28.11.2011
Tungurahua Faaliyete Geçti
Ekvatordaki Tungurhaua Yanardağının havaya kor haline gelmiş kayalar fırlatarak faaliyete geçtiği bildirildi.
G.Amerika Jeofizik Enstitüsünden bildirilen habere göre dün öğleden sonra yanardağın faaliyete geçtiği duyuruldu.
'Katliam' virüsü geliştirildi
Hollandalı bilim insanları, 2009’da dünyada yaklaşık 9 bin insanın ölümüne yol açan kuş gribi virüsünün “çok daha bulaşıcı ve öldürücü” bir türünü geliştirdi.
Erasmus Tıp Merkezi’nde, kuş gribine yol açan H5N1’in genetiği üzerinde oynayan Ron Fouchier liderliğindeki ekip, sadece beş mutasyonun (gen değişimi), virüsü dünya nüfusunu silip süpürecek kadar bulaşıcı hale getirebileceğini keşfetti.
İnsanlara benzer solunum yollarına sahip dağ gelincikleri üzerinde test edilen yeni virüs, çok kısa sürede milyonlarca kişiye bulaşma kapasitesine sahip.
YANLIŞ ELLERE GEÇERSE
Araştırma, bilim dünyasında büyük tartışma yarattı. Genetiği değiştirilmiş virüsün “yanlış ellere düşmesi” halinde biyolojik savaşa yol açması endişeleri dile getiriliyor. Daily Mail Gazetesi, virüsün “şarbondan beter” olduğunu ve tüm uygarlığı tehdit edebilecek potansiyele sahip olduğunu yazdı.
Araştırmayı H5N1’i daha iyi anlamak için yapan Fouchier, “yapılabilecek en tehlikeli virüs” dese de, yöntemini yayımlamaya kararlı. Konu bilimsel yayın özgürülüğünü de tartışmaya açtı. Hollanda Ulusal Biyogüvenlik Danışma Kurulu ise makaleyi yasal olarak engelleyemese de basından yayınlamamasını rica etmeyi değerlendiriyor.
[NTV]
19.11.2011
Japonya'da ilk kez pirinçte radyasyon bulundu
Japonya‘da, Fukuşima Nükleer Santrali‘nin Mart ayındaki depremden zarar görmesinden bu yana ilk kez pirinçte radyoaktif sezyum maddesi düzeyinin güvenlik sınırını aştığı belirlendi.
Yetkililer, pirinçten alınan örneklerin santrale 60 kilometre uzaklıktaki Fukuşima kentindeki bir çiftlikten geldiğini kaydetti.
Hükümetin, bölgeden sevkiyatları durdurmayı düşündüğü belirtildi. Japonya’da son aylarda et, mantar ve yeşil çay gibi gıda ürünlerinde radyasyon tespit edilmişti ancak ülkenin temel gıda maddesi pirinçte radyasyona rastlanmamıştı. Pirincin, marketlere pazarlanması için hazırlandığı ancak satış yapılmadığı kaydedildi.
Pirinçte radyoaktif sezyumun bulunması, rüzgar ve yağmurla ülkenin doğu kesimlerine yayılan radyasyonun izini sürmenin zorluklarına dikkat çekti.
Japonya’da 11 Mart’ta meydana gelen depremin, Fukuşima nükleer santralinde oluşturduğu hasar ülkeye büyük miktarda radyasyon yayılmasına neden olmuştu. Fukuşima’daki patlama, Çernobil santrali felaketinden bu yana en büyük nükleer felaket olarak kayıtlara geçti.
17.11.2011
Avrupa'da Yaşam Var mı?
Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'nın açıklaması Jüpiter'in 64 uydusundan biri olan Europa'yı bilim dünyasının gündemine taşıdı. 1989 yılında fırlatılan Galileo uzay aracı tarafından çekilen görüntülerin incelenmesi tamamlanınca Europa'da su bulunması ihtimali belirdi.
NASA'da görevli bilim insanlarının hazırladığı çalışmada Europa'nın yüzeyinden yaklaşık 3 kilometre derinlikte göller bulunabileceği yer aldı. Europa'da sıvı halde su bulunduğuna dair iddialar, uyduda yaşam olabileceğine ilişkin tartışmaları da beraberinde getirdi.
'160 KM DERİNDE OKYANUS' Geçtiğimiz yılllarda da bilim adamları Europa'nın donuk haldeki yüzeyinin altında 160 kilometre derinliğe kadar ulaşan bir okyanus olduğunu ileri sürmüştü. Uzmanlar görüntülerin Europa'da sıvı halde su bulunduğuna dair bugüne kadar elde edilen en güçlü belge olduğunu vurguluyor. Ancak tüm bu iddiaların kanıtlanması için bir uzay aracının Europa'ya giderek yüzeyde incelemelerde bulunması gerekiyor.
[Radikal]
16.11.2011
Rusya'nın devlet sırrı görüntülendi!
Rusya Federal Devlet Rezervleri Servisi (Rosrezerv) bünyesinde bulundurduğu yerin altındaki gıda malzemesi deposunun kapısını Ria Novosti ajansına açtı. Devlet sırrı kabul edilen başkent Moskova'daki ana depoda yer alan gıda rezervleri, olası savaş veya olağanüstü durumlarda kullanılması için saklanıyor.
VİDEO : http://video.haberturk.com/video/index/55715
Rosrezerv'in yerin 125 metre altında yüzden fazla depoda saklanması dikkat çekti. Depoda; binlerce çuval şeker, konserve ve başka gıda maddeleri yer alıyor. Yetkililer bu ürünleri stratejik gıda rezervi olarak nitelendiriyor. Rus muhabirin ısrarlı sorularına rağmen, kurum yetkilileri tüm depolardaki gıda rezervlerinin kaç kişiye yeteceği konusunda açıklama yapmadı.
Yerin 125 metre altındaki depoya girmek için tıpkı maden ocaklarında olduğu gibi özel asansör kullanılıyor. Muhabire göre, depo olası nükleer patlamadan etkinmeyecek kadar güvenli . Ria Novosti muhabiri, "Buraya gazetecileri çok nadir olarak davet ederler. Depodaki hava ortamı serin ve artı 7-8 derece sıcaklıkta.
Gıda rezervlerinin bozulmaması için ideal bir ortam" şeklinde izlenimlerini aktardı. Depodaki malzemelerin dayanıklı olup olmadığını kontrol etmek için depoda özel laboratuvar da faaliyet gösteriyor. Laboratuvar Başkanı Tamara Mudroçenko, depodan aldığı et konservesinin tadına bakarken, "Et güzel kokulu ve leziz. Konservedeki et parça halinde ve 30-40 gram olmalı" diyor. Depo yetkilileri, her gıda ürününün kendine göre kullanım süresi olduğuna da işaret ediyor.
Depo Başkanı Gennadi Matveyev süre konusunda titiz çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Tarihleri kontrol ediyoruz, süresi geçen gıda ürünlerini yeniliyoruz. Şeker çuvalının süresi 12 yıl, et konservesi ise 4 yıl. Depoda önemli olan eski ve süresi geçen ürünlerin olmaması" uyarısı yapıyor. Yetkililer, süresi bitmeye az kalan ürünlerin depolardan alınarak başta askeriye olmak üzere güvenlik kurumlarına verdiklerini ifade ediyor.
Rosrezerv'e göre, stratejik amaçlı gıda ürünleri piyasaya satış için çıkartılmıyor. Depo yetkilileri, ancak kıtlık ve aşırı enflasyon durumunda fiyatların kontrolü için, hükümetin kararı doğrultusunda gıda rezervlerinin piyasaya sunulabileceğini ifade ediyor.
[HaberTürk]
Esrarengiz radyasyon Fransa'ya ulaştı
Strasbourg - Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovakya ve Avusturya'nın ardından Fransa da havada, nereden geldiği henüz belli olmayan radyoaktif iyot atığı tespit etti. İyot atomunun radyoaktif şekli olan ve kısaca I-131 olarak tanımlanan bu atom, diğer radyoaktif maddeler gibi devamlı surette parçalanarak çevreye radyasyon yayıyor.
Fransız Nükleer Emniyet Enstitüsü (IRSN) Fransa'nın kuzey bölgelerinde yapılan ölçümlerin sağlık açısından tehdit oluşturmadığını açıkladı. Enstitü, örnek olarak, Mayıs 1986'da Çernobil nükleer felaketinin ardından yapılan ölçümlerin bugüne oranla bir milyon kez daha fazla I-131 oranı içerdiğini bildirdi.
Fransız uzmanlar radyoaktivitenin kaynağının ise henüz tespit edilemediğini söylüyor. IRSN, kaynağın Fransa'dan ve Fukuşima nükleer santralinden kaynaklanmadığını açıkladı.
UZMANLAR ÜÇ OLASILIK ÜZERİNDE DURUYOR
Fransız nükleer uzmanları şu an için üç olasılık üzerinde duruyor. Birincisi; I-131'in bir nükleer santral veya bir araştırma reaktöründen gelme olasılığı. Ancak santral ve reaktörler başka tür radyoaktif maddeler de ürettiğinden ve ölçümlerde bu maddelere rastlanmadığından bu olasılık geri planda tutuluyor. İkincisi ise I-131 bazı kanserlerin tedavisi için tıp alanında kullanıldığından, bu alanda üretim yapan bir fabrikadan sızıntı yaşanmış olabileceği. Yetkililer benzer bir vakanın 2008 yılında Belçika'da yaşandığını hatırlatıyor.
Üçüncü olasılık ise radyoaktivitenin "bilinçlice" veya "kötü niyetle" havaya atılmış olması. Fransız yetkilileri, böyle bir durumda "suçlunun" kendisini ihbar etmemesi halinde, ölçüm yapılan tüm ülkelerin işbirliği yapıp ellerindeki analiz sonuçlarını karşılaştırmalarını ve kirli hava yığınının parkurunu çizmelerini öneriyor.
[NTV]
15.11.2011
'Wall Street'i İşgal' kampı dağıtıldı
'Yüzde 99'u temsil ediyoruz'
14.11.2011
Van 5.2'yle sallandı
Van'da saat 00.08 sıralarında merkez üssü Mollakasım köyü olan 5,2 büyüklüğünde deprem meydana geldi.
Kandilli Rasathanesi Müdürü Doğan Kalafat, sarsıntının 7.2'lik ana depremin artçısı olduğunu belirterek, "Bu, 5.6 gibi bir deprem değil, bir artçı ve zaman zaman bu tür büyüklüklerde depremler olabiliyor'' açıklamasında bulundu.
Mollakasım köyün muhtarı Sülhettin Cinkılıç, ilk deprem sonrası evlerde büyük hasar olduğu için köy halkının zaten çadırlarda kaldığını belirtirken, Van merkezde de herhangi bir yıkım tespit edilmedi.
Mollakasım köyün muhtarı Sülhettin Cinkılıç, ''Depremi çok şiddetli hissettik. Köylü olarak hepimiz çadırlarda kalıyorduk. Depremle birlikte kendimizi dışarı attık. Köy dağınık olduğu için evlerde hasar olup olmadığını bilmiyorum. Henüz net bilgi almadım. Havalar soğuk olması sebebiyle sarsıntının ardında çadırlarımıza geri döndük'' dedi.
Bu arada, Van kriz merkezinden 5 araçla ilin merkezini dolaşan sivil savunma ekiplerinin açıklamasına göre, deprem kentte yıkıma yol açmadı.
PANİK YAŞANDI
Van merkezdeki vatandaşlar ise deprem nedeniyle panik yaşandı. Depremin ardından bulundukları mekanlardan dışarı çıkan vatandaşlar, panik halinde akrabalarının bulunduğu noktalara doğru gittiler.
Deprem sırasında evinde bulunan Ahmet Kaya, depremin ardından evlerine ilk kez girdiklerini belirterek, ''çok korktuk, çadırda kalıyorduk eve ilk girdik hemen de deprem oldu. Allah kimseye göstermesin'' dedi.
Van'da dün hasta kabulüne başlayan ilk hastane olan Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatan hasta ve yakınları, yaşadıkları sarsıntının ardından dışarı çıkarak otoparkta bulunan araçlarına geçti.
[Ntvmsnbc]
'Depremde Van Gölü 4 santimetre yükseldi'
9 Kasım’da meydana gelen ve merkez üssü Edremit ilçesi olan 5.6 büyüklüğündeki depremle ilgili Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) bir bilgilendirme notu hazırlayarak Van Valisi Münir Karaloğlu’na verdi.
Van merkezde 40 kişinin ölümüne neden olan iknci depremle ilgili ilginç veriler ortaya çıktı. 5.6 büyüklüğündeki depremi, 23 Ekim’de meydana gelen 7.2’lik depremin artçısı olmadığı hatırlatılırken, değerlendirmeler ise tektonik haritalar üzerinden yapıldı.
Depreme neden olan fayın batı bölümünün doğu bölümüne göre düştüğü belirtilirken, bilgi notunda şu bilgilere yer verildi:
"Deprem, kuzey güney yönlü doğrultu atım bileşenine sahip bir normal fay üzerinde gelişmiştir. Depreme neden olan fayın batı bölümü doğu bölümüne göre düşmüştür. Bu nedenle deprem esnasında Van Gölü’nün 4 santimetre yükselmesi sonradan aynı sevyeye gelmesi normaldir. Bu depremden dolayı çok küçük çaplı bir su yükselmesi olayı olmuştur" denildi.
[Ntvmsnbc]
DSİ’den belediyelere kritik uyarı
Devlet Su İşleri ve Meteoroloji İşleri belediyeleri 2013 için uyardı.
Devlet Su İşleri ve Meteoroloji İşleri’nin hesaplamalarına göre 2012 yılı, su bakımından bereketli olacak. Ancak uzmanlar, 2013 sonrası için ‘kurak yılların başlangıcı’ uyarısında bulunuyor. Bu nedenle belediyelere ‘içme, sulama ve enerji amaçlı kullanılan suları, kurak yıllara göre ayarlayın’ çağrısı yapıyor. Kurak dönemin 3 ila 7 yıl arasında süreceği tahmin ediliyor.
Zaman’ın haberine göre; Son yıllarda yağan yağmurlar, elektrik, sulama ve içme suyu barajlarını doldurdu. Resmî hesaplamalar, 2012′nin su bakımından ‘verimli yıl’ olacağını gösteriyor. Ancak 2013′ten itibaren kurak yıllar başlayacak. Devlet Su İşleri (DSİ) ve Devlet Meteoroloji İşleri, yaşanacak muhtemel kurak dönemler için önemli uyarılarda bulundu: “Beklenilen kurak dönem, 3 ila 7 yıl sürebilir. Özellikle belediyeler, içme suyu barajlarını yakın takibe almalı, optimum işletme ve kullanma yönünde azami dikkat göstermeli. Enerji ve sulama barajları da bu döneme şimdiden hazırlanmalı. Mevcut su rezervleri daha da artırılmalı. Halk su kullanımı konusunda bilinçlendirilmeli.”
Resmî değerlendirmeler, su bolluğunun 2013′te sona erebileceğini gösteriyor. Uzmanlar, şimdiden tedbir alınmasını öneriyor. Yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de yağışlar son dönemde ortalamanın üzerinde gerçekleşti. Yağışlardaki fazlalık, bu yıl içme suyu barajlarında su bereketi ve enerji barajlarında da bol miktarda hidroelektrik enerji biriktirdi. Buna göre, önümüzdeki sene için ‘ıslak (verimli) yıl’ tahmini yapılıyor. 2012′de de yağış ve su miktarları ortalamaların bir miktar üzerinde gerçekleşecek.
Gelecek yıldan sonra Türkiye için kurak yıllar dönemi başlıyor. Zaman’ın DSİ ve DMİ kaynaklarından aldığı bilgiye göre son kurak yıl periyodu olan 2008′de başlayan ‘ıslak yıl dönemi’ 2009 ve 2010′da devam etti. 2011′de de etkili olan verimli yıl periyodunun 2012′de de süreceği tahmin ediliyor. Ancak aynı kaynaklar, önemli bir hatırlatma yapıyor: “2013 yılından sonra hidrolojik döngünün bir kuralı olarak kurak yıllar dönemine girme ihtimali çok yüksek. Bu kuraklaşmanın geçmiş kurak dönemlere göre daha şiddetli geçeceği üzerinde meteorolojistlerin endişeleri var. Kuraklık döneminin 3-7 yıl arasında sürmesi beklenmektedir.”
Kurak yılların başlaması, susuzluğu da beraberinde getirecek. Bu nedenle özellikle belediyelerin içme suyu barajlarını yakın takibe almaları, tasarruflu işletme ve kullanma yönünde azami dikkat göstermeleri gerekiyor. Mevcut depolanmış suların daha dikkatli kullanılması yönünde tedbir almalı, halk su kullanıma konusunda bilinçlendirilmeli. Mevcut su rezervleri kurak döneme hazırlık maksadıyla daha da artırılmalı. Aynı şekilde hidrolik enerji barajlarının işletilmesinde de kurak dönem dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı.
Kaynak : Akşam – 14 Kasım 2011
IPCC Raporu : Felakete hazır olun
Türkiye’nin de yer aldığı Güney Avrupa son derece yakıcı sıcak dalgalarına yakalanacak. Kuzey Afrika’da kuraklık daha da yaygınlaşacak. Küçük ada ülkelerini deniz yutacak. Asya ve Afrika kuraklık ve fırtınalarla yaşanmaz hale gelecek. Bunlar kehanet değil, BM’nin bugüne kadar hazırladığı en kapsamlı ve ciddi iklim raporundan basına sızan bilgiler…
Fransız Haber Ajansı AFP, 194 ülkenin üye olduğu BM’ye bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Raporu Paneli’nin (IPCC) hazırladığı taslak raporun özetini dünyaya duyurdu. Taslak rapor, iklim değişikliğinin aşırı hava olayları üzerindeki etkisine dair en kapsamlı inceleme özelliğini taşıyor.
20 sayfalık taslak, “politika yapıcılar için özet” mahiyetinde ve hortumlar, sıcak dalgaları, tufansı yağmurlar kuraklık gibi olayların dünyayı dengesiz bir biçimde vuracağına işaret ediyor. Özet taslak Uganda’nın başkenti Kampala’da bugün başlayacak altı günlük IPCC toplantılarında incelenecek. En kötü senaryo bazı bölgelerdeki insan yerleşimlerinin yeryüzünden silineceği yönünde. Raporda, “Felaketler daha büyük şiddette ve daha sık cereyan ettiği takdirde bazı yerlerde yaşamın sürdürülmesi imkansız olacak. Bazı durumlarda göç kalıcı olacak ve yeni iskan bölgeleri için baskı yaratacak. Bazı mercan adaları sakinleri için göç kaçınılmaz olacak” ifadeleri yer alıyor. Üç yılda hazırlanan ve aslı 800 sayfa olan rapor binlerce bilimsel çalışmanın bir sentezi.
Şiddet ve sıklık artacak
Küresel ortalama sıcaklık sanayi öncesi dönemlere göre yaklaşık 1 derece yükselmiş durumda. 1 derece ısınma küresel ölçekte büyük bir etkiyi ifade ediyor. Çünkü 1 derecelik küresel ısı artışında, bizim yaşam ortamımızın ısısı minimum 3 kat artıyor. Küresel ısının 2100 yılına kadar ise 1-5 derece arasında daha yükselmesi bekleniyor. Fakat bunun etkisi bölgelere göre değişik olacak.
İşte olacaklar
Avrupa, özellikle Türkiye’nin de bulunduğu Akdeniz halkası artan sıcaklar yüzünden daha büyük risk altında. 2003′te 70 bin ölüme yol açarak rekor kıran sıcaklıklar bu yüzyılın ortasında artık rutin haline gelecek.
Doğu ve güney ABD ve Karayipler daha çok yağmur ve hızlanan rüzgarların getirdiği fırtınalara maruz kalacak.
Anormal iklim koşulllarına maruz kalan yerlerde daha büyük nüfus sıklığı olacak. Emlak fiyatları fırlayacak ve yetersiz altyapı hasar riskini artıracak. 2005′te New Orleans’ı vuran Katrina kasırgası bunun en büyük örneği.
Küçük ada ülkeleri için en büyük tehdit yükselen deniz sularının istilası. Deniz suları kıyıları aşındıracak ve yeraltı sularını zehirleyecek. Üstelik bu riskin gerçekleşme olasılığı yüzde 90, yani kaçınılmaz.
Afrika’da milyonlarca kişi sürekli olarak gıda yardımına ihtiyaç duyacak. Afrika diğer kıtalara çok daha tehlikeli bir yer olacak.
Güney Asya ve Güneydoğu Asya’da yıkıcı yağmur fırtınaları ikiye katlanacak. Doğu Asya’da yüzyılın ortasında sıcaklık bugünkünden 2 derece daha fazla olacak. Bu da dayanılmaz bir nem yaratacak.
IPCC 2007′de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü. Halen satır satır gözden geçirilen taslak raporun nihaisi ise cuma günü dünyaya açıklanacak.
Kaynak : Sabah – 14 Kasım 2011
Amerika'nın GDO lobisi Türkiye'de böyle çalıştı
ABD’nin Türkiye’nin de içlerinde bulunduğu bir çok ülke üzerinde GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) ihracatının zarar görmemesi için, genetiği ile oynanmış gıdaların zararlı olmadığı yönünde lobi faaliyetleri yürüttüğü ortaya çıktı. Haber sitesi Bianet, Amerikalı diplomatların yazışmalarını yayımlayan Wikileaks belgelerini inceleyerek, ABD’nin Türkiye ve diğer ülkelerde yürüttüğü “GDO sağlığa zararlı değildir” politikasını gözler önüne serdi.
‘Türkiye kaybedilmemeli’
Tüm yazışmalarında Türkiye’de yetkililerden kamuoyuna kadar herkesin “GDO konusunda yanlış bilgi sahibi” olduğunu vurgulayan Amerikalı yetkililerin aynı zamanda her yıl Türkiye’ye yapılan GDO’lu ürün ihracatının tutarlarını da belirterek, Türkiye pazarının kaybedilmemesi gerektiğini vurguladıkları görülüyor.
Türkiye’de GDO’lu gıdalar konusundaki “yanlış bilgilenmenin” önünü kesmek içinse gazetecilerden bilim insanlarına, hükümet yetkililerinden çiftçilere kadar her kesime gerek Türkiye içerisinde gerek yurtdışında genetiği ile oynanmış ürünlerin sağlığa zararlı olmadığını söyleyen Amerikalı uzmanlar tarafından “bilinçlendirme çalışmaları” düzenlenmiş.
‘Bilimsellikten uzaklar’
2005 yılı Şubat ayında ABD Büyükelçisi Edelman’ın Ankara’dan kaleme aldığı belgede, “Türklerin bilimsellikten uzak olduğu”, aynı yıl eylül ayında yazılan bir belgede Türklerin genetiği ile oynanmış gıdalar konusunda “şehir efsanelerine” inandıkları vurgulanıyor. 15 Şubat 2005 tarihli belgede ABD’nin Tarımsal Bioteknoloji Danışmanı Madelyn Spirnak’ın Türkiye hükümeti yetkilileriyle yaptığı “bilinçlendirme” görüşmeleri anlatılıyor.
Belgenin sonuç kısmında Spirnak’ın basına, iş dünyasına, milletvekillerine ulaştığı ve bu kişileri tarımda bioteknolojinin kullanılmasının faydalarına olacağını, tam tersi şekilde kısıtlayıcı bir düzenlemenin ise onlara dezavantaj sağlayacağını anlattığı belirtiliyor. Ayrıca, TÜBİTAK’ın “Bilim ve Teknik” dergisine de ulaşıldığı ve tarımsal bioteknolojinin faydaları konusunda bir makale yayınlama olasılıkları hakkında konuşulduğunun altı çiziliyor.
Belgelerde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği umudu nedeniyle, Avrupa’nın izinden gittiği ve GDO’lu ürünlere kısıtlama getirmek istediği sık sık vurgulanmış.
Yine Eylül 2005 tarihli belgede, “tüm bilimsel verilere rağmen GDO’ların güvenli olmadığına inanan kamuoyunun” bu fikrini değiştirmesi için İllinois Üniversitesi’nden Mikrobiyolog Dr. Bruce Chassy’ nin Türkiye’de çeşitli üniversitelerde konferanslar vermesine kararlaştırılıyor.
4 şehirdeki buluşmalar
Türkiye’ye 2004 yılında 600 milyon dolar değerinde mısır, soya fasulyesi, soya küspesi, bitkisel yağ ve pamuk sattıklarını belirten Amerikalı yetkililer, bu ürünlerin büyük bir kısmının da ya genetiği ile oynanmış ya da genetiği ile oynanmışlardan üretilmişler ürünler olduklarının altını çiziyor ve Türkiye’deki “yanlış bilginin” değiştirilmesi, doğru bir bilgilendirme sağlanması gerektiğine dikkat çekiliyor.
Dr. Chassy de bu kapsamda 4 şehirde akademisyenler, hükümet yetkilileri, öğrenciler ve şirket temsilcileri ile buluşturulmuş. Doktor Chassy’nin aynı zamanda 2005’te Bilim ve Teknik dergisine de röportaj verdiği belirtiliyor.
‘Hükümete alenen baskı’
3 Haziran 2008 yılında yazılan bir belgede de yine Türkiye’nin GDO konusunda AB’yi izlediği, bunun da ABD’nin bu ülkeye olan ihracatını olumsuz etkilediği vurgulanıyor. Bu durumda, hükümete alenen baskı yaparak GDO’lu ürünler konusundaki siyasetinin değiştirilebileceğine inanılıyor. Ayrıca aynı belgede Türkiye’ye yıllık 1 milyar doların üzerinde GDO’lu ürünlerin satıldığı hatırlatılıyor.
8.11.2011
Beyaz Saray 'uzaylılar yoktur' dedi
Açıklamada ayrıca "dünya gezegeni dışında yaşam bulunduğuna dair" bir kanıtın da bulunmadığı söylendi.
Beyaz Saray'ın Bilim ve Teknoloji Araştırmaları Ofisi'nden uzay politikaları uzmanı Phil Larson tarafından yapılan açıklama, Amerikan hükümetinin uzaylılarla temas kurulup kurulmadığına dair elindeki bilgileri açıklaması talebine cevaben kaleme alındı.
On yedi binden fazla Amerikalı tarafından imzalanan iki dilekçeye cevaben Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada "Amerikan hükümetinin dünya gezegeni dışında yaşam olduğuna ya da uzaylıların insanlıkla temas kurduğuna dair herhangi bir kanıtı yoktur" denildi.
Beyaz Saray Bilim ve Teknoloji Araştırmaları Ofisi'nin açıklamasında ayrıca bu konularla ilgili var olduğu iddia edilen kanıtların kamuoyundan saklandığı yönünde güvenilir bilgeye sahip olunmadığı bildirildi.
ABD uzay araştırmaları bürosu NASA tarafından desteklenen bazı araştırmalar kapsamında kozmos dinlenerek herhangi bir uygarlık belirtisinin varlığı incelenmekte.
Açıklamada NASA araştırmalarının sonuçlarına da kısaca değinilerek "bilim adamları ve matematikçiler var olan trilyonlarca yıldız içinde yaşam koşullarına sahip bazı gezegenlerin bulunabileceğini ancak evrenin büyüklüğü ve mesafeler göz önüne alındığında olası yaşam belirtileriyle temasa geçilmesinin çok düşük ihtimal olduğunu ortaya koydular" denildi.
[BBC]
4.11.2011
Walmart'ta 'özgürlük' ateşi.!
Walmart'ta 'özgürlük' yangını! Anarşistler Walmart mağazasını yaktı, 'özgürleştirici' yangın olarak duyrdu. Meksika Enformel Anarşist Federasyonu (FAI-M) Veracruz seksiyonunun Ateş Hücreleri İttifakı (CCF) fraksiyonu Coatzacoalcos, Veracruz'un kalbindeki Universidad ve Avenida Las Palmas'taki Wal-Mart mağazasını yaktı.
Yapılan açıklamada yangını 'özgürleştirici olarak duyurdu. Açıklamanın tam metni şöyle: "Ne üzgün, ne öfkeli ne de kırgın! Kundakçılar tüm otoritelere karşı savaşta! Yoldaş Gabriel Pombo da Silva'ya dayanışmalarımızı gönderiyoruz! Sermaye ve Devlete karşı iki aydır süren doğrudan saldırıları kutluyoruz! Tahakküm sistemine karşı! Topyekün kurtuluş için! Dün 18:23 sularında, bir çok malın yok edilmesine neden olan bir kundaklama eylemi gerçekleştirildi.
Meksika Enformel Anarşist Federasyonu (FAI-M) Veracruz seksiyonunun Ateş Hücreleri İttifakı (CCF) fraksiyonu Coatzacoalcos, Veracruz'un kalbindeki Universidad ve Avenida Las Palmas'taki Wal-Mart'ta özgürleştirici bir yangın çıktı. Bu yeni saldırıyla, yoldaş Gabriel Pombo da Silva'nın (Aachen hapishanesinde tutsak edilen) öcünü almış olduk ve derhal Alman ve İspanya Devletlerinden serbest bırakılmasını istiyoruz.
Bizler ayrıca Şili'deki Bombalama Davasından tutuklu yoldaşımız Tamara ile ve Yunanistan'da, Meksika'da ve dünyanın diğer yerlerinde tutuklu bulunan tüm yoldaşlarımızla dayanışıyoruz. Bu antagonist mücadelenin yeni oluşan örgütlenmesinin 45'in üzerindeki gününde, mücadelenin mümkün olduğunu çünkü sistemin savunmasız olduğunu göstererek tahakküm sistemine saldırdık. Korkuyu ve öfkeyi geride bıraktık ve tahakküme karşı kararlı bir mücadeleye geçiş yaptık.
Sermayeyi ve Devleti değiştirmek istemiyoruz, onların yasalarını değiştirmek istemiyoruz, yenilikler istemiyoruz, teknolojiyi değiştirmek istemiyoruz, tahakkümü değiştirmek istemiyoruz. HEPSİNİ YOK ETMEK İSTİYORUZ! Ne seçmen partileri arasında varsayılan farklar ne de Peña Nieto, AMLO, Marcelo, ya da Vasquez Mota'nın yalan vaatleri bizi ilgilendirmez. BİZİM İÇİN HEPSİ AYNI ÇÜNKÜ BİZLER İSTER SOLCU OLSUN İSTER SAĞCI OLSUN İSTER POPÜLİST OLSUN İSTERSE DE DEVRİMCİ OLSUN TAHAKKÜME KARŞI SAVAŞIYORUZ.
Yoldaşlar, saldırma vakti geldiğinde, katılmıyorsanız o zaman mani olmayın. Bu mücadele nihai sonuç, yani topyekün kurtuluş için yürütülmektedir. Ne üzgün, ne öfkeli ne de kırgın! Kundakçılar tüm otoritelere karşı savaşta! Bizler hepimiz Ateş Hücreleri İttifakıdır! Ateş Hücreleri İttifakı, bir ÖRGÜT veya tek bir grup değildir.
Daha çok öfkenin antagonist ifadesi ve tahakküme ve kurumlarına karşı bir nefrettir. Ateş Hücreleri İttifakı'nın yaymak için sadece benzine ve kibrite ve topyekün kurtuluş arzusu gerekiyor. Varolan düzene karşı savaş ilan ettik.
Yaşasın antagonist mücadele!
Ateş Hücreleri İttifakı - Meksika / Enformel Anarşist Efederasyon
'Yaşlanmanın etkileri laboratuvarda durduruldu'
Yaş ilerledikçe vücutta biriken deneylerde bölünmeyi durduran hücreler dışarı atılabildi. Bilim adamları, elde ettikleri sonuçların ileride yaşlıların bakımında işe yarayabileceğini tahmin ediyor.
Uzmanlar sonuçların olağanüstü olduğunu ancak dikkatle ele alınması gerektiğini söylüyor. Nature adlı dergide yayınlanan çalışmada "ihtiyarlık hücreleri" olarak bilinen hücrelere odaklandı. Bölünmeyi durduran bu hücrelerin kötücül tümörlerin ilerlemesini engelleme gibi bir rolü de bulunuyor.
Bağışıklık sistemi bu hücreleri sürekli elese de, zaman içinde vücutta birikmelerine engel olamıyor. Araştırmacılar, çok yaşlı insanların vücudunda bu ihtiyarlık hücrelerinin oranının yüzde 10 olduğunu söylüyor.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Mayo Clinic'te çalışan bilim adamları genetik yapısı değişmiş olan farelerde bu ihtiyarlık hücrelerinin tümünü yok etmeyi başardı. Genetik yapıları daha süratli yaşlanmaya göre programlanmış bu farelere, geliştirilen ilaçlar verildiğinde yaşlanma hızı yavaşlıyor. Klinikteki bilim adamları farelerdeki yaşlanma semptomlarının başlamasını engellediklerini söylüyor.
Araştırmacılardan Dr Jan van Deursen, Ortaya çıkan etkinin kendileri için büyük bir sürpriz olduğunu söylüyor.
[BBC]
1.11.2011
Bilinmeyen bir cisim yaklaşıyor
Saatte 37 bin km hızla yaklaşan 20 milyon tonluk göktaşıyla çarpışma riski, 2012 veya 2013'te netleşecek.
Mısır mitolojisinde kötülüğün simgesi, karanlıklar ve kaos tanrısı Apofis’in adı verilen, “Kıta Katili” lakabı takılan göktaşının Dünya’yı vurma ihtimali, bilim adamlarını harekete geçirdi.
Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) uzmanlarına göre 20 milyon tonluk, 300 metre çapında Apofis adlı göktaşı saatte 37 bin km hızla Dünya’ya yaklaşıyor. NASA’nın göktaşını durdurması için 25 yılı var.
Hürriyet'te yer alan habere göre, göktaşı, 2029’da 32 bin kilometre yakınımızdan geçecek. İzlediği yörünge gereği tekrar Dünya’ya yönelecek olan göktaşı, 13 Nisan 2036’da Dünya’ya çarpabilir.
Bu olasılık 250 binde 1, fakat hesaplar kesin değil. NASA’dan, “Apofis’in nereye yöneleceğini tam olarak bilmiyoruz. Ama 2012’de ya da 2013’te tekrar görünür olunca belirleyebileceğiz” dedi. (Hürriyet)