25.05.2007

Avrupa'daki memelilerin altıda birinin nesli tükenmek üzere

Dünya Koruma Birliği (IUCN) tarafından yapılan geniş bir araştıırmaya göre,


Buzul tilkisi artık 'kritik bir şekilde tehlike altında'.

Avrupa'daki memeli türlerinin altıda biri nesillerinin tükenmesiyle karşı karşıya. Gidişat tersine çevrilmedikçe, korumacılar Avrupa Birliğinin kendisine yüklediği hedef olan, 2010 yılında biyoçeşitlilik kaybını durdurma hedefine ulaşamayabileceklerinden korkuyor.

IUCN'nin kriterlerine göre, Avrupa ve batı Rusya'da yaşayan yaklaşık 250 memeli türünün %15 kadarının 'savunmasız' veya daha kötü bir durumda. Bu, eğer önlem alınmazsa "yaban hayattaki yaşamlarının yüksek risk altında" olduğu anlamına geliyor.

En kötü şekilde etkilenenler 'kritik bir şekilde tehlike altında' olarak sıınflandırılmış, en ciddi kategorideki Avrupa memelileri. İber vaşağı, örneğin, dünyanın en çok tehlike altındaki büyük kedisi --- yalnızca 150 tane kaldıkları tahmin ediliyor. Buzul tilkisi ve Avrupa vizonu benzer durumla yüzyüzeler.

Değerlendirme, %22'sinin savunmasız veya daha kötü olarak sınıflandırıldığı Avrupa'nın deniz memelileri için durumun çok daha ciddi olduğunu gösteriyor. Durum belki de bundan çok daha kötü olabilir --- Avrupa deniz memeli türlerinin neredeyse yarısının korunma durumlarını belirleyebilecek yeterli verileri yok.

Fakat durum, iç karartıcı olmasına karşın, Avrupa'da diğer başka bölgelerde olduğu kadar kötü değil. IUCN'nin Cambridge'deki Kırmızı Liste Birimi'nin yöneticisi Hilton-Taylor, tropik bölgelerdeki durumun çok daha kötü olduğunu söylüyor. Ortalama olarak çok daha fazla türe sahip tropik bölgelerde, resmi olarak türlerin dörtte biri büyük ölçüde yaygın ormansızlaştırmanın sonucu olarak tehlike altında.

[Kaynak]

Sayıştay raporu: Tehlikeli atıkları yok edemiyoruz

Tehlikeli atıkların sadece yüzde 5'i kuralına uygun yok ediliyor. Yok edilemediği için depolanan atıklar yeraltı sularına karışarak hastalıklara davet çıkarıyor

ANKARA - Sayıştay'ın TBMM Başkanlığı'na sunduğu 'Türkiye'de Atık Yönetimi' başlıklı rapor ürkütüyor. Rapora göre tehlikeli atıkların sadece yüzde 5'i kuralına uygun yok ediliyor, yüzde 40'ı da yakılıyor. Tıbbi atıklarda ise bu oran yüzde 51 seviyesinde. Geri kalan tehlikeli atıklar evsel atıklarla birlikte depolanıyor, yeraltı sularına karışarak hastalıklara davetiye çıkarıyor.

Raporda, 2004'te Türkiye'de 34 milyon ton belediye atığı ve 17,5 milyon ton endüstriyel atık üretildiğine dikkat çekildi. Buna göre, Türkiye'de kişi başına üretilen atık miktarı günde iki kilogramı bulurken, her insan ortalama ağırlığının 10 katı kadar atık üretiyor. Gelişmiş ülkelerde atıkların yüzde 55-65'lik bölümü tümüyle geri dönüştürülerek ekonomiye kazandırılıyor. Geri kalan kısmı da çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf ediliyor. Buna karşın Türkiye'de dönüşüm oranı çok düşük düzeylerde. Raporda yer alan tespitler şöyle:

  • İzmit'te kurulu Türkiye'nin tek tehlikeli atık yakma tesisi İZAYDAŞ, ülkemizde yılda üretilen 2 milyon ton tehlikeli atığın sadece yüzde 5'ini bertaraf edebilmekte. Tehlikeli atıkların yüzde 40'ı ise geri dönüştürülüyor. Geriye kalanı ise ya evsel atıklarla birlikte depolama alanlarına boşaltılmakta ya da çevre ve insan sağlığı üzerinde büyük tehditler oluşturacak şekilde doğrudan tabiata bırakılmakta.
  • AB'ye uyum amacıyla atıklarla ilgili olarak hazırlanan 'Direktife Özgü Yatırım Planı'nda, ulusal tehlikeli atık yönetimi sisteminde işlemden geçirilecek tehlikeli atık miktarı yaklaşık milyon 60 bin ton/yıl olarak öngörülmekte. Buna karşılık Türkiye'deki tehlikeli atıkların sadece yüzde 29'u (Ankara, Bursa, İzmir, Gaziantep, Denizli, Malatya ve Erzincan) düzenli depolanarak, ya da yakılarak (İstanbul ve Kocaeli) bertaraf edilebilmekte.
  • Tıbbi atıkların bertarafında en yaygın yöntem ise, bu atıkların belediyelerin mevcut düzensiz depolama alanlarına herhangi bir işlemden geçirilmeden ve diğer atıklarla birlikte boşaltılması. Bu da hepatit ve AIDS gibi bulaşıcı hastalık tehlikesi yaratmakta.
  • İstanbul'da üretilen yıllık 750 bin ton tehlikeli atığın sadece 7 bin 763 tonu (yüzde 1'i), İZAYDAŞ'a gönderiliyor. Geriye kalan bölümü ya kontrolsüzce doğaya bırakılıyor, ya tekrar üretimde kullanılıyor, ya da evsel atıklarla birlikte atık depolama alanlarına aktarılıyor.
  • Bir ton evsel atığı toplanması ve bertarafı için gereken maliyet 40 dolar. Buna karşılık Türkiye'de hane başına tahakkuk eden vergi 15 dolar seviyesinde. Bir hanenin yılda 1.5 ton atık ürettiği varsayıldığında, ton başına 10 dolar vergi tahsil edilebilmekte. Küçük belediyelerde bu oran daha da düşük seviyede kalmakta.
  • Tehlikeli atık yakma tesislerinin yapımı için gereken toplam yatırım 2004 fiyatlarıyla 853 milyon avro. Depolama alanları yapımı için ise 110 milyon avro gerekiyor. Aktarma istasyonları yapımı için de 74 milyon avroluk yatırım öngörülüyor. Toplam 1 milyar avroya ihtiyaç var.
  • Katı atıkların yakılması için de, 16'sı İstanbul, Ankara ve İzmir'de olmak üzere kurulması tasarlanan 35 tesisin yatırım maliyeti 2.8 milyar avro. AB'ye uyum için gereken toplam yatırım miktarı ise 60 milyar avro.

  • [Radikal]

    Maden piyasası

    Elmas arz-talep farkı büyümeye devam ediyor “Elmas arz ve talebi arasındaki uçurumun, Hindistan ve Çin'in taleplerinin artacağı ve önümüzdeki üç yıl boyunca yeni ana madenlerin faaliyete geçmesi umulmadığından 2008 yılının ortasından itibaren iyice büyüyeceği tahmin ediliyor."

    Altın stoğu Asya ve Orta Doğu'da artan talebi karşılamada başarısız oluyor.

    Palladyum fiyatları artış gösteriyor. “Palladyum stokları talep hızla artarken gittikçe küçülüyor, bu da spot fiyatların geçen iki ay süresince ortalama $367/ons 'a yükseldiği ve bazı tahminlere göre $420 kadar çıkacağı bir durum yaratıyor.”

    Metal fiyatlarını sabit tutmak için stok engelleri: konferans “Gelişmiş ülkelerdesi kaynaklardaki azalma, madencilik şirketleri için stok zorlukları yaratarak ve riskleri arttırarak, firmaları yeni bölgeler araştırmaya zorluyor...”

    Araştırma: Israrlı ana-metal talebine sınırlı stok karşılığı. “Çoğu ana metal için ısrarlı talebe rağmen, sınırlı stok karşılığı bulunuyor...”

    Dünyada her saat 3 bitki veya hayvan türü yok oluyor

    BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda,' Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor' diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.

    OSLO - Dünyada her saat 3 bitki veya hayvan türünün insan faaliyetleri yüzünden ortadan kalktığı bildirildi.

    Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü dolayısıyla bilim adamları ve çevreciler, konuyla ilgili çeşitli raporlar yayınladılar.

    BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Başkanı Ahmed Djohlaf, "Dinozorların yokolmasından beri görülen en büyük soyların tükenmesi dalgasıyla karşı karşıyayız" dedi.

    Djohlaf, türlerin çok hızlı bir biçimde soylarının tükendiğini belirterek, "Saatte bir 3 tür yok oluyor. Her gün 150 kadar tür kaybediliyor. Her yıl 18 bin ila 55 bin türün soyu tükenmiş oluyor. Nedeni insan faaliyetleri" dedi.

    Dünya Koruma Birliği de, Avrupa'daki her 6 memeliden birinin soyunun tükenme tehlikesi içinde bulunduğunu bildirdi.

    Bir başka araştırmada da, küresel ısınmanın yabani patates, yerfıstığı gibi bitkilerin yüzyılın ortasına dek ortadan kaybolmasına yol açabileceği belirtildi.

    Dünya Doğayı Koruma Vakfı ile Balina ve Yunus Koruma Derneği de, balina ve yunusların iklim değişimi yüzünden artan tahditle karşı karşıya olduklarını dile getirdi.

    BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda, "Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor" diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.

    [Dünya Online]

    24.05.2007

    Endonezya'da "yine" şiddetli deprem!


    Endonezya`da şiddetli bir deprem meydana geldi. Depremin ardından tsunami uyarısında bulunuldu.
    ABD Jeoloji Araştırmaları Merkezi`nden yapılan açıklamaya göre Endonezya`da şiddetli bir deprem meydana geldi.
    Depremin aletsel büyüklüğünün 5.6 olduğu kaydedilirken, merkez üssünün Sumbawa bölgesindeki Raba`dan 120 kilometre açıkta olduğu bildirildi.
    Yerkabuğunun 33 kilometre derinliğinde yaşanan depremin ardından Pasifik Tsunami Uyarı Merkezi, tsunami tehlikesine karşı alarma geçti. Verilen tsunami uyarısı daha sonra kaldırıldı. Olayda ölen ya da yaralanan bulunmazken, maddi hasara ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadı.
    [Kaynak]

    22.05.2007

    L'Atalante gemisi Marmara'da çalışmalarına devam ediyor

    MARMARA DENİZİ - Dünyadan ve Türkiye'den birçok bilim insanıyla yola çıkan Fransız araştırma gemisi L'Atalante, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Marmara Denizi'nin altında kalan sırlarla dolu kısmı üzerinde adım adım ilerliyor.

    Gemiye ait küçük denizaltı Nautile, her gün farklı disiplinlerden bir bilim insanı denizin dibine inip çıplak gözle çevreyi inceliyor. Fayların varlığıyla ilgili olabilecek su hareketleri, gaz çıkışları ve su basıncı gibi unsurlar detaylı şekilde görüntüleniyor.

    Nautile'in içinde kaptan pilot ve yardımcı pilot dışında sadece bir kişilik yer var. Araştırmacılar, hiç hareket etmeden yedi saat boyunca yüzükoyun yatmak zorunda. Denizaltının üç küçük penceresi ve iki kolu bulunuyor. Örnekler bu kollarla toplanıyor. Kolların ucundaki dişli ağız, hem malzemeyi tutuyor hem de tüpleri, gaz çıkışlarının, çamurların ve organizmaların olduğu yere sokuyor.

    Faya yakından bakış

    Nautile Tekirdağ Çukurluğu'ndan başlayarak, bugüne kadar toplam yedi dalış gerçekleştirdi. Her dalıştan sonra toplantı yapılıyor, elde edilen ön veriler tartışılıyor, ertesi gün gerçekleşecek dalış planlanıyor.

    Nautile sayesinde, 2002 yılında Marmara'ya inen uzaktan kumandalı sualtı robotu Victor'un tespit ettiği faylar, bu sefer bilim insanlarınca doğrudan görülmeye başlandı. İlk verilerle deniz tabanındaki bazı faal faylar tespit edildi. Ayrıca, Tekirdağ Çukurluğu'nun kuzey yamacındaki faal fayla ilgili gaz çıkışlarının daha önceden bildiğimiz yerleri de belirlendi.

    Dalışlardan elde edilen önemli sonuçlardan biri de, Marmara Sahili'nde Ganos Dağı yamacının faal bir faya karşılık geldiğinin görülmesi ve ana fayın yanında küçük küçük faylar bulunması. Bu çevrede çok ciddi sıvı ve gaz çıkışları tespit edildi.

    1912 depreminin izi aranıyor

    20'nci yüzyılda, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın büyük bir deprem geçirmeyen tek bölümü Marmara Denizi'ni kapsayan kısmı. 1912 yılında Ganos Dağı'nın önündeki Şarköy-Mürefte depreminin Marmara Denizi içinde kırılma yaratmadığı sanılıyor. Dolayısıyla, beklenen depremde daha fazla enerjinin açığa çıkma olasılığı artıyor. Bu da daha büyük bir deprem anlamına geliyor. L'Atalante'deki ilk çalışmalarda elde edilen ön veriler, şimdilik 7.6 büyüklüğünde bir deprem ihtimalini destekler nitelikte. Kesin sonuçlar, araştırma gemisi Marmara'daki çalışmalarını tamamladıktan ve toplanan veriler işlenip yorumlandıktan sonra daha da belirginleşecek.

    Çalışma sırasında Çınarcık Çukurluğu'nun kuzeyinde büyük ana fayın dibinde, 320-360 milyon yaş aralığından, üzerinde canlı bir mercan da olan bir taş örneği derlendi. Gemide, taban altı kesitçisi adlı alet hiç durmadan çalıştı. 3.5 KHz'lık frekansındaki ses sinyallerini deniz tabanına gönderen bu basit alet, tabandaki tortuların ince kısmı hakkında kabaca fikir veriyor. Böylece daha hassas basınç ölçüm cihazları kırılma riskine karşı korunuyor.

    L'Atalante fayın röntgenini çekiyor

    Fransız Araştırma gemisi L'Atalante, Marnaut Araştırma Programı çerçevesinde Marmara'da görev yapıyor.

    Marmara'daki hareketliliği 'L'Atalante' ekibi çalışmalarını 12 Haziran'a kadar sürdürecek. 11 kişilik bilim ekibinde Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Namık Çağatay ve Dr. Sinan Özeren gibi isimler yer alıyor.

    L'Atalante'nin efsanevi denizaltısı Nautile'yle Marmara'nın 1200 metre derine kadar inilebiliyor.
    Bugüne kadar pek çok araştırmada görev alan mini denizaltı yeryüzündeki okyanusların yüzde 97'sinde araştırma yapabilme kapasitesine sahip.

    Kıta yamaçlarına da inebilen Nautile'yle olası bir depremde kıta yamaçlarında yaşanabilecek kaymalar tahmin edilmeye çalışılıyor. Denizaltında fay kırıklarından yükselen metan gazı takip ediliyor.

    Güney Pasifik, Hindistan, Endonezya, Kuzeydoğu Atlantik gibi bölgelerde araştırma yapan L'Atalante, bundan önce 2002 yılında Marmara Denizi'nde araştırma yapmıştı.

    [Radikal]

    21.05.2007

    Endonezya'da Gizemli Tsunamiler


    Endonezya'da deprem olmadı ama 4 gündür tsunamiye benzeyen dev dalgalar oluşuyor. 4 ada sular altında

    Felaketler ülkesi Endonezya şimdi de gizemli dev dalgalarla sarsılıyor. Deprem veya herhangi bir sismik hareketlilik olmamasına rağmen son 4 gündür ortaya çıkan 7 metrelik dev dalgalar, Java ve Kuta bölgesinde en az 4 adanın sular altında kalmasına yol açtı. Binlerce kişi evsiz kaldı ve 5 kişi sulara kapılarak can verdi. Dalgalar gün içinde sadece birkaç dakikalığına kıyıya vuruyor. Deniz daha sonra normale dönüyor. Meteoroloji ve Jeofizik Kurumu yetkilisi Kukuh Ribudiyanto "Dalgaların ardındaki gizemi çözmeye çalışıyoruz. Tahminlerimize göre okyanusdaki akıntılarda bir anormallik meydana geldi ve dev dalgalara yol açtı" dedi.
    [Kaynak]

    20.05.2007

    Kuş gribi haritası

    Petrol Doruğu, şimdi?



    Veriler, Birleşik Devletler Enerji Bakanlığı'nın Enerji Bilgi Dairesi'nin (EIA) bu hafta başında Küresel Petrol Üretimi üzerine yayımladığı raporundan alınmıştır. Siyah noktalar excel'de elde edilen küresel petrol üretim değerleridir.

    Üretim değer ölçüsü hatasını hesaba katmak için, %1'lik bir dağılım gösteren hata sütunları ekledim. Ayrıca ortalama eğimi göstermek için iki terimli uygun regresyon eğrisi ekledim.

    Petrol üretiminin düz bir yüzeye ulaştığı oldukça belli. Petrol stoğundaki büyüme durmuş gözüküyor.

    Eğriyi iki yıla yayarak, 2008 Aralık itibariyle, dünya petrol üretiminin yalnızca günde 82 milyon varil olacağını buluyoruz. Bu, dünyanın petrol doruğuna, küresel petrol üretiminin tarihteki en yüksek seviyesine ulaşmış olabileceğini belirtir.

    İki yıl önce benzer veriye bakanlar için, yıllık %4'lük bir stok büyüme oranı gösterecekti. %4'lük oranla, küresel petrol üretimi şuanda 93 mbpd 'e olaşacaktı.

    Fazladan iki yıllık veri ile, yaklaşık %2'lik büyüme oranı izdüşümü iyimser olacaktır. Dünya 93 mbpd'lük seviyeye hiçbir şekilde yakın değil. Üretimin yakın zamanda bu seviyeye ulaşması olasılık dışı gözüküyor. Gerçekte, eğim, stoğun 90 mbpd'lik bir seviyeye çıkartılması için keskin bir dönüş yapmak zorunda.

    Küresel petrol üretimi birkaç yıl önceki izdüşümlerinden yaklaşık 8 mbpd daha az. Bu büyük düşük enerji stoğundaki ana değişimleri ifade eder. Yeni bir paradigmadır, büyümenin sonunu haber verenlerden bir tanesi.

    Son birkaç yıldaki petrol fiyatlarındaki artış, petrol stoğunun petrol fiyatlarını sabit tutmaya yetecek kadar hızlı bir şekilde artma yetersizliğinden kaynaklanıyor. Petrol stoğunun büyümedeki başarısızlığından bu yana, artan şey petrolün fiyatıdır. Bu, gaz fiyatında da artışa sebep olmuştur.

    Küresel petrol stoğunun büyümesindeki bu yok oluş, kesinlikle petrolün doruğa ulaştığında görülebilecek bir şeydir. Eğer şimdi petrol doruğu değilse, ve petrol üretimi birgün 86 veya 87 mbpd 'e ulaşırsa bile, dünyanın şuan petrol doruğu döneminde olduğu hâlâ oldukça olasıdır.

    Bu veri önümüzdeki ana değişimlerin erken göstergesi olabilir.

    [Kaynak]

    Kutup daha fazla CO2 tutamıyor

    Küresel ısınmanın, Güney Kutbu'nda okyanusun havadaki karbondioksidi emme kapasitesini azalttığı belirlendi.

    Uzmanlar, bunun çok kaygı verici bir durum olduğunu çünkü bu durumda ısınmanın önceki hesaplamalardan daha hızlı ilerleyebileceğini söylüyor.

    Uluslararası uzmanlardan oluşan bir ekibin dört yıl boyunca yaptığı araştırma saygın bilim dergisi Science'da yayımlandı.

    Araştırma, Güney Kutbu'nda sera etkisi yaratan gazların birikmesi ve ozon tabakasındaki incelmenin neden olduğu hava akımları sonucu denizin karbon dioksiti soğurma yani emerek tutma kapasitesinin doyma noktasına geldiğini gösteriyor.

    Bu da suda biriken karbondioksidin de açığa çıkması anlamına geliyor.

    Böyle bir durumun meydana geleceği tahmin ediliyordu ancak uzmanlar bunun tahminlerinden 40 yıl kadar erken yaşandığını söylüyorlar.

    Araştırmanın katılımcılarından Corinne Le Quere'e göre, Güney Okyanusu'nun (Güney Buz Denizi) havadaki karbondioksidi soğurma kapasitesinin doygunluk noktasına ulaşmasının sorumlusu iklim değişikliği.

    Bunun ciddi bir durum olduğunu belirten, East Anglia Üniversitesi öğretim görevlisi Le Quere, iklim değişimiyle ilgili tüm bilgi işlem modellerinin, bu olayın önümüzdeki yüzyıl boyunca yoğunlaşarak süreceğini gösterdiğini ifade etti.

    Bu veriler iklim modellerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirebilir.

    Atmosfere salınan karbon dioksit gibi zehirli gazların yarısı havada kalıyor, geri kalanı ise deniz ve göller ile yerküredeki ormanlar ve toprak tarafından emiliyor.

    Yani denizler, karbondioksitin dörtte birini çökerterek tutuyor.

    Dünyanın dördüncü büyük okyanusu olan Kutup bölgesindeki Güney Okyanusu ise yüzde 15'lik payıyla en büyük 'karbon teknesi' durumunda. Zira karbon dioksit düşük sıcaklıklarda kolayca sıvılaşabilen bir gaz.

    Şimdiye dek zehirli gazların miktarı arttıkça denizler ve yerkürenin tuttuğu gaz miktarının da artacağı varsayılmıştı.

    Bu 'tekneler'de doyma noktasına ancak yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaklaşılacağı varsayılmıştı.

    Ancak son çalışma 1981 yılından bu yana soğurma oranlarının hiç artmadığını gösteriyor.

    Corinne Le Quere, "soğurma oranları 24 yıl öncek düzeylerde kaldı ama karbon dioksit salımı aynı süre içinde yüzde 40 arttı" diyor.

    [BBC / Türkçe]

    Küresel ısınma sağlığı nasıl etkiler?

    Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Günhan Erdem, küresel ısınmanın insan sağlığına olumsuz etkiler yapabileceğini bildirdi.

    Prof. Dr. Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, küresel ısınmanın etkisiyle yaz aylarında beklenen yüksek sıcaklığın, hayvanlar ile insanların davranış değişikliğine neden olabileceğine dikkati çekti.

    Sıcaklığın artmasıyla uykusuz kalan insanlarda huzursuzluk ve depresyonun ortaya çıkabileceğini vurgulayan Erdem, "Huzursuzluk ve depresif yansımalar vücudun bağışıklık sisteminde bozulmalara neden olur" dedi.
    Erdem, sıcaklık düzey ve döneminin uzamasına bağlı olarak ekolojik şartların da değişeceğini, bakterilerin üreme, yaşama ve daha geniş alanlara yayılabilecekleri uyarısında bulundu.

    "TEHLİKELİ HASTALIKLARA DİKKAT"

    Küresel ısınma nedeniyle tatlı su kaynaklarının azalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildiren Erdem, bu durumun geniş çaplı enfeksiyonların ortaya çıkmasına neden olacağını söyledi.

    Enfeksiyonların genişlemesi ile sürelerinin uzamasının enfeksiyon etkeni bakteri ve virüslerin ilaçlara olan direnç mekanizmalarını değiştirebileceğini ifade eden Erdem, "Kullanılan antibiyotikler belki etkisiz kalabilir. Küresel ısınmanın sonuçları çok daha tehlikeli boyutlara ulaşabilir" diye konuştu.

    Prof. Dr. Erdem, bu nedenle yeni antibiyotik bulma arayışının ortaya çıkabileceğine, ısınmanın etkisiyle çevre kirliliğinin şimdikinden daha fazla artabileceğini, bunun da kolera ve tifo gibi hastalıkların nedeni olabileceği uyarısında bulundu.

    [Milliyet]

    Barajlar metan ve küresel ısınma ile bağlantılı

    Brezilyalı bilim insanları dünyadaki büyük barajların her yıl yaklaşık 115 milyon yon metan gazı açığa çıkardığına dair kanıt bulduklarını açıkladılar. Bu açıklama, su-kontrol yapılarını insanın sebep olduğu sera gazlarının en tepesine yerleştiriyor.

    Bu ayın başında yayınlanan bir çalışmada, bilim insanları dünyadaki 52,000 barajın insan aktivitesiyle bağlantılı ısınma etkisinin %4'ünden fazlasını ürettiğini iddia ediyorlar. Rapor ayrıca barajların ve bentlerin tek başına en büyük insan kaynaklı metan kaynağı olduğunu belirtiyor.

    Çevreci gruplar yıllardır barajların nehirleri ve çevresindeki yaşam alanlarını yok ettiğini söyleyerek barajlara karşı mücadele ediyorlardı. Bu yapıların ayrıca küresel ısınmaya sebep olduğu iddiası yeni ve bu iddia su rezervi yönetimleri kadar hidroelektirik endüstrisi tarafından da kabul edilmemekte.

    [Kaynak]

    17.05.2007

    MadenTalepleri

    Bakır talebi bu sene %3.5 arttı “Mevcut talep büyüme oranıyla, dünya her yıl ek olarak 750,000 ton bakıra, 500,000 ton çinkoya, ve iki milyon ton alüminyuma ihtiyaç duyacak."

    Rodyum %6'lık sıçrayışla 27 yılın en en yüksek seviyesine ulaştı “Rodyum metalinin fiyatı bu hafta %6'lık bir sıçrayış yaptı. Rodyum tüccarları, tüketicilerin kesintilerin hızlanacağına dair endişeleri ve buna bağlı olarak Rodyum satın alımındaki artışın sıçrayışa sebep olduğunü söylüyorlar."

    Güney Afrika altın stoğu düşmeye devam ediyor "Elde edilebilecek tüm kolay altın madenleri çıkarıldı."

    Yüksek fiyatlara rağmen altına olan talep artıyor "Dünyanın en büyük altın tüketicisi, Hindistan'daki alıcılar, bu yılın ilk çeyreğinde geçen senekinden %50 daha fazla altın aldılar... Çin tüketimi de yaklaşık üçte bir arttı..."

    16.05.2007

    Dünyayı Kurtarmak İçin 5 Yılımız Kaldı!


    İklim değişikliği felaketinin eşiğindeki dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldığı bildirildi.
    Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012’ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu.
    Sky News’un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, "olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl" diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti.
    WWF’nin "2050 İçin Vizyonlar" raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa "gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları" belirtildi.
    WWF’nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi.
    [Milliyet]

    15.05.2007

    2050'de 1 milyar iklim mültecisi

    Uluslararası bir yardım kuruluşu, küresel ısınma sonucu en az bir milyar insanın mülteci konumuna düşeceği uyarısında bulunuyor.

    Yardım Kuruluşu Christian Aid'in hazırlattığı uyarılarla dolu rapor, iklim değişimine bağlı bu göçlerin gelecek 40 yıl içinde yaşanacağını belirtiyor.

    2050 yılına kadar öngörüleri içeren rapora göre evlerini terkedeceklerin büyük bölümü dünyanın en yoksul ülkelerinde yaşayanlar olacak.

    Küresel ısınmanın neden olacağı, kuraklık, seller ve çevresel değişimler dünyanın bazı bölgelerini yaşanılmaz hale getirecek.

    Örgüt ''İnsan dalgası'' olarak nitelediği; açlık, kıtlık, kuraklık ve sellerden kaynaklanacak dev nüfus hareketlerine karşı derhal harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyor.

    Ancak Christian Aid'in çalışması küresel ısınma mültecilerinin, insanlık tarihinin en büyük nüfus hareketi olacağına dikkat çekiyor.

    Halihazırda çatışmalar ve doğal felaketler nedeniyle evlerinden olanların sayısı 155 milyon civarında.

    Raporun altında imzası olan bilimadamlarından John Davison, kalkınmış ülklerin şimdi harekete geçmeleri gerektiğine dikkat çekiyor:

    John Davison, gelinen noktadan büyük ölçüde sorumlu olduklarını vurguladığı zengin ülkelerin hükümetlerinin ''uyum süreci'' için 100 milyar dolarlık bir fon ayırmaları gerektiğini söylüyor.

    Bu fonun küresel ısınmanın neden olacağı felaketten en fazla zarar görmesi muhtemel ülkelerde yaşayanların yaşam biçimlerini yeni sürece uyarlamalarında yardımcı olacağını vurgulayan John Davison, böylece de, bu insanların kamplara, gecekondulara sürüklenmelerinin önüne geçilebileceğine işaret ediyor.

    Christian Aid, kaynakların zaten kıt olduğu bölgelerdeki nüfus hareketlerinin güvenlik riskleri yaratacağı; bunun ise sonunda dünya çapında istikrarsızlık tehdidi oluşturabileceği görüşünde.

    Davison, felaket tellallığı yapmadıklarını söylüyor, ancak bazı uzmanların tahminlerini mütevazı bulduklarının altını çiziyor.


    [BBC / Türkçe]

    Ankara'nın 200 gün yetecek suyu kaldı

    Gökçek, Ankara'ya içme ve kullanma suyu sağlayan barajlarda 140 milyon metreküp su rezervi kaldığını, çok zor durumda kullanılmak üzere de 100 milyon metreküplük ölü hacim bulunduğunu belirtti.

    ANKARA - Başkentin sadece 200 günlük suyu kalırken Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankaralılara, altı ay içinde kentin 15 yıllık su ihtiyacını karşılama sözü verdi. Gökçek, Kızılırmak suyunu bu kış kente ulaştıracaklarını söyledi.

    Gökçek, Ankara'ya içme ve kullanma suyu sağlayan barajlarda 140 milyon metreküp su rezervi kaldığını, çok zor durumda kullanılmak üzere de 100 milyon metreküplük ölü hacim bulunduğunu belirtti. Kuyulardan da Ankara'nın günlük tüketiminin yaklaşık yüzde 10'u tutarında su çekilebildiğini kaydeden Gökçek, yaz aylarında Ankara'nın günlük su tüketiminin 1 milyon metreküp civarında olduğunu, günde 350 bin metreküp suyun da buharlaştığını anlattı. Gökçek, sonuç olarak Ankara'nın yaklaşık 200 günlük su rezervi kaldığını söyledi.

    Ankara'nın su sorununu kesin olarak çözmek için hem Kızılırmak, hem Bolu Gerede'den su getirmek gerektiğinin hesaplandığını ifade eden Gökçek, Kızılırmak suyunu Ankara'ya 60 kilometre mesafedeki Kesikköprü'den getirme çalışmaları hakkında bilgi verdi:

    "Kızılırmak suyu, 125 km.'lik boru hattıyla İvedik'teki su arıtma tesislerine ulaştırılacak. İnşaat çalışmaları süren boru hattıyla ilgili yakında motor ve pompa istasyonu ihaleleri de yapılacak. Su, altı ay içinde ulaşacak. İki projenin maliyeti 700 milyon dolar."

    [Radikal]

    14.05.2007

    'Biyoyakıta Yöneliş Yarardan Çok Zarar Getirebilir'

    Birleşmiş Milletler, dünyanın birçok yerinde bitkilerden yakıt elde etmek amacıyla kontrolsüz adım atılmasının yarardan çok zarar getirebileceği uyarısında bulundu.
    Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bioyakıtlarla ilgili en kapsamlı raporda, bitkilerden yakıt elde etme yönteminin hem insanların yaşam koşulları hem de çevre üzerinde ciddi etkileri olabileceğine dikkat çekildi.
    Doğru politikalarla uygulanmadan bioyakıtlara yönelmenin ormanların yokolma sürecini hızlandıracağı ve ciddi gıda sıkıntısına yol açabileceği uyarısında bulunuldu.

    Raporda tarım alanlarının giderek daha geniş biçimde biyoyakıt elde edilen bitkilere ayrılmasının, gıda ürünlerini daha da pahalı hale getireceğine ve yoksulluğu artıracağına işaret edildi.

    ABD, motorlu araçlarda yakıt olarak kullanılabilen etanol elde etmek amacıyla, mısır üretiminin artırılmasını teşvik ediyor. Avrupa Birliği de 2020 yılına kadar motorlu araçlarda kullanılan yakıtın % 10’unun bitkilerden elde edilmesini hedefliyor.
    [Kaynak]

    10.05.2007

    Çamaltı Tuzlası elden gidiyor

    ENGİN YAVUZ İZMİR
    Gediz Nehri'nin Çiğli Sasalı yakınlarında denize döküldüğü deltanın uç kısmında yer alan ve ilk olarak 1800'lü yıllarda tuz çıkarıldığı belirtilen Tekel'in Çamaltı Tuzlası da özelleştiriliyor. Dünyanın en önemli su kuşu koruma ve üreme alanı olarak kabul edilen 5 bin hektar genişliğindeki Kuş Cenneti ile birlikte 8 bin hektarlık bir alanı kaplayan Çamaltı Tuzlası'nın özelleştirilmesi ile ilgili tüm işlemlerin tamamlandığı ve ihalenin önümüzdeki günlerde yapılacağı bildirildi.

    'PEŞKEŞ ÇEKİLECEK'
    Edinilen bilgilere göre, ilk olarak Makedonyalılar tarafından işletilen, 1863 yılında İtal-yanlar'a satılan ve son olarak 1933 yılında Tekel Genel Müdürlüğü'ne devredilen Çamaltı Tuzlası İşletmesi'nde yılda yaklaşık 500 bin ton tuz üretiliyor. Üretilen tuzun 250 bin tonu Aliağa'daki Petkim İşletme-si'ne satılırken, bir bölümü iç piyasaya veriliyor. Her yılın üretilen tuzun yüzde 35'i stok olarak kaldığı halde, işletmenin tuz satışından üç ayda elde ettiği gelirin 6 milyon dolar olduğu bildirildi.

    Özelleştirme öncesinde tesislerde uzun süren bir inceleme yaparak rapor hazırlayan uzmanlardan biri, bu haliyle Çamaltı Tuzlası İşletmesi'nin peşkeş çekilmek istendiğini belirterek şu bilgileri verdi:

    "Bugünlerde ihaleye çıkacaklar. Yaklaşık 8-10 milyon dolar bedelle bu tesisleri devralacak firma, aynı zamanda tuzlanın idari binalarıyla işçi lojmanlarının, tuz yıkama tesislerinin, Tekel'e ait 40 büyük tütün ambarının ve yaklaşık 30 bin dekarlık arazinin de sahibi olacak. İhale için para ödeyecek firma ödediği paranın 6 milyon dolarını zaten üç ayda geri alacak. Burası para kazanan bir yer, niye özelleştirilecek, benim mantığım bunu almıyor. Ancak duyumlarıma göre buraya talip olan firmaların öncelikli hedefi Alsancak Limanı için araziye geniş kontey-ner depolama alanları kurmak. Tekel'e ait büyük depoların da Atatürk Organize Sanayi Bölgesi'ndeki firmalara kiralanacağını biliyoruz."

    'BALIK ÇİFTLİKLERİ TAŞINSIN'
    Çamaltı Tuzlası alanı içine konteyner depolama alanı kurulmasının doğal bütünlüğe hançer saplamak olacağını belirten İZSU Genel Müdürü İsmet Halim Gürsoy ise, bu bölgenin Doğal Yaşam Parkı, Kent Ormanı ve Kuş Cenneti ile bir bütünlük oluşturduğunu hatırlattı. Gürsoy, "Bu girişim aynı zamanda körfez koridoruna da darbe vuracak. Kuş beslenme alanı bundan zarar görecek" diye konuştu.

    Bu bütünlüğü bozmadan bu alanı daha verimli değerlendirmenin de yolları bulunduğunu belirten İZSU Genel Müdürü Gürsoy şunları söyledi:

    "Çevre ve Orman Bakanlığı balık çiftliklerine taşınmaları için 18 ay süre verdi ve bu sürenin önemli bir bölümü bitti. Çiftlik sahiplerinin bu süreyi uzatmak için uğraştıklarını duyuyoruz. Para kazandığı halde sektör kara tuzuna yöneldiği için verimliliği gün geçtikçe kaybedecek olan Çamaltı Tuzlası'nın işlerliğini sürdürmek için en uygun proje Türkiye sahillerindeki bütün balık çiftçliklerinin bu alana taşınmasıdır. Çamaltı Tuzla bölgesinin sahil kesiminde derinliği 1.5-2 metre olan toplam genişliği 2 bin dekara ulaşacak bölümünde, havuzların içinde yaklaşık 200 balık çiftçliği kurulabilir. Havuz içinde balık çiftliği kurulması hem denizin kirlenmesinin önüne geçecek, hem de bu bölgede en önemli gıdaları balık olan kuş varlığının yaşamını sürdürmesine katkıda bulunmuş olacak, hem de bu alanın bütünlüğü bozacak bazı girişimleri de şimdiden önlemiş olacaktır. Balık çiftlikleri doğal yapıyı da zenginleştirecektir."

    30 bin flamingonun konak yeri
    ÇAMALTI Tuzlası'nın 8 bin hektara ulaşan alanı içinde yer alan Kuş Cenneti, 250 kuş türüne ev sahipliği yapıyor. 1982 yılında Su Kuşları Üreme ve Koruma Sahası olan ilan edilen bölgenin en önemli konukları, dünyada nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan flamingolar... Bölgede yaklaşık 30 bin flamingonun barındığı biliniyor. Ayrıca nesli tehlikede olan tepeli pelikanlar ile Ege'de çok az sayıda kaldığı bilinen yalıçapkını kuşu da bu alanda yaşıyor.

    [Birgün]

    Nükleer tasarı yasalaştı

    ÖZLEM ZORCAN ANKARA

    Gündeme geldiğinde büyük tartışma yaratan, nükleer enerji santrallerinin kurulmasını içeren tasarı, erken seçim tartışmalarının yaşandığı bir dönemde Meclis Genel Kurulu'nda sessiz sedasız kabul edilerek yasalaştı. Kanunla özel sektör ve kamunun nükleer satral yapabilmesinin önü açılıyor, ayrıca özel sektör-kamu ortaklığına da olanak tanınırken, Türkiye Çevre Platformu (TÜR-ÇEP) Dönem Sekreteri Caner Gökbayrak, 'Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun'un tek kelimeyle oldu bittiye getirildiğini söyledi.

    Kanunla ilgili olarak gözler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e çevrilirken, uzmanlar Sezer'in, Türkiye'yi büyük bir nükleer maceraya sürükleyecek bu kanuna geçit vermeyeceğini ve 15 günlük inceleme süresinin ardından kanunu bir kez daha görüşülmek üzere Meclis'e göndereceğini iddia ediyorlar.

    'GELECEĞİMİZ İPOTEK ALTINA ALINDI'
    TÜRÇEP Dönem Sekreteri Gökbayrak, "Tüm dünyanın su, rüzgar, güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yöneldiği ve nükleer enerji gibi son derece riskli ve pahalı bir teknolojiyi terk ettiği bir süreçte bu kanunun 'yangından mal kaçırırcasına' Meclis'ten geçirilmesi, toplum yararı ve siyasi etik ilkelerine aykırıdır" dedi. Demokratik hukuk devletlerinde, böylesine önemli bir konunun, 'yönetime katılım ve şeffaflık ilkesi' uyarınca, toplumun tüm kesimlerinde ciddi bir tartışmaya açılması gerektiğini vurgulayan Gökbayrak şunları kaydetti: "Kanun çıkarılırken sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının, sendikaların, işveren kuruluşlarının ve akademi dünyasının görüşleri alınmamıştır.

    Yurttaşlar, nükleer enerji sektörünün, bütçeye getireceği dış borç yükünü, çevre sağlığı ile insan hakları açısından risklerini ve özellikle nükleer atıkların yaratacağı sorunlar hakkında bilgilendirilmemiştir. Ülkedeki herkesin geleceğini ipotek altına alabilecek fevkalade sakıncalı maddeler içeren bu kanunun siyasi ömrünü tamamlamış olan Meclis'te görüşülmüş olması kesinlikle meşru değildir."

    EMO: YANGINDAN MAL KAÇIRIR GİBİ
    'Nükleer Güç Santrallerinin Kurulmasına İlişkin Kanun'a tepki gösteren TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu da, "AKP Hükümeti'nin giderayak Meclis'ten geçirdiği nükleer güç santrallerinin kurulması ve işletilmesi haldondaki kanun halka ihanet kanunudur" açıklamasında bulundu. Söz konusu kanunun Meclis Genel Kurulu'nda yangından mal kaçırır gibi kabul edildiğinin ifade edildiği açıklamada, bilim insanlarının ortaya koydukları bildirgelere, nükleer santralların kurulmak istendiği Sinop ve Mersin Akkuyu'daki yöre halkının karşı duruşuna, ülke çapındaki tepkiye rağmen nükleer santralda ısrar edildiği kaydedildi.

    Nükleer enerjinin, enerjideki dışa bağımlılığı daha da artıracağının vurgulandığı açıklamada şu görüşler yer aldı: "Türkiye gibi deprem kuşağında olan, güvenlik kültürünün yerleşmediği, siyasal iktidarların bilim adamları ve meslek odalarını hiçe sayan politikalarla günü kurtarmaya çalıştığı bir ülkede nükleer enerji santralları ekstra tehlike kaynağı olacaktır. Türkiye'deki bütün nükleer enerji santralı kurma çalışmalarına son verilmeli ve enerji alanındaki özelleştirme politikalarından vazgeçilmelidir. AKP Hükümeti'nin Meclis'ten geçirdiği bu yasa kağıt üzerinde kalmaya mahkum olacaktır."

    Kanunun tartışmalı maddeleri
    Greenpeace'in tasarıda "akıl almaz" bulup altını çizdiği maddeler şöyle:

    * Tasarı, 3. maddesiyle nükleer enerjiye alım garantisi vererek, nükleer enerjiye karşı olan Türkiye halkına 15 yıl süreyle zorla nükleer elektrik satmayı öngörüyor.

    * Bakanlar Kurulu 7. madde ile, teşvik verme yetkisini kullanırken, vatandaşın vergileri de bu pahalı enerji için kullanılacak.

    * Tasarının 6. Maddesi ise Kamu-Özel Sektör ortaklığının önünü açıyor. Bu gerçekleştirilirse yatırım maliyetleri 5 milyar dolara varacak tek bir santralin tüm finansal yükü yine devletin üzerine atılırken özel sektörün kâr etmesi sağlanabilir. Ayrıca madde, bu hükümet döneminde çıkarılmış enerji yasasıyla çelişiyor.

    * Tasarıda geçici madde 1 ile Türkiye Atom Enerji Kurumu'na (TAEK) bilgi ve deneyimi olmadığı halde sorumluluklar veriliyor.

    * Kaza olması durumunda şirketin Paris Sözleşmesi'ne göre sınırlandırılması kesinlikle yeterli değil. Paris Sözleşmesi bu yükümlülüğü 700 milyon avro olarak belirliyor. Devletin yükümlülüğü ise 500 milyon avro. Çernobil kazasının ekonomik bedelinin yaklaşık 300 milyar avroya denk olduğu gerçeğinden yola çıkılırsa bu rakam 'devede kulak'.

    [Birgün]

    Yatağan’da kirliliğe hapis cezası

    Muğla’daki Yatağan Termik Santralı’nın Teknik Müdür Yardımcısı ile iki kimya mühendisi, hava kirliliğine neden oldukları gerekçesiyle 6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Hapis cezası, daha sonra para cezasına çevrildi.

    MUĞLA - Avukat Nuray Şahbudak, 8, 23, 25 Kasım ve 16 Aralık 2006 ile 8 Ocak 2007 tarihlerinde havadaki kirlilik değerleri aşıldığı gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na santral yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu.

    Yatağan Termik Santralı yöneticilerinin havayı kasten kirlettiklerini öne süren Şahbudak’ın şikayeti üzerine Yatağan Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

    Hakim karşısına çıkan Teknik Müdür yardımcısı Harun Sarı, kimya mühendisleri Yılmaz Gülçay ve Olcay Bilgir, suçlamaları reddetti.

    Üniteleri devreden çıkarma yetkilerinin olmadığını belirten zanlılar, sorumlu işletme müdürü ve işletme teknik müdürünün olaydan sorumlu olduğunu öne sürdüler.

    Duruşma sonunda 3 zanlı için, TCK’nın “çevreyi kasten kirletme suçu”ndan 6’şar ay hapis cezası verildi.

    Ceza daha sonra 4 bin 500’er YTL para cezasına çevrildi.

    [NTVMSNBC]

    BM'den biyoyakıtlara karşı uyarı

    Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan bir raporda, dünyanın birçok yerinde bitkilerden yakıt elde etmek amacıyla hızla adım atılmasının yarardan çok zarar getirebileceği uyarısında bulunuluyor.

    Birleşmiş Milletlere bağlı tüm kurumların katılımıyla hazırlanan ve biyoyakıtların faydaları ile risklerini inceleyen en kapsamlı çalışma olan raporda, bitkilerden yakıt elde etme yönteminin hem insanların yaşam koşulları, hem de çevre üzerinde ciddi etkileri olabileceğine dikkat çekiliyor.

    Rapor, doğru politikalar eşliğinde uygulanmadığı takdirde, hızla biyoyakıtlara yönelmenin ormanların yokolma sürecini hızlandıracağını, küçük çiftçilerin topraklarını kaybetmelerine neden olabileceğini, ciddi gıda sıkıntısı yaratabileceğini ve yoksulluğu arttırabileceğini vurguluyor.

    Hurma, mısır, şeker kamışı ve soya gibi biyoyakıt üretiminde kullanılan bitkilerin ele alındığı raporda, otomobil sürücülerinin, çevreye daha az zarar vererek, çok miktarda yakıt tüketen araç kullanmaya devam edebilmeleri için zengin ülkelerin bu bitkilerin üretiminin geliştirilmesini teşvik ettiği belirtiliyor.

    Amerika Birleşik Devletleri, motorlu araçlarda yakıt olarak kullanılabilen etanol elde etmek amacıyla, mısır üretmeleri için çiftçilerine büyük mali destek veriyor.

    Avrupa Birliği de 2020 yılına kadar motorlu araçlarda kullanılan yakıtın %10'unun bitkilerden gelmesini hedefliyor.

    Uluslararası şirketler biyoyakıt sektörünün vaadettiği büyük kârlardan paylarını arttırmak için büyük bir rekabet içinde.

    Birleşmiş Milletler raporu, biyoyakıtların ciddi faydalar sağlayabileceğine de dikkat çekiyor.

    Tarım atıkları veya orman atıkları ile çalışan enerji santralları sayesinde kırsal alanlarda yaşayan insanların refah düzeyinin yükseltilebileceğine işaret ediliyor.

    Fakat raporun yazarları, büyük ölçekli tarımın biyoyakıt elde etmek için düzenlenmesinin, toprak erozyonuna neden olabileceği ve iklim değişikliğini sabitlemek için hayati önemi olan doğal ormanların imhasına yol açabileceği uyarısında da bulunuyorlar.

    BM raporunda ayrıca, tarım alanlarının giderek daha geniş biçimde biyoyakıt elde edilen bitkilere ayrılmasının, gıda maddelerini daha da pahalı hale getireceğine ve yoksul insanları daha da yoksullaştıracağına işaret ediliyor.

    [BBC/Türkçe]

    9.05.2007

    Nijerya'da boru hatlarına saldırı

    Nijerya'nın ana petrol üretim deltasında faaliyet gösteren militan örgüt, ülkenin güneyindeki üç büyük boru hattını bombaladığını duyurdu.

    Kendilerini "Nijer Deltası'nın Özgürleştirilmesi Hareketi" diye adlandıran örgüt, dün gece meydana gelen saldırıların sorumluluğunu üstlendi.

    Boru hatlarına düzenlenen baskınlar, hükümet yetkililer tarafından da doğrulandı.

    Afrika'nın en büyük petrol üreticisi olan Nijerya'da geçen yıl militanların saldırıları yüzünden petrol üretimi dörtte birin üzerinde bir oranda düştü.

    Boru hatlarından en az biri, İtalyan petrol devi Agip'in işlettiği büyük bir ihracat terminaline hizmet veriyor.

    Nijerya'daki boru hatlarının saldırılar için kolay hedefler olduklarını söylemek yanlış olmaz.

    Nijer Deltası çevresindeki bataklıklar ve dereleri çaprazlamasına geçen boru hatları genellikle toprağın üzerine döşeli.

    Dolayısıyla bu hatlara düzenlenecek tek bir saldırı bile üretimi ve ihracatı büyük ölçüde etkileyebiliyor.

    Geçen ay aynı militan örgütün düzenlediği saldırılar yüzünden petrol üretimi dörtte birin üzerinde düşürülmüş; bu da hükümetin petrol gelirlerinin gözle görülür oranda azalmasına neden olmuştu.

    "Nijer Deltası'nın Özgürleştirilmesi Hareketi", bölgedeki petrol gelirlerinde söz sahibi olmak amacıyla ve petrol kirliliği için tazminat ödenmesi talebiyle mücadele ettiklerini söylüyor.

    Ama geçen yılki baskınlardan bu yana, delta çevresindeki örgüt faaliyetleri, adam kaçırma vakalarıyla sınırlanmış durumda.

    Peki, o zamandan bu zamana değişen ne oldu?

    Nijerya nihayetinde bir değişim sürecinden geçiyor.

    Tartışmalı geçen genel seçimlerin ardından, yeni hükümetin bu ay ilerleyen günlerde göreve başlaması bekleniyor.

    Hükümet deltada yaşanan krizi çözmeye kararlı, bu da epey bir mali fon ayrılması anlamına geliyor.

    Militanlar, hükümetin, çözümün ancak kendileri de söz sahibi olduklarında sağlanabileceğini anlamasını istiyorlar.

    [BBC/Türkçe]

    "5 Milyar İnsan Çevre İçin Ölmeli"


    Deniz Çobanı adlı çevreci grup, küresel ısınma gibi felaketlere karşı ilginç bir çözüm buldu: Dünyadaki 6 milyarlık insan nüfusu 1 milyarın altına düşürülmeli

    Deniz Çobanı (Sea Shepherd) adlı radikal çevreci grubun kurucusu ve başkanı olan Kanadalı Paul Watson, dünyanın çevre felaketlerinden kurtarılması için halen 6 milyar olan dünyadaki insan nüfusunun acilen ve kararlılıkla 1 milyarın altına düşürülmesi gerektiğini ifade etti. Balinaların insanlardan daha önemli varlıklar olduğunu belirten Watson insanları "doğayı kemiren virüslere" benzetirken, "Gezegenimizi yok etmeye son verelim" dedi.
    Her şey doğa için
    Watson'ın insanlığın geleceği için 'olmazsa olmaz' saydığı ilginç fikirleri arasında şunlar var:
    # Hiçbir şehir 20.000'den fazla nüfusa sahip olmamalı.
    # Evcil hayvan beslemek yasaklanmalı.
    # İnsanlar ve hayvanlar tamamen ayrı hayatlar yaşamalı.
    # Deniz ulaşımında yelkenli; hava ulaşımında ise güneş enerjili balon kullanılmalı.
    # İnsanlar tekrar ilkel koşullarda yaşamalı.

    8.05.2007

    400 yılın sıcağına hazır mısınız?

    '1998, son 400 yılın en sıcak yılıydı. 2007 daha da sıcak olacak' diyen Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu, 1960'lara göre son 10 yılda afet sayısının üç, sigorta kayıplarının 15 kat arttığını söyledi

    AA - ANTALYA - Tüm dünyada orta şiddetli yağışların azaldığını ve şiddetli yağışın arttığını vurgulayan Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu, 2007 yılı ve ötesi için karanlık tablo çizdi. 1998'in son 400 yılın en sıcak yılı olduğunu söyleyen İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ve Afet Yönetimi Merkezi öğretim üyesi Prof. Dr. Kadıoğlu, "2007 daha da sıcak olacak" dedi.
    Sıcak hava dalgaları nedeniyle 2003 yazında Avrupa 'da 35 bin kişinin öldüğünü hatırlatan Kadıoğlu, Antalya 'da nemle beraber hava sıcaklığı 40.6 dereceyi aştığı zamanlarda hissedilen hava sıcaklığı dalgası alarmı verilmesi gerektiğini savundu.
    1960'larla kıyaslandığında son 10 yılda afet sayısının üç, ekonomik kayıpların dokuz, sigorta kayıplarının 15 kat arttığını belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, Türkiye'yi bekleyen tabloyu da şöyle çizdi:

    2030 yılında Türkiye

  • 2030 yılında sıcaklıklar kışın iki, yazınsa üç derece artacak. İç Anadolu Bölgesi çölleşecek, Karadeniz Bölgesi'nde yağışlar artacak, Ege ve Akdeniz bölgeleri kuraklaşacak. Orman yangınları artacak.
  • Sıcak hava dalgaları ölümlere neden olacak. Tarımsal haşereler artacak. Kırım kongo kanamalı ateşi (KKKA) ve sıtma gibi böceklerle taşınan hastalıklar çoğalacak.
  • Deniz suyu seviyesi 59 santimetre yükselecek, Türkiye kıyılarındaki 10 milyon insan bu durumdan etkilenecek. Deniz suyu 10 santimetre yükseldiğinde bile, kıyının 10 metrelik bölümü yok oluyor.

    Kuraklık da seller de artacak

  • Özellikle Akdeniz Bölgesi'nde azalan yağmur şiddetini artıracak. Ani seller, şiddetli yağış ve yıldırımlar olabilecek.
  • İstanbul'da kışın sıcaklık 1 derece artarsa ısı enerjisinden ortalama yüzde 10 tasarruf edilecek ama buna karşın yazın her 1 derecelik sıcaklık artışında Adana'da klima ihtiyacı yüzde 30 artacak.
  • Tarım arazileri yüzde 20 yok olacak.
    Prof. Dr. Kadıoğlu, bütün bu olumsuzlukları en aza indirmek için bireylerin üzerine düşenleri de şöyle sıraladı:
    "Plastik madde kullanımını azaltın, torbaları tekrar tekrar kullanın. Daha az karbondioksit için çöpleri geri dönüşüme katın. Sebzeleri elde değil kapta yıkayarak, dört kişilik bir aile yılda 18 ton su kurtarır. Beş dakikalık duşla yetinin. Diş fırçalarken, tıraş olurken suyu kapatın. Günde 75 kere duş yapabilecek suyu kurtarmak için damlayan muslukları tamir ettirin. Günde bir kere bile gereksiz yere sifonu çekmeyerek yılda 16 ton su kurtarın. Dört kişilik aile bulaşığını elde yıkarsa 126 litre, makinede yıkarsa 12 litre su kullanır. Kullanmadığınızda bilgisayarı kapatın, bir yılda yüzde 83 enerji tasarruf edin."
  • [Radikal]

    6.05.2007

    Tersane mücadelesine şiddet karıştı

    Yalova'daki verimli tarım arazilerine yapılan tersaneye karşı çıkan Filiz Fidan saldırıya uğradı. Daha önce de tehdit alan Fidan, mücadelesini sürdürecek

    İSTANBUL - Yalova Kivi Üreticileri Birliği'nin başkanı Filiz Fidan, 28 Nisan'da evine giren bir kişinin tekme tokat saldırısına uğradı. Saldırgan, vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan 56 yaşındaki Fidan'a şu sözleri söyledi: "Tersaneyle uğraşma."

    Yalova'nın Altınova ilçesi ve Subaşı Beldesi sınırları içinde yapılması planlanan tersane projesi, hakkında 2005 yılından beri birçok dava açıldı. Her çeşit sebze ve elma, şeftali, armut, ayva, kiraz, vişne, kivi, çilek gibi meyvelerin yetiştiği, dış mekân ve süs bitkilerinin yüzde 65'inin üretildiği bölgede, Türkiye'nin en modern seraları yer alıyor. Kimi vatandaşlarsa istihdam sağlayacak diye tersane projesini desteklerken kimileriyse çevre zarar göreceği için buna karşı çıkıyor. Tartışmalar devam ederken tersanedeki çalışmalar tüm hızıyla sürüyor.

    Yerde tekmelediler
    Subaşı Belediye Başkanı Ali Ekber Fidan'ın eşi olan Filiz Fidan, yaşadıkları bölgeye çok büyük zararı dokunduğunu ve faaliyetlerinde hukukdışı uygulamalar olduğunu ileri sürdüğü Yalova'daki tersaneye karşı mücadele veren kişilerden biri.

    İki yıldır ailesinin devamlı tehdit aldığını vurgulayan Fidan, 28 Nisan'da saldırıya uğradı. Fidan, korku dolu anları şöyle anlattı: "Kapıyı çalan temiz giyimliydi, bana ismini söylediği bir mühendisin evini sordu. Bilmediğimi söyledim, o anda birden üzerime atıldı. Yumruk attı, yere düştüm tekmelemeye başladı. Bir yandan vururken diğer yandan 'Tersane işleriyle uğraşma' diye bağırıyordu. Çığlık attım. Diğer mahalleden duyanlar gelmiş. Yerde öleceğimi düşündüm. Sonra kaçıp gitti. Taksiye binmiş. Taksi şoförü polise saldırganı otobüs terminaline bıraktığını söylemiş."

    Saldırıdan sonra sağlık ocağına giden Fidan, dudağında yırtık, kulağıda yumruk darbesi, elinde morluk, bel tarafında da darp izlerine rastlandığına dair doktor raporu aldığını söyledi. Tehditlerden korkmadığını belirten Fidan, "Her ne olursa olsun mücadelemize devam edeceğiz" dedi.

    [Radikal]

    5.05.2007

    İçimizdeki mikro ekoloji değişiyor

    Bazı bilim insanlarına göre biz temizliği abartıyoruz. Bakterileri bu şekilde yok etmemiz egzama, bağırsak düzensizlikleri ve hatta şeker hastalığı gibi sorunlar olarak bize geri dönebilir.

    Beyazsaray Alternatif Tıp Komisyonunun eski üyesi, Dr. Joseph E. Pizzorno Jr. , probiyotik (bakteri içerikli haplar) verilen ekzama hastalarında yüzde 80 iyileşme oranı görüldüğünü belirtiyor.

    50 TRİLYON BAKTERİ

    Dr. Pizzorno bağırsak düzensizliklerinde, akne tedavisinde hatta adet öncesi sendromu tedavisinde bile probiyotikleri kullandığını belirtiyor. Ve ona göre kronik rahatsızlıklarda bu bakteri tedavisine olumlu cevap vermeyen rahatsızlık yok. Klinik deneyler henüz tamamlanmış olmasa da vücudun bakteri düzenine müdahale etmek faydalı görünüyor.

    Basit rakamlarla açıklamak gerekirse vücudumuzdaki bakteri hücrelerinin sayısı bizim kendi hücre sayımızın 10 katı, mesela sadece sindirim sisteminde yaşayan 50 trilyon bakteri var. Bilim insanları bakteriler hakkında daha çok şey öğrendikçe de bu küçük varlıklar ve bizim sağlığımız arasındaki simbiyoz ilişki daha netleş-meye başlıyor.

    NYU Tıp Merkezi'nden Dr. Martin Balser gut hastalığı araştırmalarında öncü hekimlerden biri olarak diyor ki; " İnsan vücudunda yaşayan mikroplar çok eski varlıklar ve bizim sağlığımıza faydalı oldukları için evrim sürecinde seçilerek bugünlere kadar geldiler."

    Bilim insanlarına göre yaşamın erken dönemlerinde mikrobiyal enfeksiyonlara maruz kalmak iyi huylu iltihaplara sebep olmakla beraber ilerki dönemlerde vücudun patojenlere ve kirleticilere karşı verdiği tepkileri geliştiriyor. Çocuklukta mikrobik rahatsızlıklara kalmamamız ilerde bağışıklık sistemimizde dengesizliklere sebep olabiliyor.

    BEDENİN PSİKOLOJİK TEPKİSİ

    Blaser bugün tıptaki en büyük sorunların ateşli kronik hastalıklar ile ilgili olduğunu söylüyor. Eklem iltihabı, deri veremi, ekzama ve mültipl skleroz gibi rahatsızlıkların ortaya çıkmasının iki sebebi olabilir; bunlar otoimmün veya genetik hastalıklar ya da bu hastalıklar vüdumuzdaki değişen mikrobik ortama bedenimizin psikolojik bir tepkisi. Blaser son olarak şunu ekliyor: "Değişen küresel ısınma ile değişen makro-ekoloji herkesin kabul ettiği bir gerçek. Aynı şekilde bizim içimizdeki mikro ekoloji de sürekli olarak değişiyor."

    [Birgün Yaşam]

    Küresel gaz kesintisine karşı uyarı

    Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), yatırıma daha fazla para akıtılmazsa, yakınlarda gözüken küresel bir gaz kesintisine karşı uyarıda bulundu.


    Paris merkezli IEA, gazın önümüzdeki on yılda çok daha egemen bir rol alacağını ve stoğun bunu karşılamak için büyütülmesi gerektiğini söyledi. Tüketici ülkeler acil ihtiyaç stokları kurmakla ilgilenirlerken, bu çaba "problem için basit bir çözüm" olmayacak.

    [Kaynak]

    Kablosuz internetin sağlık risklerine karşı uyarı

    [Cep telefonlarından sonra, şimdi de kablosuz internet patlaması yaşıyoruz. Hemen hemen neredeyse her yerde radyo emisyonlarına maruz kalmaya devam.]

    Mobil telefon güvenliği araştırma komitesinin başkanı, Profesör Lawrie Challis, wi-fi (kablosuz internet) ağlarından kaynaklanan radyo emisyonu üzerine dikkat çekti.

    Özellikle sınıflardaki emisyon seviyeleri üzerine çok az çalışmanın yapıldığından kaygılandığını ve eğer sağlık problemleri ortaya çıkacaksa çocuklarda özellikle çok daha ciddi boyutlarda olacağına inandığını dile getirdi.

    Prof. Challis, mobil telefonların potansiyel sağlık risklerini araştırmak için Hükümet ve endüstri tarafından finans sağlanan, £8.4 milyonluk bir araştırmanın başkanlığını yürütüyor.

    Daha fazla araştırma yapılana kadar, kablosuz internete sahip diz üstü bilgisayarların özellikle çocuklar tarafından belirli bir güvenlik mesafesinden kullanılmasının iyi olabileceğini açıkladı.


    [Kaynak]

    Orangutan nesli tükenebilir

    Büyük kuyruksuz maymun ailesinin bir parçası olan orangutan, yakında, nesli tükenen diğer hayvan gruplarının bir parçası olabilir.

    Orangutan popülasyonunun azalmasındaki ana faktör, pek çok abur cubur besin, kozmetik ürünler ve deterjanlarda bulunan hurma yağınının artan kullanımıdır. Hurma yağı, Afrika yağlı hurma ağacının meyvelerinden elde edilir, ve orangutanların doğal ortamlarının çoğu, daha fazla yağlı hurma plantasyonu elde etmek için yok edilmektedir.

    Birleşmiş Milletler, orangutanların beş ila on yıl içersinde nesillerinin tükenebileceğini tahmin ediyor.

    [Kaynak]

    4.05.2007

    Hayvan hakları eylemcilerine karşı baskın ve tutuklama

    Kent polisi, hayvan hakları aşırılığıyle ilgili soruşturma sonrası tutuklanan dokuz kişi şantaj girişimiyle tutuklandığını açıkladı.

    Yaklaşık 700 polis ve destek birimi İngiltere, Belçika ve Hollanda'daki adreslere, Salı günü baskın gerçekleştirmiş ve 32 tutuklama gerçekleşmişti.

    Yirmi kişi kefaletle serbest bırakıldı. Glasgow'dan bir kişi ise herhangi bir suçlama olmadan serbest bırakıldı.

    Polis iki kişinin daha sorgulanması için 36 saatlik ek süre aldı.

    Kraliyet Takibat Servisi yedi kişinin şantaja kalkışmakla ve diğer iki kişinin ise kişisel olarak şantaj yapmakla suçlandığını açıkladı.

    Hampshire'daki yedi adreste sekiz kişi tutuklanmıştı.

    Berkshire, Kent, Lancashire, London, Merseyside, Northumbria, Oxford, Surrey, Sussex, Worcestershire, Yorkshire, Glasgow ve Aberdare'de baskın yapılan ve araştırılan 21 farklı adres daha bulunuyor.

    Hollanda'da iki ve Belçika'da bir açıklanmayan adreslere de baskınlar gerçekleştirildi fakat hiçbir tutuklama yapılmadı.

    [BBC/UK]

    Arılar Gelmezse ABD'li "Su ve Ekmeğe Talim Eder"

    Arıların dörtte biri birkaç ayda yok oldu.

    Ülkedeki balarısı nüfusunun dörtte birini son birkaç ayda esrarlı biçimde yitiren ABD ciddi beslenme kriziyle karşılaşabilir. ABD, Tarım Bakanlığı yetkilileri, insan için gerekli besinlerin yaklaşık üçte birinin böcekler aracılığıyla döllenen bitkilerden geldiğini, bu şekilde yapılan döllenmenin yüzde 80'ini de balarılarının gerçekleştirdiğini kaydediyor. Bakanlığın arıcılık ve döllenme programı yöneticisi Kevin Hackett, balarılarının yok olmasının önüne geçilemezse nüfusun 'su ve ekmeğe talim edebileceği' uyarısında bulundu. Uzmanlar başta elma, ceviz, soya fasulyesi, brokoli, kereviz, kabak, hıyar gibi günlük yiyecekler olmak üzere 90'dan fazla sebze-meyve türünün üremek için böceklerin aracılığına bağımlı olduğunu, bal-arısı nüfusunun azalmasının bu ürünlerde de azalmaya yol açacağını belirtiyor. Bilim çevrelerinin 'Kovan Çöküş Düzensizliği' adı taktığı esrarlı yok oluşun nedeni hâlâ saptanamadı
    [Radikal]

    3.05.2007

    Karadeniz'de Birşeyler Oluyor!

    Hamsilerin diyarı Karadeniz'i tropik balıklar bastı..

    Türkiye'de küresel ısınmanın etkileri giderek daha gözle görülür hale geliyor. Isınmanın etkisiyle tropikal bölgelerde görülen canlı türlerine Türkiye'de de rastlanıyor.

    Küresel ısınmanın denizlerimizdeki etkisini araştıran Türk Deniz Araştırmaları Vakfı yetkilileri, "Marmara'da, Akdeniz balıkları ve canlıları olan sardalye, kupes, salpa, günbalığı, karavida görülürken, Karadeniz'de ise yine Akdeniz'e özgü baraküda mığrı ve peygamberbalığı görülmeye başlandı" dedi. Bu arada Karadeniz'de hamsi, çaça, mersinbalığı ve alabalık, Ege ve Akdeniz'de ise deniz kaplumbağalarının küresel ısınma nedeniyle tehdit altında olduğu vurgulandı

    [Milliyet]

    1.05.2007

    Bursa'nın içme suyu tehdit altında

    BURSA'nın su ihtiyacının önemli bölümünün karşılandığı Uludağ'daki su kaynaklarının oteller, Nilüfer Çayı'nın ise evsel atıklar yüzünden kirlendiği iddia edildi. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Vahap Sınmaz, kaynak sularının, Valilik ve İl Özel İdaresi'nce kiralama yoluyla özel firmalara tahsis edildiğini ifade ederek, Türkiye'deki önemli hazır su firmalarının Bursa'da kurulu olduğunu ve üretim miktarları hakkında bilgilerinin bulunmadığını kaydetti. Sınmaz, Uludağ'daki su kaynaklarının zirvedeki oteller, Nilüfer Çayı'nın da Doğancı Barajı havzasındaki köylerin atıkları yüzünden kirlendiğini savunarak, oteller bölgesindeki atık suların önlem alınmadan boşaltılması nedeniyle Kaplıkaya Deresi'nin de yıllardır su kaynağı olarak kullanılamadığına dikkat çekti.

    [AA]

    YAŞASIN 1 MAYIS!



    Anarşistler, İstanbul'da, İzmir'de Ankara'da 1 Mayıs alanlarındalar. Ayrıntılı bilgi için : Anarşi.Org

    Gün gelecek sessizliğimiz şimdi boğmakta olduğunuz sesimizden çok daha güçlü olacak*

    1886´da Amerika Emek Federasyonu´nun 1 Mayıs gününden itibaren çalışma saatlerinin sekize inmesi gerektiği ifadesini içeren önerge kabul edildi. Sadece Chicago´da 400.000´den fazla işçi 1 Mayıs´ta greve başladılar.

    Bir kereste fabrikasına getirilen grev kırıcıları önlemek amacıyla müdahale eden grevdeki işçilere polis saldırdı, en az bir grevciyi öldürdü, çok sayıda kişiyi yaraladı. Bu vahşi saldırının kızgınlığıyla August Spies, Arbeiter-Zeitung (Alman göçmen işçilerinin günlük anarşist gazetesi) bürosuna gitti, ve işçileri ertesi gece düzenlenecek olan protesto mitingine katılmaya çağıran bir duyuru yayınladı.

    Protesto Mitingi Haymarket Alanı´nda gerçekleşti ve Spies ile beraber sendika hareketinde etkin olan iki diğer anarşist, Albert Parson ve Samuel Fielden katılanlara hitap etti. Miting bitmek üzere iken alanda kalan 200 kadar kişiye polis müdahale etti. Bu sırada polislerin üzerine kimin tarafından atıldığı bilinmeyen bir bomba atıldı.

    Bu olayın sorumlusu olarak, 5´i alanda bile bulunmayan 8 anarşist; August Spies, Samuel Fielden, Albert Richard Parsons, Adolph Fisher, George Engel, Michael Schawab, Louis Lingg ve Oscar Neebe tutuklandılar ve yedisi idama, biri 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi.

    Uluslararası kampanyalar iki idam cezasının ömür boyu hapis cezasına çevrilmesini sağladı. Louis Lingg, idamın hemen öncesinde kendini öldürdü. Albert Parsons, August Spies, George Engel ve Adolph Fischer 11 Kasım 1887´de asıldı. Onlar, Emek tarihinde Haymarket Şehitleri olarak biliniyorlar. Cenaze yürüşünün yapıldığı yolu 150.000 ile 500.000 arasındaki bir kalabalık çevreledi, ve cenazelerin gömülmesine 10.000 ile 25.000 arasındaki bir kalabalık eşlik etti.

    1889´da, Paris´teki Enternasyonal Sosyalist Kongre´ye katılan Amerikan delegasyonu, 1 Mayıs´ın işçi bayramı olarak kabul edilmesini önerdi. Bu, işçi sınıfı mücadelesinin ve "Chicago Sekizlerinin Şehit Olmasının" anısına düzenlenecekti. O zamandan itibaren 1 Mayıs uluslararası dayanışma günü haline geldi.

    Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!**

    "İktidar" dünya üzerindeki varlığını farklı biçimlerde sürdürmeye hala devam ediyor. Yeni binyılın başında, politik iktidarın en vahşileşmiş biçimi 'devlet'lerin yerini, ekonomik iktidarın tüm yeryüzünde mutlak hakimiyet peşinde koşan biçimi 'küresel kapitalizm' almaya başladı. İktidar artık her yerde; tek-tipleştirilmiş bütün dünyada; kredi-kartlarında, bankada, borsada, televizyonda, gazetede, işyerinde, okulda, evde. Bizlere yalnızca gökyüzü kaldı... Bir de sokaklar!

    Herşeye rağmen biz umudumuzu yitirmedik. Ve inatla diyoruz ki; sokaklar bizimdir, yeryüzü bizimdir, gökyüzü bizimdir, evler, işyerleri, fabrikalar, tarlalar, toprak bizimdir!

    1 Mayıs´ın yasallaşmasını değil, mücadelenin yaygınlaşmasını istiyoruz. Devrimin hemen şu anda, burada olduğunu, mücadelenin parti bürolarında, meclis koridorlarında değil, sokaklarda olduğuna inanıyoruz.

    Ve bu yüzden tüm dünyadaki ezilenlerle birlikte, mülksüzlerle birlikte, ezenlere, mülk sahiplerine meydan okuyoruz. Ekonomik, politik ve moral bakımdan tutsaklık altındaki herkesle, çalışanlarla, işsizlerle, kadınlarla, çocuklarla, eşcinsellerle birlikte iktidardakilere meydan okuyoruz.

    KÜRESEL KAPİTALİZME MEYDAN OKUYORUZ!

    * August Spies
    ** Louis Lingg
    Bu metin Anarşist Bakış ve Ankaralı anarşistlerin bildirilerinden faydalanılarak yazılmıştır.

    Haymarket anarşistleri ile ilgili bir çalışmayı izlemek için tıklayın
    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...