yolu olan Akçay beldesindeki kahvede çaylarımızı içerken, bölge halkıyla taş ocaklarını konuştuk. Yaklaşık bir saatlik sohbetimiz sırasında 7-8 kamyon üzerimizi toz içinde bırakarak yanımızdan geçip gidiyor. İşte bölge halkının taş ocağı tepkisi…

Fazlı Gürkan (Armutlu Muhtarı)

Yaklaşık beş yıldır bölgedeki taş ocaklarıyla mücadele ediyoruz. Ancak yalnız kalıyoruz. Avşar, Zümrütova, Tekke ve Armutlu köylerinde, Kokarotluk, Patlangıç, Tuzburnu, Bayındıroluğu ve Göllüalan gibi bölgelerde beş tane taş ocağı var. Geçtiğimiz ay Elmalı Kaymakamlığı’na ve Orman İşletme Müdürlüğü’ne dilekçe verdik ancak henüz bir yanıt almadık. Hala yeni ocaklar açılmak için müracaat ediyorlar. Hem de yerleşim birimleri içerisinde taş arıyorlar. Bu gördüğünüz ocaklar için en az 10 bin ster ağaç yok edildi.

Muhammed Aktaş (Çiftçi)


Ben Avşar Köyündenim. Kamyonların buradan geçmesinden dolayı bahçelerimiz toz oluyor. Elmaların kızarmasında, büyümesinde meyvelere zarar veriyor. Ayrıca doğal güzelliği de bozuyor ocaklar. Ocaklar buradan gitse iyi olur. Birileri para kazanıyor biz zulüm çekiyoruz burada.

Rıfat Günel (78 radyo tamircisi)

Ben Akçaylı’yım. Bu ocaklar ormanın içinde çalışıyor. Memleket satıldı ama kime satıldı bilmiyoruz. Bizim gibi üreticiye de destek yok.

Ünsal Özçakır (Arkeolog)


Bu ormanların dünyada benzeri yok. Sedirin anavatanı burası. Eğer buradan bir nema elde edilecekse, öncelikle bu topraklara bin yıldır sahip çıkan bu insanların yararlanması gerekir bundan. Ancak temelde buna da karşıyız. Yani illa ki yapılacaksa bu bölgenin halkı yararlansın. Bugün ne sahillerde, ne de yaylalarda bu bölgenin halkı kalmadı. Yani bu halk keylüm yekun, yok! Bu bölgedeki katliam ilk kez olmuyor. Yıllar önce Lengüme ormanında da karaçam katliamı yaşandı. Özal döneminde 100 bin karaçam kesildi! Özal dönemindeki orman bakanı kimse o kestirdi. Ve muhammen bedel üzerinden verdiler bu ağaçları. Lengüme’deki karaçamlar Sibirya’dakilerden daha değerliydi. Kemer bölgesindeki tatil köylerinin inşaatlarında kullanıldı hepsi. Sonra Demirel ailesi de bu bölgenin ormanlarından yararlandı. Daha sonra Çiller döneminde de kesildi. Ama bu son saldırı çok büyük. Bir daha geri dönüşü yok bunun!

FOTOĞRAFLAR


1. Akçaylı Rıfat amca


2. Çığlıkara1


3. Çığlıkara ocak


4. İşte bozuk orman denilen alanlardan biri


5. Çığlıkara patlangıç mevkii mermer ocağı


6. Çığlıkara tabiatı koruma alanı harita (atlas)


7. Çığlıkara'da çince levhalar madencilere yol gösteriyor


8. Çığlıkarada ormanın kalbinde dev oyuklar açılmış


9. Çığlıkara'da kesilen ağaçlar


10. Fiziki bölge harita


11. İş makineleri ve dev kamyonar sedirlerin arasında böyle çalışıyor

10.05.2010

Kül bulutları Marmara'da

Kül bulutlarının İzmir ve Muğla arasında görülmesi ve Güney Ege'yi etkilemesi bekleniyordu. Ancak Marmara ve hatta Batı Karadeniz'de bile duman görülecek.

İzlanda'dan yayılan kül bulutları etkisini yine gösterdi.

Avrupa'da birçok havaalanında uçuşları durduran bulutlar, bugün Türkiye'de görülecek.

Bu akşam İstanbul ve Marmara genelinde 5 bin metrede kül bulutları gökyüzünü kaplayacak. Bulutlar akşam saatlerinde daha fazla görülecek. Duman Batı Karadeniz'de bile gökyüzünde zaman zaman etkisini hissettirecek.
Haberin devamı ↓reklam

5 bin ve 10 bin metre arasında bulutlar olacağı için yeryüzünden sadece bir kırmızılık görülebilir, duman kütlesini uçaklar açık olarak görecek.

Bugün Ege'nin güneyinde, İzmir ve Muğla arasında küllü bir gökyüzü olacak. Akdeniz ve Kıbrıs da bulutlardan etkilenebilir.

Kül kütlesi Avrupa ile kıyaslandığında İspanya ve İtalya'ya göre Türkiye'de fazla yoğun olmayacak.

Kül bulutu Türkiye'ye birçok uçuşu iptal ettirirken, Türkiye'den de bazı seferler iptal edildi. Dün Türk Hava Yolları (THY) dumandan etkilendi, İtalya seferleri yapılamadı.

THY'nin İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan yapılması gereken TK 1861 Roma, TK 1865 Bologna ve TK 1874 Milano seferleri kül bulutları nedeniyle gerçekleştirilemedi.

[NTV]

5.05.2010

Yunanistan'da isyan: 3 ölü



Tarihinin en büyük mali krizlerinden birini yaşayan Yunanistan'da 100 bini aşkın kişinin düzenlediği protesto gösterilerinin şiddet eylemlerine dönüşmesi sonucunda üç kişi hayatını kaybetti. Göstericiler İhlas Haber Ajansı'nın (İHA) canlı yayın aracını da yakarken, ülkedeki grev nedeniyle de İstanbul-Atina uçak seferleri karşılıklı olarak iptal edildi.

Hükümetin mali kriz nedeniyle uygulamaya koyduğu sert kemer sıkma politikalarını protesto etmek için yaklaşık 100 bin kadar gösterici başkent Atina'da Syntagma Meydanı'nda toplandı.

Göstericiler, Atina'da parlamento binasına yürüyüşe geçtikleri sırada yolların üzerindeki bir banka binasını ateşe verdi. İtfaiye görevlileri olayda en az üç kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

AP ajansı, üç kişinin cesedinin Marfin Bank'ın bir şubesinin enkazında bulunduğunu bildirdi. Banka şubesinin, göstericilerin parlamentoya yürüyüş yolları üzerinde olduğu ifade edildi.

Hürriyet Gazetesi Atina temsilcisiYorgo Kırbaki olaylarla ilgili olarak, "Son yılların en kalabalık gösterisi diyebilirim. Göstericilerin faturayı çalışanlar ödemeyecek şeklinde sloganlar attığı görüldü. Turistler de bu durumda büyük zorluklar çekiyor" dedi.


HEDEF PARLAMENTO

Televizyonlarda yayınlanan görüntülere göre, protestocular, "Hırsızlar" diye bağırarak güvenlik hattını geçip parlamento binasına girmeye çalışıyor. Başta kaldırım taşları olmak üzere ellerine geçen her şeyi güvenlik güçlerine fırlatan göstericilere Yunan polisi ise göz yaşartıcı gaz ile karşılık veriyor.

Ara sokaklardan Parlamento'ya doğru yürüyen göstericilerin bazı binaları ateşe verdiği bildirildi. Ara sokaklarda polisle eylemciler arasında taşlı sopalı çatışmalar sürüyor ve ATM'ler de ateşe veriliyor.

Göstericilerin, "IMF ve AB bir asırlık sosyal gelişmeyi çalıyor" ve "Krizin bedelini zenginler ödemeli" yazılı pankartlarla hükümeti protesto ettiği bildirildi.

İHA ARACI YAKILDI

Olaylar sırasında protestocuların arasında kalan İhlas Haber Ajansı'na (İHA) ait bir araç ateşe verildi. İHA, aracın kullanılamaz hale geldiğini belirtti.

NTV'ye konuşan Atina Büyükelçimiz Hasan Göğüş, büyükelçilik binasının olayların merkezindeki parlamentoya çok uzak olmadığını söylerken, siren seslerini duyabildiklerini ifade etti.

Göğüş, ayrıca elçilik görevlilerinin sağlık durumunun iyi olduğunu ve görevlerinin başında olduğunu belirtti.

[Hürriyet]
[NTV]

30.04.2010

Enerji nereye kayboluyor?

Dünya'nın aldığı enerjiyle yaydığı enerji arasındaki denge bozuluyor. Kayıp enerjinin iklim değişimini tetikleyebileceğinden korkuluyor.

Atmosferin en üst katmanında uydu aracılığıyla yapılan gözlemler, Dünyamızın aldığı Güneş enerjisi ile uzaya yaydığı kızılaltı (infrared – IR) enerji arasındaki dengenin son 10 yıldır bozulmakta olduğunu gösteriyor. Buna, fosil enerji kaynaklarının artan kullanımı nedeniyle atmosferde yükselen karbondioksit ve öteki sera gazlarının, Dünya’ya düşen ışınımın giderek daha büyük bölümlerini hapsetmesinin neden olduğu biliniyor. Bilinmeyense, enerji girdi çıktısındaki bu dengesizliği yaratan kayıp enerjinin nereye gittiği.

Çalışmalarını Science dergisinde yayımlayan ABD Ulusal Atmosfer Araştırmaları Merkezi’nden Kevin Trenberth ve John Fasullo, bu kayıp enerjinin nereye gittiğinin net olarak belirlenmesinin önemini vurgulayarak saklanan enerjinin ileride geri dönmesinin hızlı bir iklim değişimini tetikleyebileceği uyarısında bulunuyorlar.

Son 50 yıldır iklim sistemine eklenen enerjinin yaklaşık %90’ı okyanuslar tarafından emiliyor. Geri kalanın bir kısmı deniz ve karalardaki buzları eritiyor, bir kısmı karaların yüzeylerini, çok küçük bir kısmı da atmosferi ısıtıyor.

Araştırmacılar, Dünya yüzeyindeki toplam enerji artışının metrekarede 1 watt ya da üzeri olmasına karşılık, okyanuslardaki ölçüm araçlarının deniz suyunda metrekarede ancak 0,5 watt düzeyinde bir enerji artışı gösterdiğine dikkat çekerek, bunun Dünya’nın kazandığı ısının yarısının nereye gittiğinin bilinmediği anlamına geldiğini söylüyorlar.

Okyanusların Dünya yüzeyine düşen enerjinin ne kadarını emdiği, okyanuslar içine serpiştirilmiş 3000 kadar ısıölçerden oluşan Argo Sensörler Ağı tarafından izleniyor.

Ancak, 2004 yılından 2008 yılına kadarki değerler, okyanusların ısı içeriğindeki artışın önemli ölçüde yavaşladığını ortaya koyuyor.

Gerçi kayıp enerjinin bir bölümünün, Kuzey buz denizi üzerindeki buz kütlesiyle Grönland ve Antarktika’daki buzulların hızlı kaybı sonucu deniz seviyelerindeki yükselmeye (yılda 3,2 mm) gittiği biliniyorsa da, bu kayıp enerjiyi açıklayabilecek miktarın çok altında.

Araştırmacılara göre kayıp enerjinin büyük bölümü, okyanusların izlenmeyen derinliklerinde gizleniyor olabilir. Şimdiye kadar deniz suyu sıcaklıklarıyla ilgili çalışmaların büyük kısmı Argo detektör verilerinin 700 metre derinliğe kadar olan bölümüne dayanıyor. Ancak, bir Fransız ekibinin 2000 metre derinliğe kadarki Argo verilerine dayalı olarak yürüttüğü bir çalışma kayıp enerjinin büyük bir bölümünün derinlerde depolandığının işaretlerini veriyor.

Trenberth ve Fasullo da, Science dergisinde yaptıkları uyarıda, derinlerde saklı enerjinin ileride kaçınılmaz olarak yükselerek okyanus akıntılarında değişimlere ve halen El Nino ve La Nina adı verilen yağış ve kuarklık anormalliklerinin daha şiddetli biçimlerine yol açabileceğine dikkat çekiyorlar. Daha kesin ve kapsamlı verilerin gereğine işaret eden araştırmacılar, bunun için okyanusların Argo’nun erişemediği derinliklere de sensörler yerleştirilmesi ve uydu verilerinin güvenilirlik standartlarının yükseltilmesi çağrısında bulunuyorlar.

[NTV]

26.04.2010

Kuzey Kutbu’nda "Kıyamet Tohum Deposu”

Bill Gates, Rockefeller ve GDO devleri bizim bilmediğimiz bir şeyler biliyorlar.


F. William Engdahl
İngilizceden Tercüme:Levent Kartal

Microsoft’un kurucusu Bill Gates’i suçlayamayacağımız tek şey tembelliktir. Daha 14 yaşındayken program yapıyordu ve Harvard’da 20 yaşında öğrenciyken Microsoft’u kurdu.
1995’te Forbes dergisi onu hırsı nedeniyle kişisel bilgisayarlar için yazılımda tekele dönüşen Microsoft’ta en fazla paya sahip olan dünyanın en zengin adamı ilan etti
2006’da onun durumunda birçok insan Pasifik’te bir adada hayatın tadını çıkarmayı düşünürdüyse de Bill Gates enerjisini Bill ve Melinda Gates Vakfına adamaya karar verdi.Vakıf 34.6 milyar dolar bütçesi olup vergiden muhaf olma konumunu koruyabilmek için senede 1.5 Milyar dolar bağış yapmak zorunda olan dünyanın en büyük özel vakfıdır.
Gates’in arkadaşı ve iş ortağı olan Warren Buffet 2006’da Gates Vakfını 30 Milyar dolarlık hisseyle her yıl Birleşmiş Milletler Sağlık teşkilatının yıllık bütçesinden daha fazla para harcayan Buffet Berkshire Hathaway’a dahil etti.
Bill Gates eğer Gates Vakfı aracılığıyla bir projeye 30 milyon dolar harcıyorsa bu proje incelenmeye değerdir.
Şu anda dünyadaki hiçbir proje dünyanın en ücra köşesindeki Svalbarda’ki bu kuşku verici proje kadar ilginç olamaz. Bill Gates Kuzey Kutbuna 1.100 km uzaklıkta bulunan, Kuzey Kutbu Okyanusu yakınlarındaki Barents Denizi’nde yer alan Svalbard tohum bankasına milyonlar yatırıyor.
Svalbard Norveç’in hak iddia ettiği ve 1925’te uluslar arası sözleşmeyle aldığı çorak bir kaya parçasıdır. (bknz Harita)

Tanrı’nın unuttuğu bu adada bugün “kıyamet tohum bankası” olarak bilinen tohum bankasına Bill Gates on milyonlarca doları Rockefeller Vakfı, Monsanto, Syngenta Vakfı ve Norveç Hükümeti ve diğerleri ile birlikte yatırıyor. Svalbard takım adasının bir parçası olan Norveç Spitsbergen adasındaki projenin resmi adı Svalbard Küresel Tohum Deposudur.

Kıyamet Tohum DeposuTohum bankası Spitsbergen adasında bulunan küçük bir kasaba olan Longyearbyen yakınlarındaki bir dağda kurulmaktadır. Verdikleri bilgiye göre banka çalışmaya hazırdır. Banka patlamaya dayanıklı çift kapılı harekete duyarlı algılayıcıları olan, hava geçirmez ve bir metre kalınlığında çelik destekli beton duvarlarla sahiptir. Norveç hükümetine göre banka tüm dünyadan üç milyon farklı tohum çeşidini barındıracak ve böylece çeşitlilik gelecek için korunacak. Tohumlar nemden korunmak için özel olarak ambalajlanacak. Depoda çalışan tam zamanlı personel olmayacak ancak depoya erişimin çok zor olması herhangi bir insan faaliyetinin gözlemlenmesini kolaylaştıracak.

Bir şey mi kaçırdık acaba? Yaptıkları basın açıklamasına göre amaç tohum çeşitliliğini gelecek için korumak. Depo’nun sponsoru olanlar tüm dünyadaki tohum bankalarında zaten korunan tohumların varlığını küresel olarak tehlikeye sokan acaba ne gibi bir tehlikeyi öngörüyorlar?

Ne zaman Bill Gates, Rockefeller Vakfı, Monsanto ve Syngenta ortak bir projede bir araya gelse Spitsbergen kayalarını biraz daha derinden deşmeye değer. Bunu yaparsak çok hayret verici sonuçlara ulaşırız. .
İlk önemli nokta tohum deposunun sponsorlarının kimler olduğu. Burada Norveçlilere Bill&Melinda Gates Vakfı; dünyanın en büyük patentli genetiği değiştirilmiş tohum ve ilgili tarım kimyasallarının sahibi ABD tarım devleri Du Pont/Pioneer Hi-Bred; Syngenta Vakfı aracılığıyla İsviçre menşeyli büyük GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta; “1970’den bu yana 100 milyon dolarla gen devrimini başlatan” özel bir grup olan Rockefeller Vakfı; tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı desteklemek için oluşturulan Rockefeller Vakfına bağlı CGIAR küresel şebekesi.

CGIAR ve “Proje”
Yıkımın Tohumları kitabımda ayrıntılarıyla anlattığım gibi Rockefeller Vakfı, John D. Rockefeller III’ün Tarım Gelişim Konseyi ve Ford Vakfı, Filipinler Los Banos’da Uluslar arası Pirinç Araştırma Merkezini (IRRI) kurmak için güç birliği yaptılar.(1) 1971’de Rockefeller Vakfı’nın IRRI’sı, Meksika’daki Uluslar arası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi ile diğer iki Rockefeller ve Ford Vakfı ürünü uluslar arası araştırma merkezi olan tropik tarım için Nijerya’da IITA ve pirinç için Filipinler’de IRRI, Uluslarası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Gurubu olan CGIAR’ı oluşturmak için birleştirildi.

CGIAR Rockefeller Vakfı’nın Bellagio, İtalya’daki konferans merkezinde düzenlenen bir dizi konferanslarda oluşturuldu. Bellagio’daki konuşmalardaki önemli konuşmacılar Rockefeller Vakfı’ndan George Harar, Ford Vakfı’ndan Forrest Hill, Dünya Bankası’ndan Robert McNamara ile Rockefeller ailesinin uluslar arası çevre örgütçüsü 1972’de Stokholm’de BM Dünya Zirvesi’ni bir Rockefeller temsilcisi olarak düzenleyen Maurice Strong. Bu zirve vakfın onlarca yıldır süren planının, bilimi, öjeniğin (üstün ırk yaratma) hizmetine sunma hedefinin bir parçasıydı. Öjenik aslında üstün ırk yaratma düşüncesinin daha üstü kapaklı olan yeni bir formudur ve ‘Proje’ olarak anılır.

En fazla etkiyi sağlayabilmesi için CGIAR, BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programını ve Dünya Bankasını da işin içine dahil etti. Böylelikle ilk kurduğu vakıfların planlaması aracılığıyla Rockefeller Vakfı 1970’lerden itibaren küresel tarım politikalarını şekillendirebilecek konuma geldi. Ve başardı.
Rockefeller ve Ford Vakfı’nın büyük araştırma burslarıyla finanse edilen CGIAR, Üçüncü Dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin modern tarım ürünü kavramlarında uzmanlaşmaları ve ülkelerine bunu geri götürmeleri ile yakından ilgilendi . Bu süreçte bu ülkelerde ABD tarım şirketlerinin desteklenmesi, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde GDO’lu ‘Gen Devriminin’, bilim ve serbest tarım piyasasının teşviki için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular.

Genetik olarak üstün ırk mühendisliği mi?
İşte burada Svalbard Tohum Bankası ilginçleşiyor. Hatta daha da önemli. ‘Proje’ Rockefeller Vakfı’nın ve zengin finans kurumlarının 1920’lerden beri genetik olarak Üstün Irk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik (daha sonradan genetik mühendisliği denen) projesidir. Hitler ve Naziler buna Ari Üstün Irk demişlerdi.
Hitler’in öjeniği, bugün yeryüzündeki tüm tohum çeşitlerinin örneklerini saklamak için kıyamet deposu kuran aynı Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. İşte şimdi durum daha da ilginçleşiyor. Aynı Rockefeller Vakfı insan hayatını ‘gen dizilimlerine’ indirgemeye çalışan sözde moleküler biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan özelliklerini dilenilen şekilde değiştirmeyi ümit ediyorlardı. Savaştan sonra sessizce ABD’ye biyolojik öjenik çalışmalarını devam ettirmeleri için getirilen Hitler’in öjenikçi bilim adamları çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusunda temel adımları attılar ki bu bilim adamları Nazi Almanyası’na kadar açık bir şekilde Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti.(2)

Aynı Rockefeller Vakfı 1946’da Nelson Rockfeller ile Pioneer Tohum Şirketi kurucusu Henry Wallace’ın Meksika’ya yaptıkları bir geziden sonra sadece adı yeşil olan Yeşil Devrimi de başlatmıştı.

Yeşil Devrim Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Rockefeller Vakfı agronomisti Norman Borlaug bu nedenle bir Nobel Ödülü aldı. Henry Kissinger’ın da 1973’de Nobel Barış ödülünü aldığını düşündüğümüz de bunun çok ta övünülecek bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Yıllar sonra, Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri küresel ölçekte bir tarım işi geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi. Henry Kissinger’in 1970’de söylediği gibi ‘Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz.”

Tarım işi ve Rockefeller’in Yeşil Devrimi kol kola ilerledi. Her ikisi de Rockefeller Vakfı’nın bitki ve hayvanların genetik mühendisliği yoluyla geliştirilmesini de içeren büyük planının parçasıydılar.
John H. Davis 1950’lerin başlarında Başkan Dwight Eisenhower yönetiminde Tarım Bakanı yardımcısıydı. 1955’de Washington’dan ayrıldı ve o zamanlar tarım uzmanları için önemli bir yer olan Harvard İşletme Okuluna girdi. Belirgin bir stratejisi vardı. Davis 1956’da Harvard İş dergisinde yazdığı makalede “çiftlik sorununu sonsuza değin çözmenin ve işlevsiz hükümet programlarını engellemenin tek yolu tarımı şirketlere devretmektir” dedi. Çok az kişi ne düşündüğüne dair ipuçlarına sahip idiyse de o ne istediğini çok iyi biliyordu. Gıda zincirini geleneksel aile çiftçiliğinden alıp küresel şirketlerin eline teslim ederek tarıma darbe yapmaktı amacı.(3)

Rockefeller Vakfı ve ABD tarım şirketlerini heyecanlarından şey Yeşil Devrim’in gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyor olmasıydı. Hibrid tohumların en can alıcı özelliği üreme kapasitelerinin olmayışıydı. Hibrid tohumlar üreyemiyordu. Tohumları ebeveynlerininkine benzer ürünler veren ve açıktan polenlenen türlerin aksine hibrid bitki tohumlarından elde edilen hasatın verimi ilk jenerasyona göre çok düşüktü.
Hibridlerde bu azalan hasat verimi özelliği, yüksek miktarda hasat alabilmek için çiftçilerin her sene tohum almasını gerektiriyordu. Dahası, ikinci jenerasyondan alınan hasattaki verim düşüklüğü tohum ticaretinin tohum şirketleri dışında yapılmasını ve tohumların paylaşılmasını engelliyordu. Büyük küresel tohum şirketleri ebeveyn tohumlukların dışarıya sızmasına engel olabilirse hiçbir çiftçi ya da rakip, hibridleri yetiştiremeyecekti.
Hibrid tohum patentlerinin DuPont’un Pioneer Hi-Bred ve Monsanto’nun Dekalb’ının başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı.(4)

Aslında modern Amerikan tarım teknolojisi, kimyasal gübreler ve ticari hibrid tohumlar yerel ve özellikle de orta ölçekli ve daha kurumlaşmış olan tarım ve petro kimya şirketlerine -başta ABD’dekiler olmak üzere- çiftçileri bağımlı hale getiriyordu. Bu on yıllardır dikkatlice planlanan bir sürecin ilk adımıydı.
Yeşil Devrim adı altında Tarım Şirketleri ABD’li ihracatçıların sınırlı giriş yapabildikleri ulusal pazarlara giriyorlardı. Bu eğilim daha sonradan “pazar merkezli tarım” olarak tanımlandı. Aslında bunun gerçek adı ‘tarım şirketlerinin kontrolünde tarım’ idi.

Yeşil Devrim aracılığıyla Rockefeller Vakfı ve daha sonra Ford Vakfı, ABD Uluslar arası Gelişim Ajansı ve CIA’nın dış siyaset hedeflerini şekillendirmek ve desteklemek için kol kola çalıştılar.
Yeşil devrimin en büyük etkilerinden birisi iş aramak için şehirlere göç eden köylünün kırsaldan göç etmesi ve kırsalı boşaltması idi. Bu bir tesadüf değildi. ABD’li küresel şirketlerin ucuz işçi havuzları yaratmak için yaptığı planın, ya da son yıllardaki adıyla ‘küreselleşmenin’ bir parçasıydı bu.

Yeşil Devrim’in kendi kendine yaptığı suni teşvik sona erdiğinde ortaya çıkan sonuçlar söz verilenden oldukça farklıydı. Yeni kimyasal ilaçların gelişigüzel kullanımıyla birlikte ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getiren problemler baş gösterdi. Yeni hibrid tohumların mono kültür yetiştirilmesi toprağın ve hasatın verimini düşürdü. Halbuki ilk sonuçlar çok etkileyici idi: Örneğin Meksika’da önce mısır sonra buğdayda iki ya da üç hasat birden alınmıştı. Bu durum kısa süre sonra değişti.

Yeşil Devrim’e genellikle büyük sulama projeleri eşlik ediyordu ki bu genellikle devasa barajların yapılması için Dünya Bankası fonlarını içeriyor, yerleşim birimleri ve büyük verimli tarım alanları sular altında kalıyordu. Ayrıca ‘süper buğday’ dekar başına ihtiyaç duyduğu büyük oranda gübre miktarıyla toprağı nitrat ve petrole boğuyordu. Bu gübrelerse hepsi kardeş olan Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü.
Yüksek miktarlarda kullanılan ot ve böcek ilaçları petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu. Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankası’ndan kredi notu alarak, ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.

Birçok gelişmekte olan ülkede uygulanan bu krediler daha çok büyük toprak sahiplerine gitti. Küçük çiftçilerde durum farklı işliyordu. Küçük ölçekli çiftçi ilaç ve gübre alamadığı için borçlanmak zorunda kalıyordu.
Başlangıçta çeşitli hükümetler çiftçiye tohum ve gübre alabilmesi için kredi sağlamaya çalıştı. Bu programa katılamayan çiftçiler tefecilerden borç aldı. Ancak resmi olmayan yüksek faiz oranları nedeniyle birçok küçük ölçekli çiftçi ilk baştaki yüksek hasat veriminden bile bir fayda sağlayamadı. Hasattan sonra ürünlerinin tamamını borç ve faizi geri ödemek için satmak zorunda kaldılar. Para tüccarlarına ve tefecilere bağımlı hale geldiler ve genellikle topraklarını kaybettiler. Hükümetin verdiği düşük faizli krediler bile bu durumu düzeltemedi ve çiftçi kendini bile doyuramaz hale geldi.(5)

On yıllardan beridir Yeşil Devirimi destekleyen, içinde Rockefeller Vakfı’nın da bulunduğu çıkar çevreleri, Rockefeller Vakfı’nın başkanı Gordon Conway’in birkaç yıl önce belirttiği ‘Gen Devrimi’ni, yani GDO patentli tohumların da dahil olduğu endüstriyel tarım girdilerinin yayılmasını, teşvik etmek için çalıştılar.

Gates, Rockefeller ve Afrika’da Yeşil Devrim
1950’lerde Rockefeller Vakfı’nın Yeşil Devrimi akılda tutulmak kaydıyla, aynı Rockefeller Vakfı ile Gates Vakfı’nın şu anda milyonlarca doları olası bir kıyamet senaryosuna karşı tüm tohumları saklamak için harcıyor olması oldukça şüphe uyandırıyor. Aynı kişiler Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlarca dolar yatırıyorlar.
AGRA denilen bu proje Yeşil Devirim’i başlatan aynı Rockefeller Vakfı projesidir. AGRA yönetim kurulunda kimlerin olduğuna bakmak bunu teyit etmeye yeterlidir.

BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan da bu kuruldadır. 2007’de Güney Afrika Cape Town’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumunda yaptığı kabul konuşmasında şunları söylemiştir: “Rockefeller Vakfı, Bill&Melinda Gates Vakfı ve Afrika kampanyamızı destekleyen diğer herkesin bu davetini şükranla kabul ediyorum”
AGRA Yönetim kurulunda Rockefeller Vakfı temsilcilerinden Güney Afrikalı Strive Masiyiwa da bulunmaktadır. Bill & Melinda Gates vakfından Sylvia M. Mathews; Dünya Bankası Yönetim Kurulu eski (2002-2006) Başkanı Mamphela Ramphele; Gates Vakfı’ndan Rajiv J. Shah; Rockefeller Vakfı’ndan Nadya K. Shmavonian; Gates Vakfı’ndan Roy Steiner; AGRA, ek bir kurul olarak Rockefeller Vakfı İdari Yöneticisi Gary Toenniessen ile Rockefeller Vakfı Başkan Yardımcısı Akinwumi Adesina’yı da içermektedir.

Listeyi tamamlamak için AGRA programlarına şu isimleri ekleyebiliriz: Rockefeller Vakfı’ndan İdari Yönetici Peter Matlon; Afrika tohum sistemleri başkanı ve Rockefeller Vakfı Yönetici Yardımcısı Joseph De Vries. Öyle görülüyor ki daha önce Hindistan ve Meksika’da başarısızlığa uğrayan Yeşil Devrim’de olduğu gibi Afrika’daki Yeşil Devrim de Rockefeller Vakfı’nın öncelikleri arasında yer almaktadır.

Bugün dikkat çekmeseler de Monsanto ve diğer GDO şirketleri Kofi Annan’ı, patentli GDO tohumları maskelemek için kullanılan aldatıcı biyo-teknoloji kelimesiyle, bu tohumları Afrika’ya yaymak için kullanmaktadırlar. Bugün Güney Afrika, GDO tohumların yasal olarak ekilmesine izin veren tek Afrika ülkesidir. 2003’de Burkina Faso, GMO mahkemeleri kurulmasına onay verdi. 2005’te Kofi Annan’nın ülkesi Ghana, biyogüvenlik yasasını yürürlüğe soktu ve anahtar konumdaki yetkililer GDO ürünlerin araştırılması gerektiğine dair niyetlerini dile getirdiler.

Afrika, GDO’nun dünya çapında yayılması için ABD hükümetinin açtığı kampanyanın yeni hedefidir. Verimli toprakları Afrika’yı ideal bir aday yapmaktadır. Afrika tarım sistemine GDO’lu tohumların yayılması amacıyla birçok genetik mühendisliği ve biyogüvenlik projesi başlatılmıştır ve bu nedenle birçok Afrika hükümeti GDO destekçilerinden kötü şeyler beklemektedirler ki bu şaşırtıcı bir durum değil. Bunların arasında ABD hükümetinin Afrika’lı bilim adamlarını genetik mühendisliğinde eğitmek üzere verdiği burslar, ABD Uluslar arası Gelişim Kurumunun (USAID) ve Dünya Bankası’nın desteklediği biyogüvenlik projeleri; Afrika’daki yerli hasatları kapsayan GDO araştırmaları yer almaktadır.
Rockefeller Vakfı yıllardır Afrika tarlalarına GDO’ları sokabilecek projeleri teşvik etmiş ama büyük oranda başarısız olmuştur. Güney Afrika’daki Mikhathini ovasında GDO pamuğun uygulanmasını teşvik eden araştırmaları desteklemişlerdir.

Güney Afrika tohum endüstrisinde, hem GDO hem de hibrid tohumda güçlü olan Monsanto, “Umudun Tohumları” Kampanyası olarak bilinen ve küçük çiftçileri kapsayan, bir program başlatmıştır. Bu program küçük ölçekli fakir çiftçilere bir Yeşil Devrim paketi sunmakta ve tabi ki bunu Monsanto’nun patentli tohumlarıyla yapmaktadır.(6)
GDO Kıyameti’nin Dört Atlısı’ndan biri olan İsviçreli Syngenta AG, böceklere karşı dirençli GDO mısır geliştirmek için Nairobi’de yeni bir sera yapımına milyonlarca dolar aktarmaktadır. Syngenta CGIAR’ın da bir üyesidir.(7)

Svalbard’a Geçiş
Şimdi bu ne demek oluyor? Gates ve Rockefeller Vakfı’nı Afrika’da patentli ve terminatör patentli tohumların yayılmasını desteklemeye iten nedir? Dünyanın her yerinde monokültür endüstriyel tarım başladığından beri tohum çeşitleri yok olmaktadır. Bu gruplar aynı zamanda varolan tüm tohum çeşitlerini Kuzey Kutbu yakınlarındaki bombaya dayanıklı bir kıyamet deposunda saklamak için milyonlarca dolar harcamaktadırlar. Bunu tohum çeşitliliğini koruyup gelecekte tekrar yayılması için yaptıklarını iddia etmektedirler.
Rockefeller ve Gates Vakıfları’nın Afrika’da GDO’lu Yeşil Devrim’i teşvik etmek için güçbirliği yapıp, aynı zamanda da gizlice Svalbard’daki kıyamet tohum deposunu finanse etmeleri bir tesadüf değildir herhalde? Svalbard projesi ile birlikte GDO’lu tarım devlerinin ağızları kulaklarına varmış olmalı.
Aslında Svalbard girişimi Michael Crichton’un çok satan bilim kurgu romanı Andromeda Strain’i anımsatmaktadır. Bu romanda dünya dışından gelen ölümcül bir hastalık kanın ani şekilde pıhtılaşmasına neden olmakta ve tüm insanlığı tehdit etmektedir. Svalbard’da geleceğin en iyi korunan tohum bankası, GDO Yeşil Devrim Muhafızları tarafından korunacak; yani Rockefeller ve Gates Vakfı, Syngenta, DuPont ve CGIAR tarafından.
Svalbard projesi Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü denilen bir şebeke tarafından işletilecek (GCDT). Onlar kim ki yeryüzünün tüm tohum çeşitliliğini saklayacak bir banka kuruyorlar? GCDT Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve CGIAR’ın yan kuruluşu olan Biyoçeşitlilik Enternasyonal (daha önceleri Uluslar arası Bitki genetik Araştırma Enstitüsüydü) tarafından kuruldu.

GCDT’nın merkezi Roma’dadır. Yönetim kurulu başkanı Kanadalı Margaret Catley-Carlson aynı zamanda dünyanın en büyük özel su şirketlerinden bir olan Group Suez Lyonnaise des Eaux’nün danışman kurulundadır. Catley-Carlson aynı zamanda 1998’e kadar John D. Rockefeller’ın nüfuz azaltımı örgütü olan ve New York’ta bulunan Nüfus Konseyi’nin de başkanıdır. Bu örgüt 1952’de Rockefeller tarafından Güney Yarıküre ülkelerinde ‘aile planlaması’, doğum kontrol yöntemleri ve kısırlaştırmayı teşvik maskesi altında öjenik (üstün ırk) programını geliştirmek için kurulmuştur.

Diğer GCDT üyeleri arasında Bank of Amerika eski yöneticisi ve halen Holywood Dream Works animasyon şirketinin başkanı Lewis Coleman bulunmakadır. Coleman aynı zamanda Pentagon’un en büyük savaş endüstrisi taşeronlarından Northrup Grumman Şirketinin yönetim kurulu üyelerindendir.
Jorio Dauster Brezilya Ekodizel’in başakanıdır. Berzilya’nın Avrupa Birliği eski büyükelçisidir ve Brezilya Maliye Bakanlığı’nın dış borçlar ara bulucusudur. Dauster aynı zamanda Brezilya Kahve Enstitüsü başkanlığı ile Brezilya patent sistemlerinin modernleştirilmesi projesinin yöneticiliğini de yapmıştır ki bu proje yakın zamana kadar Berzilya kanunlarına göre yasak olan genetiği değiştirilmiş tohumların patentlerinin yasallaştırılmasını da içermektedir. Cary Fowler örgütün idari amiridir. Fowler Norveç yaşam Bilimleri Enstitüsünde Uluslar arası Çevre ve Gelişim Araştırmaları Bölümü’nde eğitmen ve araştırma yöneticisidir. Ayrıca Bioçeşitlilik Enternasyonal’in de baş danışmanıdır. CGIAR’a Uluslar arası Bitki Genetik Kaynakları Sözleşmesi görüşmelerinde Geleceğin Hasatları Merkezlerini tanıtmıştır. 1990’larda FAO’da Uluslar arası Bitki genetik Kaynakları Programına başkanlık yapmıştır. 1996’da 150 ülkenin kabul ettiği FAO’nun Bitki Genetik Kaynakları için Küresel Hareket Planı görüşmelerini hazırlamış ve danışmanlığını yapmıştır. ABD Ulusal Bitki Genetik Kaynakları Kurulunun ve bir diğer Rockefeller Vakfı ve CGIAR projesi olan Meksika’daki Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi’i mütevelli heyetinin eski üyesidir.

GCDT yönetim kurulu üyesi Hindistan’dan Dr. Mangala Rai Hindistan Tarımsal Araştırma ve Eğitim Kurumu Sekreteri (DARE) ve Hindistan tarımsal araştırma konseyi (ICAR) başkanıdır. Ayrıca dünyanın ilk büyük GDO deneyi olan oldukça fazla şişirilen ve hüsranla sonuçlanan GDO “Altın Pirinç” türünü teşvik eden Rockefeller Vakfı Uluslar arası Pirinç Araştırma Enstitüsü’nün de (IRRI) Yönetim Kurulu üyesidir. Rai Uluslar arası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi’nin (CIMMYT) Yönetim Kurulu üyeliğini yapmıştır ve CGIAR’ın İdari Kurul Üyesidir.
Küresel Hasat Çeşitliliği Vakfı bağışçıları ya da ‘finans melekleri’ ise ünlü Kazabalanka filminde Humprey Bogart’ın dediği gibi tüm ‘tanıdık şüphelileri’ içermektedir. Rockefeller ve Gates Vakfı’nın yanı sıra GDO devleri DuPont-Pioneer Hi-Bred, Bazel İsviçre’den Syngenta, CGIAR ve GDO’ları büyük bir şevkle destekleyen ABD gelişim ajansı USAID, bağışçılar ya da ‘finans melekleri’ arasındadır. Öyle görülüyor ki GDO ve Nüfuz Azatlımı çakalları insanlığın tavuk kümesini, Svalbard’daki küresel tohum deposunu, beklemektedir. (8)

Neden şimdi Svalbard?
Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın DuPont ve Syngenta gibi genetik mühendisliği tarım endüstrisi devleri ve CGIAR ile birlikte neden Kuzey Kutbunda Kıyamet Tohum Bankası kurduklarını haklı olarak sorabiliriz.
Böyle bir depoyu kim kullanacak? Bitki üreticileri ve araştırmacılar gen bankalarının birincil kullanıcılarıdırlar. Günümüzün en büyük bitki üreticileri küresel bitki patentiçisi GDO devleri Monsanto, DuPont, Syngenta ve Dow Kimyasallar’dır. 2007’nin başlarından beri Monsanto ABD Hükümeti ile birlikte Terminator ya da ‘Genetik Kullanımı Kısıtlama Teknolojisi’nin (GURT) patentini elinde bulundurmaktadır. Terminator ilk hasattan sonra patentli ticari tohumun ‘intihar etmesine’ neden olan uğursuz bir teknolojidir. Bu teknolojiyle özel tohum şirketleri mutlak kontrolü ellerinde bulundururular. Gıda zinciri üzerinde böylesi bir kontrol ve güç daha önce insanlık tarihinde görülmemiş bir şeydir.

Bu sinsi genetik mühendisliği ürünü özellik çiftçilerin her sene tekrar tekrar pirinç, soya, mısır, buğday (ya da toplumlarını beslemeleri için neye ihtiyaçları varsa) için Monsanto ya da diğer GDO tohum dağıtımcılarına gitmelerine neden olur. Eğer bu tüm dünyada yaygınlaşırsa belki on yıl içinde dünya çftçilerinin çoğu Monsanto, DuPont ya da Dow Kimyasallar gibi üç beş büyük tohum şirketinin kölesi haline gelecektir.
Bu durum, tohum şirketlerinin, ev sahibi hükümet Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme olasılığı için de kapıyı aralayacaktır. Bunun olamayacağını söyleyenlere son küresel olaylara bakmalarını tavsiye ederim. Gücün üç dört ABD menşeyli tarım devinde toplanması tüm GDOlu tohumların dağıtımını durudurmalarına olanak tanımaktadır
Bu şirketler -Monsanto, DuPont, Dow Chemical- insanlığa yaptıkları hizmetler açısından oldukça ‘temiz’ bir sicile sahiptirler. Dioksin, PCB, Agent Orange (Vietnam saldırısında kullanılan bir zehir) gibi buluşları geliştirmiş ve teşvik etmişlerdir. Toksik kimyasalların kanserojen ve sağlığa diğer olumsuz etkilerinin bariz delillerini örtbas etmişlerdir. Dünyanın en çok kullanılan ot ilacı olan glifosatın içme suyuna karıştığında zehirli olduğuna dair ciddi bilimsel raporları hasır altı etmişlerdir. Glifosat Monsanto’nun Roundup ot ilacındaki ana maddedir ve Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş tohumlarının çoğu ile birlikte alınmak zorundadır.(9) Danimarka ülkenin yer altı sularını zehirlediği kanıtlanınca glifosatı 2003’de yasakladı.(10)

Tohum gen bankalarında depolanan çeşitlilik, bitki üretimi ve temel biyolojik araştırmalar için ham maddeyi oluşturur. Bu amaçlar için yüz binlerce örnek her yıl dağıtılır. BM’nin Gıda ve Tarım Teşkilatı’na (FAO) göre tüm dünyada 1400 tohum bankası bulunmaktadır ve bunların en büyüğü ABD hükümetine aittir. Diğer büyük tohum bankaları büyükten küçüğe doğru: Çin, Rusya, Japonya, Hindistan, Güney Kore, Almanya ve Kanada’da bulunmaktadır. Ek olarak CGIAR tüm dünyada seçtiği ülkelerde tohum bankaları zincirleri işletmektedir.
1972’de Rockefeller ve Ford Vakfı tarafından Yeşil Devrim tarım modelini yaymak için kurulan CGIAR, Filipinlerden, Suriye’ye ve Kenya’ya kadar özel tohum bankalarını kontrol etmektedirler. Tüm bu tohum bankaları 6.5 milyondan fazla tohum çeşidi bulundurmaktadır ve bunların 2 milyonu ‘endemiktir’. Svalbard Kıyamet Tohum Deposu 4.5 milyon farklı tohum çeşidi barındıracaktır

GDO’lar bir biyolojik Harp Silahı mı?
Şimdi Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın Svalbard projesindeki suistimal olasılığının en önemli tehlikesine bir göz atalım. Pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak kullanılabilir mi?
Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920’den beri biricik amacı ‘negatif öjenik’tir. ‘Negatif Öjenik’ istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonal’in kurucusu ve koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesi dostu Margaret Sanger 1939’da harlemde “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfüsü ortadan kaldırmak istiyoruz” (11)

Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, yendiği takdirde erkeklerde spermi kısırlaştıran bir mısırı genetik mühendisliği marifetiyle geliştirdiklerin açıkladı. O zamanlarda Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojisini yaymak için ortaklık kurmuştu. Epicyte o zamandan beridir Kuzey Karolayna’lı (North Carolina) bir biyoteknoloji şirketi tarafından yönetiliyor. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığından (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Aynı USDA tüm dünyanın karşı çıkmasına rağmen şu anda Monsanto’nu elinde bulundurduğu Terminatör Teknolojisi’ninin geliştirilmesini finanse etmeye devam etmişti.

1990’larda BM’nin Dünya Sağlık Örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinlerde 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının aşılanması için bir kampanya başlattı. Aşının paslı çiviye basma gibi nedenlerle bulaşabilen tetanoza karşı yapılacağı iddia edildi. Paslı çiviye basma ihtimali erkeklerde de olmasına rağmen aşı erkeklere ya da erkek çocuklara yapılmadı.

Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları gösterdi ki Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin ya da hCG içerdiği ortaya çıktı. Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla ile birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antibodileri üretiyordu. Aşı yapılan hiçbir kadına bundan bahsedilmemişti.
Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller’ın Nüfus Konseyi, Dünya Bankası (CGIAR’a ev sahipliği yapar) ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcılı bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972’de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposunu ev sahibi Norveç hükümeti, kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon $ bağış yapmıştı.(12)

Norveç’ten Rockefeller Vakfı’na ve Dünya Bankası’na kadar tüm bu şebekelerin Svalbard’daki tohum bankasıyla da ilgili olması bir tesadüf mü? ABD Kongresi’nin 1989’da kabul ettiği Anti-Terör yasasını hazırlayan Prof. Francis Boyle’a göre Pentagon biyolojik savaş yapmaya ve kazanmaya hız vermiştir. Boyle’a göre bu Bush’un 2002’de halkın bilgisi ve onayı olmadan yürürlüğe sokulan iki ulusal strateji hükmünün parçasıdır. Yalnızca 2001-2004’te ABD Federal Hükümeti sivil biyolojik savaş için 14.5 milyar dolar harcamıştır ki bu çok yüksek bir rakamdır.
Rutgers Üniversitesi biyologlarından Richard Ebright’a göre bugün ABD’de 300 bilimsel kurum ve 12.000 kişi biyolojik saldırı için kullanılabilecek patojenlere ulaşabilecek konumdadır. Biyolojik saldırı gücü olan salgın hastalıkların araştırılması için ABD Hükümeti 497 adet Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) araştırma bursu vermektedir. Elbette bunlar olası bir terör saldırısına karşı savunma maskesi altında meşrulaştırılmaktadır. .
ABD Hükümetinin biyolojik saldırı için harcadığı dolarların çoğu genetik mühendisliğine gitmektedir. MIT (Masaçusets Teknoloji Enstitüsü) biyoloji profesörü Jonathan King biyolojik saldırı programlarının sayısındaki artışın nüfus için artan önemde bir tehlike teşkil ettiğini ifade etmektedir. King şunları ekliyor: “Bu programlar hemen her zaman savunma amaçlı olarak nitelendirilse de savunma ve saldırı programları aslında tamamen aynı şeylerdir”.(13)
Allah Korusun, ama Svalbvard’daki Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’na ait Kıyamet Tohum Bankası’nın, bu sefer Dünya Gezegeni’ni yok edecek olan bir diğer ‘Çözüm’ün parçası olup olmadığını zaman gösterecek.
F. William Engdahl, Küresel Araştırmadan çıkan ”Yıkımın Tohumları, Genetik Mühendisliğinin Gizli Ajandası” (Seeds of Destruction, the Hidden Agenda of Genetic Manipulatio) yazarıdır. Kendisi aynı zamanda Pluto Press’ten çıkan ”Savaş Yüzyılı: Anglo Amerikan Petrol Siyaseti ve Yeni Dünya Düzeni” Kitabının da yazarıdır.
E-mail ile iletişim için:info@engdahl.oilgeopolitics.net
. William Engdahl Küreselleşmeyi Araştırma Merkezi’nin (CRG) Araştırma Üyesidir.
Yazılarına şu adreslerden ulaşılabilir: www.engdahl.oilgeopolitics.net
ve http://www.globalresearch.ca/index.php?context=listByAuthor&authorFirst=F.%20William&authorName=Engdahl
DİPNOTLAR1 F. William Engdahl,Seeds of Destruction, Montreal, (Global Research, 2007).
2 Ibid, pp.72-90.
3 John H. Davis, Harvard Business Review, 1956, cited in Geoffrey Lawrence, Agribusiness, Capitalism and the Countryside, Pluto Press, Sydney, 1987. See also Harvard Business School, The Evolution of an Industry and a Seminar: Agribusiness Seminar, http://www.exed.hbs.edu/programs/agb/seminar.html.
4 Engdahl, op cit., p. 130.
5 Ibid. P. 123-30.
6 Myriam Mayet, The New Green Revolution in Africa: Trojan Horse for GMOs?, May, 2007, African Centre for Biosafety, http://www.biosafetyafrica.net/.
7 ETC Group, Green Revolution 2.0 for Africa?, Communique Issue #94, March/April 2007.
8 Global Crop Diversity Trust website, in http://www.croptrust.org/main/donors.php.
9 Engdahl, op. cit., pp.227-236.
10 Anders Legarth Smith, Denmark Bans Glyphosates, the Active Ingredient in Roundup, Politiken, September 15, 2003, in organic.com.au/news/2003.09.15.
11 Tanya L. Green, The Negro Project: Margaret Sanger’s Genocide Project for Black American’s, in www.blackgenocide.org/negro.html.
12 Engdahl, op. cit., pp. 273-275; J.A. Miller, Are New Vaccines Laced With Birth-Control Drugs?, HLI Reports, Human Life International, Gaithersburg, Maryland; June/July 1995, Volume 13, Number 8.
13 Sherwood Ross, Bush Developing Illegal Bioterror Weapons for Offensive Use,’ December 20, 2006, in http://www.truthout.org/.

F. William Engdahl Yeni Dünya Düzeni hakkında önde gelen analizcilerdendir. Petrol ve jeopolitika üzerine çok satan ‘Savaş Yüzyılı: Anglo-Amerikan Politikaları ve Yeni Dünya Düzeni’ kitabının yazarıdır. Eserleri ondan fazla dile tercüme edilmiştir.
Engdahl'ın Yıkımın Tohumları kitabı Hakkında Okuyucu Görüşleri
Engdahl’ın dünya hakkında çizdiği resim oldukça gerçekçidir. Her ne kadar medeniyetimiz insani idealler üzerine kurulmuş olsa da bu yeni “serbest piyasa” çağında, her şey –bilim, ticaret, tarım ve hatta tohumlar bile- birkaç küresel şirket baronunun ve onların siyasi izdeşlerinin elinde birer silaha dönüşmüştür. Dünya Egemenliğini elde etmek için artık süngülü askerlere ihtiyaç duymamaktadırlar.Tek ihtiyaç duydukları şey gıdanın kontrolüdür. (Dr. Arpad Pusztai, İskoçya Rowett Araştırma Enstitüsü eski üyesi, biyokimyager)
Sosyo-politik ajandayı –biyoteknoloji şirketlerinin neden GDO’lu tohumları Dünaya’ya yaymakta ısrar ettiklerini- öğrenmek istiyorsanız bu kitabı okumalısınız. Bu şirketlerin tüm insanlığı nasıl kontrol etmek istediklerini ve neden buna direnmemiz gerektiğini öğreneceksiniz. (Marijan Jost, Genetik Profesörü, Krizevci, Hırvatistan)
Kitap sanki devasa boyutlardaki bir soykırımın romanı ve Anglo-Amerikan tarım şirketlerinin her tür yaşam hakkımızı elimizden almak için Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (GDO’ları) kullanmaktan kaçınmadıklarını gösteriyor.. (Anton Moser, Biyoteknoloji Preofesörü, Graz, Avusturya).

Kaynak : http://gdoceviri.blogspot.com/2009_03_01_archive.html
Orijinal Metin : http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=7529

20.04.2010

İngiltere'ye Yeni Kül Bulutu Geliyor

AB, İzlanda'daki yanardağın neden olduğu kül bulutu yüzünden kısıtlama getirilen uçuşlarda esneklik gösterme kararı aldı. İngiltere'ye ise yeni bir kül bulutunun yaklaştığı bildiriliyor.

İzlanda'daki Eyjafjallajoekull yanardağı patlaması nedeniyle beş gündür büyük kısmı kapalı olan Avrupa hava sahası kısmen açıldı. Ancak İngiltere hava trafiği yetkilileri ülkeye yeni bir kül bulutunun yaklaştığı uyarısında bulunuyor.

Krizin altıncı gününde Kuzey Avrupa'dan ilk uçuşlar gerçekleşti. Hollanda'nın Amsterdam kentinden havalanan üç uçak New York, Şanghay ve Dubai'ye uçtu.

GÖRÜŞE DAYANARAK SEFER YAPILIYOR
Alman havayolu Lufthansa da pazartesi gecesi Frankfurt Havaalanı'ndan bazı uçuşların yapıldığını açıkladı. Ancak pilotlar cihazlarını kullanarak değil, görüşe dayanarak sefer yapıyor.
Haberin devamı ↓reklam

Ancak Frankfurt havalimanından bugün yapılması düşünülen 100 kadar uçuşun 95'i de şimdiden iptal edilmiş görünüyor.

İNGİLTERE'DE YENİ KÜL BULUTU

İngiltere'nin kuzeyi, İskoçya ve Kuzey İrlanda'da ise uçuş yasağının bu sabah kaldırılması planlanmıştı. Ancak yeni bir kül bulutunun İngiltere'ye yaklaşmakta olduğunu açıklayan hava trafiği yetkilileri, kararın gözden geçirilebileceğini açıkladı.

Londra'daki havaalanlarının faaliyete geçmesi için ise henüz erken olduğu bildiriliyor.

Rüzgar külleri taşımaya devam etmezse öğle saatlerinde İngiltere'nin orta kesimlerindeki bazı havaalanlarının hizmete açılabileceği belirtiliyor.

[NTV]

North winds blow volcanic ash back over Britain

Scientists say a volcanic ash cloud keeping most of Britain's air space closed is due to a change in the wind, not a new burst from Iceland's volcano.

Gudrun Nina Petersen of the Icelandic Meteorological Office says volcanic ash that was drifting over the North Sea is being pulled back over Britain by winds from both the northeast and northwest.

The volcano in southern Iceland is still spewing smoke and lava, but the ash plume is lower than it previously was, posing less threat to high-flying aircraft.

Airplanes across Europe are gradually taking to the skies after five days of being grounded by the drifting volcanic ash. But British officials say London airports are likely to remain closed for another day.

Yahoo! News

18.04.2010

Kül bulutu Türkiye'de

Avrupa'da yaşamı durduran kül bulutu, Türkiye hava sahasına ulaştı. Zonguldak, Samsun ve Sinop'ta uçuşlara yasak getirildi.

Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, İzlanda'daki yanardağın patlamasının ardından oluşan volkanik kül bulutunun, Türkiye'nin hava sahasını da etkilemeye başladığını bildirdi.

Genel Müdürlükten yapılan yazılı açıklamada, İzlanda'nın güneyinde 'Eyjafjallajokull' buzulu altındaki yanardağın 15 Nisan'da patladığı anımsatıldı.

Patlama sonucu oluşan volkanik kül bulutunun Türkiye'nin de hava sahasını etkilemeye başladığı belirtilen açıklamada, ''Söz konusu kül bulutu nedeniyle ülkemiz hava sahası FL 200- FL 350 arasında bugün saat 16.30L'den 19.04.2010 saat 12.00 L arasında kapatılmış olup, G1770 numaralı dahili, A1401 numaralı harici NOTAM ile tüm hava sahası kullanıcılarına duyurulmuştur'' denildi.

Açıklamada, ''İstanbul FIR'ın volkanik kül bulutundan 03:00 L itibarıyla etkilenmesinin beklendiğini'' kaydedildi.

Açıklamada, ayrıca konunun Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nce yakından takip edildiği, hava taşıma işletmelerinin de konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip etmelerinin zorunlu olduğu vurgulandı.

UÇUŞA YASAK
Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürü Ali Arıduru, Zonguldak, Samsun ve Sinop hava sahalarında 20 bin ila 30 bin feet arasındaki bölgeyi uçuşa kapattıklarını bildirdi.

Arıduru, kül bulutlarının bugün saat 16.30'dan itibaren Karadeniz kıyısındaki 20-30 bin feet'teki hava sahasını etkilemeye başladığını ve yarın saat 12.00'ye kadar hava sahasının kapalı olacağını belirtti.

Kül bulutlarının bu gece yarısından sonra saat 02.00'den-06.00'ya kadar Çorlu hava sahasını etkilemesinin beklendiğini ifade eden Arıduru, yarın da saat 12.00'den itibaren de İstanbul hava sahasının kül bulutlarından etkilenebileceğini bildirdi.

[NTV]

17.04.2010

Küller Avrupa'nın Üzerine Çöktü, Salı Günü Türkiye'de!


İzlanda'daki yanardağın püskürttüğü kül bulutu nedeniyle dün Avrupa genelindeki her 3 uçuştan 2'si iptal edildi. Havacılık sektörünün günlük zararı 200 milyon doları buldu.

Hava yolu şirketleri, iptal edilen uçuşlar nedeniyle yüzbinlerce yolcuya kiralık araç, tren bileti ve otel odası bulunması sorunuyla karşı karşıya kalırken, havacılık endüstrisinin sadece bir günlük zararının 200 milyon doları aşabileceği belirtiliyor.

Avrupa hava trafik ajansı Eurocontrol Başkan yardımcısı Brian Flynn, Britanya hava sahasının büyük bölümüyle Avrupa'nın kuzey ve orta kesimlerinde birçok bölgenin uçuşa kapalı olduğunu kaydetti.

[Devamı İçin..]

Polonya ulusal sivil havacılık ajansının (PAZP) sözcüsü Grzegorz Hlebowicz, hava sahısının yeni emre kadar kapalı kalacağını ve bu durumun bugün değişmesinin zor olduğunu söyledi.

Hlebowicz, görerek uçuş kurallarına (VFR) uyacak ve 6 bin metre yüksekliği aşmayacak olan uçakların Polonya hava sahasını kullanabileceğini ifade etti.

Polonya'nın ulusal hava yolu şirketi LOT da bütün uçuşlarını iptal ettiğini duyurdu.

KÜLLER BALKANLAR’DA

Eyfyallayöküll'ün faaliyete geçmesinin ardından Avrupa'nın önemli bölümünü saran kül bulutları Bosna Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan'ı da etkisi altına aldı.

Kül bulutlarının uçuş güvenliği için risk yaratması üzerine bu sabah Saraybosna, Zagreb ve Belgrad havaalanındaki uçuşlar durduruldu.

Havaalanı yetkilileri, kül bulutunun bölgedeki hava sahasında yaklaşık 10 bin metrede etkili olduğunu, bu durumun da uçakların uçuş güvenliği için risk oluşturduğunu kaydetti.

Bosna Hersek hava sahasının uçuşlara kapatılması sonucu bugün İstanbul-Saraybosna seferleri karşılıklı olarak iptal edildi, ayrıca Stockholm, Zürih, Münih, Viyana, Budapeşte, Zagreb seferleri de yapılamadı.

Saraybosna, Belgrad ve Zagreb havaalanlarının TSİ 01.00'e kadar kapalı kalacağı, ölçümlere göre yarın uçuş yapılıp yapılmayacağına karar verileceği öğrenildi.

Makedonya'nın başkenti Üsküp'teki "Büyük İskender" havaalanından İstanbul, Viyana, Lübliyana ve Zagrep seferleri dışında tüm Avrupa seferlerinin iptal edildiği bildirildi.

Makedon yetkililer, havaalanında kalan yolculara istedikleri takdirde kara yoluyla yolculuk yapma olanağı sağlanacağını belirtti.
Kül geliyor, asit yağmuruna dikkat!

İzlanda’daki yanardağdan Avrupa’ya yayılan küllerin Salı günü Türkiye’ye ulaşması bekleniyor. Yağmur da yağacağından asit yağmurlarına karşı dikkatli olunması gerekiyor.

İzlanda'daki yanardağdan yükselen kül bulutu Avrupa’nın üzerini kapladı. Küller nedeniyle uçak seferleri durma noktasına geldi.

Yerden yaklaşık 5.000-10.000 metre yükseklikte etkili olan rüzgar, güney yönden estiğinden Türkiye ve Güney Avrupa'ya şimdiye kadar volkanik küller gelmedi.

Ancak Salı gününden başlayarak özellikle Çarşamba ve Perşembe günü etkili olacak rüzgarların Türkiye’ye volkanik kül taşıması bekleniyor.

Ülkenin büyük bölümünde Salı’dan itibaren Cuma’ya kadar yağmur olacak.

Bu yağmurlar volkanik küller birleşince asit yağmurlarına dönüşecebilecek.

Yağmurun vücudumuza değmesini engellemek gerektiğinden muhakkak şemsiye kullanılması gerekiyor.

Ayrıca deriyle teması önlemek için şemsiye dışında başka koruyucular da yararlı olabilir.

İlgili Diğer Haberler ;
* Kül Geliyor, Asit Yağmuruna Dikkat
* Avrupa'nın Ruh Halinin Resmidir
* Yanardağ 190. Yıllık Uykusundan Uyandı
* More flight chaos after Iceland volcano eruption
* Catch the Latest Iceland Volcano Pictures

16.04.2010

Kül bulutu uzaydan fotoğraflandı

İzlanda'da bir volkanın faaliyete geçmesi Avrupa'da hava trafiğini felç etti, yüzlerce uçuş iptal oldu. İptal edilen uçuşlar arasında THY seferleri de var. Volkandan çıkan küller 6 bin 700 metre yüksekliğe ulaştı.

Fotoğraflar için : TIKLAYINIZ

İzlanda'da neredeyse 200 yıldır süren sessizliğini geçtiğimiz ay bozan yanardağda yeni patlamalar meydana geldi. En son 1821 yılında patlayan "Eyyafyallayöküll" buzulunun altındaki volkan, geçtiğimiz ay yeniden faaliyete geçmişti. Yanardağda meydana gelen yeni patlamalar büyük panik yaratırken, kraterden dumanla birlikte buhar yükselmeye başladı.

Henüz lav akıntısı görülmedi ancak yanardağ kaynıyor. Buzuldaki kısmi erime nedeniyle nehirler yükseldi. Sel tehlikesi yetkilileri harekete geçirdi. Yaklaşık 800 kişi bölgeden tahliye edildi.

Ancak volkanın etkisi İzlanda ile sınırlı kalmadı. Patlamadan sonra ortaya çıkan kül bulutu görüş mesafesini engelleyince uçakların İzlanda üzerinden uçuşu askıya alındı. Küllerin yayılması Avrupa'da hava trafiğini adeta felç etti. Dumanlar o kadar yükseğe çıktı ki, NASA tarafından fotoğraflandı. Avrupa'da gökyüzünü kaplayan kül bulutu 6 bin 700 metre yüksekliğe ulaştı.

İngiliz Hava Kontrol Merkezi'nden yapılan açıklamada, güvenliği sağlamak amacıyla birçok uçuşun iptal edildiği belirtildi.

Hava sahasındaki olumsuzluğun iki gün sürebileceğini belirten Avrupa hava sahasının güvenliğinden sorumlu kuruluş Eurocontrol Sözcüsü Kyla Evens, ancak bunun volkanik kül bulutunun şekillenme biçimine bağlı olduğunun altını çizerek, "Bu gece yarısına kadar 24 saatte 4 bin ila 5 bin uçuşun etkilenebileceğini tahmin ediyoruz" dedi.

THY DE SEFERLERİNİ İPTAL ETTİ
Uçuşları iptal olan firmalar arasında THY de var. THY Basın Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamada, yanardağ faaliyeti nedeniyle THY'nin bugün gerçekleştireceği Manchester, Birmingham, Stockholm, Oslo, Londra, Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam seferlerinin karşılıklı olarak iptal edildiği hatırlatıldı.

Açıklamada, hava trafiğinin ne zaman açılacağına ilişkin kesin bilgi bulunmadığı, bu nedenle yarın yapılacak seferlere ilişkin kararın henüz verilmediği belirtilerek, ''İlgili uçuş noktalarına seyahat edecek tüm yolcularımızın havalimanına gelmeden önce bilgi almaları gerekmektedir'' denildi.

Görüş mesafesinin yetersizliği yüzünden daha önce Norveçli havacılık yetkilileri, kuzeyde Bodoe ile Tromsö arasındaki hava sahasının kapatıldığını, bu önlemin daha güneydeki Trondheim'de de uygulanmasının düşünüldüğünü duyurmuştu.

İSVEÇ'İN HAVA TRAFİĞİ DE AKSIYOR
Volkanik hareketlenmde ile oluşan kül bulutu, İsveç'te de hava trafiğini de olumsuz etkiledi.

Kül bulutunun İsveç hava sahasına ulaşması nedeniyle ülkenin kuzeyindeki Skellefteo, Luleo ve Kiruna'dan yurt içi seferler yapılamıyor. Bu seferlerin durması, ülkenin diğer havaalanlarındaki uçuşlarda da aksamalara yol açıyor.

İRLANDA'DA 100'DEN FAZLA UÇUŞ İPTAL
Küller nedeniyle İrlanda'da da 100'den fazla uçuş iptal edildi.

DANİMARKA DA ETKİLENECEK
Kül bulutunun gün içerisinde Danimarka hava trafiğini de olumsuz etkilediği belirtiliyor.

FİNLANDİYA'NIN KUZEYİ DE KAPALI
Finlandiya'nın da kül bulutu nedeniyle kuzey hava sahasını kapattığı bildirildi. Ülkedeki havaalanlarının idaresinden sorumlu Finavia adlı kuruluştan yapılan açıklamada, kül bulutunun hava trafiği açısından risk teşkil etmesi yüzünden kuzeydeki hava sahasının kapatıldığı, bu önlemin yarın yerel saatle 15.00'e kadar yürürlükte kalacağı belirtildi.

Volkanik hareketliliğin yoğun olduğu İzlanda, yeraltından buhar püskürten çok sıcak gayzerlerle kaplı. İzlanda turizm gelirlerinin bir bölümü de, bu gayzer ve kaplıcalardan geliyor.

İzlanda'nın güneyinde, altındaki volkanik oluşumun 190 yıl sonra harekete geçtiği Eyyafyallayöküll buzulu, İzlanda'nın beşinci büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda kurulmasından bu yana 5 kez patladı.

DÜNYA İKLİMİNİ ETKİLEMEYECEK
Norveç Meteoroloji Kurumu'ndan Hans Hygen Olsen, İzlanda'da Eyafyallayöküll buzulunun altındaki yanardağın, güneş ışığını engelleyerek atmosferi soğutacak çapta kuvvetli patlamaya sebep olmadığını belirtti.

İskandinavya'nın meteoroloji uzmanları, Meksika'da Pinatubo ve Çiçon yanardağlarının 28 yıl önce atmosferde yarattığı etkiyi Eyafyallayöküll'ün yapamayacağını kaydetti.

1783-84 yıllarında, İzlanda'nın Laki Yanardağı 120 milyon ton kükürt kusmuştu. Bu miktarda kükürt, Avrupa sanayisinin 2006'da atmosfere saldığı toplam miktarın tam üç katıydı. Laki Yanardağı faaliyeti Avrupa'da binlerce insanın ölümüne yol açmıştı.

[NTV]

14.04.2010

İzlanda'da yine yanardağ patladı

İzlanda'da Eyyafyallayöküll volkanı ikinci kez patladı.

İzlanda'da geçen ay patlayan tehlikeli yanardağda ikinci patlamanın meydana geldiği bildirildi.

İzlanda devlet radyosu, ülkenin güneyindeki Eyyafyallayöküll buzulunun 200 metre altındaki kraterden kara duman ve beyaz buhar yükseldiğini, buzulun kısmen eridiğini duyurdu.

Haberde, bölgede incelemede bulunan sahil güvenlik uçağının, alçalan bulutlar nedeniyle buzulda bir açılma ve lav göremediği belirtildi.
Haberin devamı ↓reklam

Sivil Savunma Dairesi, eriyen buzulun, şimdiden su seviyesi 84 santimetre yükselen bir nehrin taşmasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

İzlandalı bilim adamları, patlama başlamadan 2 saat önce buzul yakınında sismik faaliyetin arttığı haberini vermiş, bölgeden yaklaşık 800 kişi tahliye edilmişti.

Yanardağ, 1821 yılından sonra yaklaşık 200 yıllık sessizliğin ardından 20 Mart'ta patlamıştı.

İzlanda'nın güneyinde, altındaki volkanik oluşumun 190 yıl sonra harekete geçtiği Eyyafyallayöküll buzulu, İzlanda'nın beşinci büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda kurulmasından bu yana 5 kez patladı.

[NTV]

13.04.2010

Çin'de Deprem 6,9

Çin'de meydana gelen 6,9'luk depremde ölü sayısı 300'e çıktı.

Çin'in kuzeybatısındaki Çinghay eyaletinde meydana gelen 6,9 büyüklüğünde deprem meydana geldi.

Çin devlet televizyonu, Çinghay eyaletinde meydana gelen depremde ölü sayısının 300'e yükseldiğini, 8 bin kişinin yaralandığını duyurdu.

Televizyonun haberinde, kurtarma ekiplerinin Çinghay'da enkaz altındakilere ulaşma çalışmalarını sürdüğü kaydedildi.

Haberin devamı ↓
reklam

Şinhua haber ajansı, Yüşu Tibet Özerk İli yetkililerinin açıklamasına dayanarak, çok sayıda yaralanın hastanelerde tedavi altına alındığını duyurdu.

İl hükümeti genel sekreter yardımcısı Huang Limin, enkaz altında kalanların kurtarılması için bölgeye asker sevk edildiğini söyledi. Söz konusu bölgede haberleşmenin bir süre kesildiği, sorunun daha sonra giderildiği kaydedildi.

Yerel saatle sabah 07.49'da (TSİ 02.49) meydana gelen depremin ardından 3 artçı sarsıntı daha tespit edildi.

Tibet ve Sincan Uygur Özerk Bölgelerine komşu olan eyalette, depremden iki saat kadar önce 4.7 büyüklüğünde sarsıntı meydana geldi. Qinghay eyaletine komşu Sichuan'da, 12 Mayıs 2008'de meydana gelen 8 büyülüğünde depremde, yaklaşık 90 bin kişi hayatını kaybetmişti.

İLKOKUL ÇOÇUKLARI ENKAZ ALTINDA
Öte yandan depremde enkaz altında kalanlar arasında ilkokul çocuklarının da bulunduğu bildirildi.

Kurtarma çalışmalarına katılan bir askeri yetkili, Şinhua haber ajansı muhabirine, "ilkokul çocuklarının da enkaz altında olduğunu, ancak sayısını bilmediklerini" söyledi.

Askeri yetkili, enkazı kaldırmak için şu anda ellerinde büyük makine bulunmadığını, bu nedenle kol kuvvetine güvendiklerini ifade etti. Yakındaki havaalanına giden yolun zarar görmesinin kurtarma çalışmalarını zorlaştırdığı da açıklandı.

Yüşü Özerk İli yetkililerinden Cou Huaşia da depremin merkezindeki Ciegu kasabasında bulunan evlerin yüzde 85'inden fazlasının yıkıldığını belirtti.

[NTV]

8.04.2010

'Özgür Yazılım Kullanmayın Kar Edemiyoruz'

ABD’deki Fikri Hakları Koruma Birliği özgür yazılımların hükümetler tarafından düşük maliyet ve korsan kopyalamayı önlemek amacıyla tercih edilmesinin, yazılım endüstrisi için bir tehdit oluşturduğunu öne sürerek bu ülkelerin telif hakkı ihlalcileri kara listesine dahil edilmesini istedi.

BSA (İş Yazılımları İttifakı), RIAA (Amerikan Kayıt Endüstrisi Birliği), ESA (Eğlence Yazılımları Birliği) gibi kurumların oluşturduğu IIPA (Uluslararası Entellektüel Mülkiyet Birliği) 498 sayfalık raporunda entellektüel mülkiyet haklarını ihlal eden ülkeleri ve bu ülkelerdeki ihlal durumlarını sıralıyor.

Ülke bazında hazırlanan “Özel 301″ raporları da yayımlayan IIPA fikri mülkiyet haklarını ne dereceye kadar koruduklarını, internetten telif haklı müzik, film, yazılım vb. indirme ya da başka bir medyadan kopyalama nedeniyle doğan zararların maliyetini detaylı araştırmasını yapıyor. 498 sayfalık rapor, bu Özel 301 raporlarının toplamı şeklinde hazırlanıyor. “Özel 301″ raporları, 2010 senesine kadar özgür yazılımdan bahsetmiyorlardı. Ancak 2010 tarihli “Özel 301″ raporları, özgür yazılımın özellikle hükümetler ve sektörler bazında (örneğin eğitim) kişilerin ve kurumların yazılım seçiminde kısıtlama getirdiğini öne sürüyor ve yazılım endüstrisinin büyümesini engellediği ve karlarını azalttığı için özgür yazılıma yönelen ülkeleri de kara listeye alıyor. Bu ülkeler arasında Endonezya, Vietnam, Brezilya ve Filipinler var.

Örneğin Endonezya hükümetinin İdari Reform Bakanlığı, Mart 2009′da tüm hükümet kurumlarında ve devlet organlarında “yasal yazılım ve özgür yazılımın kullanılması” kapsamında bir teşvik mektubu gönderdi ve 2011 yılı itibarıyle de uygulamaya geçileceğini planlandı. Bu geçişin yazılım bütçesini düşüreceği öngörüldü. Bu mektubu takiben Nisan 2009′da Araştırma ve Teknoloji Devlet Bakanlığı tarafından “Hükümet Birimlerinde Özgür Yazılıma Geçiş” belgesi yayımlandı.

IIPA raporu, Endonezya hükümetinin bu tavsiyesinin, yazılım endüstrisini zayıflatacağını, özgür yazılım sunan şirketlere “suni varlık alanı açacağını” ve bu şekilde de “uzun vadeli rekabet gücünü azaltıcağını”, aynı zamanda da “yasal şirketlerin hükümet pazarına erişimini” engelleyeceğini yazıyor. Endonezya hükümetinin bu tavsiyesinin “Pazardaki en iyi çözümü bulacağı bir sistemi geliştirmek yerine”, “fikri hakları korumayan bir anlayışı desteklediğini” öne sürüyor.

(soL – Haber Merkezi)

Şirket Seni Takip Ediyor!



Facebook, Twitter, Blogspot, Friendfeed vs. tüm sosyal medya hesaplarınız şirketler tarafından özel yazılımlarla takip ediliyor ve markaların adının geçtiği yerlerde şirket hesabıyla veya özel kişiler adına açılmış gizli hesaplarla yazı ve yorumlara müdahale ediliyor. Bu şekilde markaların kamusal imajının düzeltilmesi ve satışlarının arttırılması sağlanıyor. Eğer siz de bu ikonu sosyal medya hesabınıza koymak isterseniz, ikonun üzerine tıklayarak indirebilirsiniz.

Kaynak : http://icmihrak.blogspot.com/

31.03.2010

Tarihin en büyük deneyi başarılı

CERN'deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda proton parçacıkları rekor hıza ulaştıktan sonra çarpıştırıldı.



Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda bugüne kadar en yüksek hıza ulaştırılan protonlar birbiriyle çarpıştırıldı.

AP ajansının haberine göre, yerin 100 metre altındaki tünelde, 3.5 Tev (teraelektronvolt) güce ulaşan ışık huzmeleri ters istikametlerden gönderilerek toplam 7 Tev enerjiyle çarpıştırıldı.

Açığa çıkan enerji, bugüne kadar Avrupa ve ABD'deki çarpıştırıcılarda kaydedilen en yüksek enerji düzeyi oldu. CERN sözcüsü, bilim adamı Paola Catapano, "Bu yeni bir çağın başlangıcıdır" dedi.
Haberin devamı ↓reklam

Çarpışma sırasında atom-altı parçacıklara ilişkin elde edilecek verilerin analizi uzun sürecek. Dört deney düzeneğine ait dev dedektörlerden toplanan milyarlarca veri arasından parçacık fiziğine ilişkin yeni bilgilerin ayıklanması ve yeni keşiflerin açıklanması, aylar alabilir.

CERN araştırmacıları, Fransa-İsviçre sınırında 27 km uzunluğundaki dairevi yeraltı tünelinde, esasen evreni oluşturduğu düşünülen "büyük patlama"nın bir benzerini yaratmaya çalışıyor.

CERN yetkilisi Steve Myere, "İki huzmeyi çarpıştırmak başlı başına zorlu bir iş. Bu, okyanusun ortasında çarpıştırmak üzere Atlantik'in iki kıyısından birer toplu iğne fırlatmak gibi bir şey aslında..." dedi.

Bu çarpıştırma deneyi ertesinde BHÇ yaklaşık bir yıl bakıma alınacak. Daha sonra asıl hedef olan 14 Tev gücündeki en büyük çarpıştırma için hazırlık yapılacak.

Bilim adamları, "büyük patlama" deneyinde kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor. Bir mikro saniye sürecek çarpışmada, temel element parçacıkları, atom çekirdeklerini oluşturmak için birleşmeye başlamadan önce meydana gelen Big Bang (büyük patlama' anındaki koşulların oluşturulması öngörülüyor.

Uzmanlar, çarpışma sırasında, özellikle teorik fizikteki kütle kavramının temelini oluşturan veya kara maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacığının (Tanrı parçacığı) kanıtını göreceklerini umuyor. Karanlık maddeyle karanlık enerji, evrenin yüzde 95'ini oluşturuyor.

[NTV]
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...